31 Temmuz 1954 Cuma, Misli…

Okul tatile gireli bir buçuk aydan fazla olmuştu. Hepimizi bir baba gibi kucaklayan öğretmenimizin önerilerinden ilkini, okul kütüphanesindeki çocuk kitaplarından en az 5 tanesini okuma önerisini yerine getirme telaşındaydım.

İlk kitabım ‘’Kaplumbağa ile Tavşan’’ olmuştu. Kitabı bitirdiğimde ‘’kararlılık ve azmin’’ önemini kavramış, önümüze çıkabilecek bütün engelleri ‘’kararlılık ve azimle’’ yenebileceğimi anlamıştım.

Tavşandaki aşırı güvenin kendisine engel koyduğunun farkına varmıştım. Aşırı güven zararlıydı. Kaplumbağa gibi karalılık ve azimle, yılmadan yolumuza devam etmeliydik.

Okudukça okuma hızım arttığı gibi hayal gücüm gelişiyor ve öğreniyordum. Öğrendikçe, hayal gücüm geliştikçe de önüme çıkacak olan fırsatlara hazırlıklı hissediyordum kendimi. Hazırlıklı olarak fırsatlarla karşılaşmak istiyordum.

Bir yerden duymuş ya da okumuş olmalıydım. Şans denilen bir şey yoktu. Hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmak şansı yaratıyordu. Bir başka deyişle, şansınızı kendiniz yaratıyordunuz.

Bu olguyu hiç unutmamış, kendi şansımı kendim yaratmış ve yaratmayı da sürdürecektim. Öyleydi çünkü katılacağınız sınavlara dört dörtlük hazırlanır ve zamanında sınav salonunda bulunursanız sınavı kazanıyordunuz. Şansınızı kendiniz yaratmış oluyordunuz.

Bir taraftan okulda bulabildiğimiz çocuk kitaplarıyla okuma hızımı, öğrenme ve hayal gücümü, kararlılık ve azmimi arttırmaya çalışırken, diğer taraftan da köydeki mağaraların ve kilisenin gizemlerini çözmeye çalışıyordum diğer arkadaşlarımla.

Derken… Temmuz ayının sonlarına doğru, bir yıldır Osmaniye’de çalışmakta olan babam gelip, ‘’Toplanın Osmaniye’ye gidiyoruz.’’ Dedi.

Yeni bir göç olayı daha mı? Demiştik kardeşimle…

Göç çilemiz ne zaman sona erecekti? Ne zaman yerleşik düzene geçecektik? Sorularımızın büyük bölümü yanıtsız kalmıştı. Babam ‘’Nerede geçinebilecek iş bulduysak oraya gideceğiz.’’ Demişti.

Çaresiz toparlanmaya başlamıştık. Başlamıştık çünkü Misli Köyünde evimizden başka hiç bir şeyimiz yoktu. Evimizi de yemek ve yiyecek yapamayacağımıza göre Osmaniye’ye gitmek zorundaydık.

Kısa sürede toparlanıp 8 km doğudaki Hüyük İstasyonu aracılığıyla, bir kez daha 350 km tren yolculuğu yaparak Osmaniye’ye geri dönecektik… İlk kez Elbistan Hasanköy ’den, 1951 yılının Temmuz ayında Gâvur Dağlarını aşarak, mevsimlik işçi olarak Ceyhan pamuk tarlalarına, sonra da Osmaniye yerfıstığı tarlalarına gitmiştik. Bakalım bu kez nasıl bir ortamla karşılaşacaktık…

Share Button