14 Eylül 1963 Cumartesi, Ankara…
1959 yılından itibaren Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nu konuk eden, Atatürk adını almadan önceki, Ankara Erkek Lisesi’ni tanımaya, tanıtmaya çalışıyorum.
Ankara Taş Mektep olarak bilinen lisenin adı, 3 Mart 1924’te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra Ankara Erkek Lisesi olarak değiştirilmişti.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu niçin çıkarılmıştı?
28 Ekim 1927 tarihli nüfus sayımı verilerine göre, Harf Devrimi’nden önce, Arap harfleri ile okuma yazma oranının erkeklerde yüzde 12.99 kadınlarda ise yüzde 3.67 olduğu, toplamda da okuryazar oranının yüzde 8.61 olduğu görülmüştü.
Bu oranın yüzde yetmişini de yabancı okullar, misyoner okulları, azınlık okulları, kolejlerden mezun olanlarla devlet kadrolarında yer alanlar, ki büyük çoğunluğu Türk değildi, oluşturuyordu.
Bu demek oluyordu ki Anadolu’da okur yazar oranı ortalaması yüzde 3’ü geçmiyordu.
Onlarında bir bölümünü de eşraftan ve askeri yapılanmada yer alan kişiler oluşturuyordu.
Ondokuzuncu yüzyıl ortalarına gelene kadar Osmanlı toplumunda eğitim öğretim faaliyetleri -Enderun ve birkaç büyük medrese hariç- devletin görev alanının dışındaydı.
Osmanlı Devleti’nde batılılaşma sürecine girildikten sonra, devletin yanı sıra yabancılar da ülkede pek çok batı tipi eğitim kurumu kurmuş; bu kurumlar ile birlikte eski eğitim kurumları da faaliyetlerine devam etmişti.
Devlet, şahıs ve dernekler tarafından ilköğretim düzeyinde “iptidai” adlı ilkokullar kurulmasını, bu okullarda modern öğretim tekniklerini uygulanmasını destekliyordu.
Bu okullarda öğretmenlik yapmak üzere öğretmen yetiştiriyordu.
Ancak köy ve mahalle imamlarıyla eşlerinin yönetiminde bulunan ve çoğu vakıf kuruluşu olan sıbyan mektepleri ile mahalle mekteplerine dokunulmamıştı.
İlkokul çağındaki çocukları eğitmek üzere kurulmuş Sıbyan Mektepleri Osmanlının geleneksel öğretim kurumlarından biriydi.
Devlet denetimi dışında olan bu kurumlar, başta dini bilgiler olmak üzere temel eğitim veren yerlerdi.
Çocuklar, Mahalle Mektebi de denilen, Sıbyan Mektebi’ne giderek imân, ibadet ve ahlâk bilgilerini alırdı.
Sıbyan mektepleri her mahallede bulunurdu. Bu mekteplerin diğer adının Mahalle Mektebi oluşu bundan dolayı idi.
Ayrıca taş mektep de denirdi. Bu adı almasının sebebi de yapıldığı inşaat malzemesindendi.
Sıbyan mektepleri genelde bir camii yakınında ya da camii müştemilatı içerisindeydi.
Bunlar medrese, türbe ve imaret gibi yapılardan oluşmaktaydı.
Maddi giderleri, genelde, bir vakıf tarafından karşılanırdı.
Ortaöğretim ve yükseköğretim düzeyinde ise modern tipte rüştiyeler, idadiler, sultaniler, yüksekokullar ve Darülfünun bulunmaktaydı.
Cumhuriyetin ilk birkaç yılında, Vakıf kuruluşları olan medreselerden devlet desteği çekilmiş, ancak medreseler kapatılmamıştı. Öğrenci yetiştirmeye devam ediyorlardı.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu öncesinde iki farklı tipteki kurumlardan birbirlerine zıt hayat görüşlerine sahip kimseler yetişmekteydi.
Ümmetçi kuşak-Cumhuriyetçi kuşak…
Böylece toplumda bir “Mektep-Medrese ikiliği” doğmuştu.
Üçüncü bir kategori olarak yabancı okullar (misyoner okulları, azınlık okulları ve kolejler) eğitim alanında faaliyet göstermekteydi.
Kısacası Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’dan devraldığı bu eğitim-öğretim mirası, farklı insan tipleri yetiştiren farklı eğitim tiplerinin bir arada var olduğu bir sistemdi.
Osmanlı döneminde Orta öğretim kurumları olan Rüştiyelerin eğitim süresi dört yıl olarak belirlenmiş ve okutulacak dersler aşağıdaki gibi düzenlenmişti.
Din dersi
Osmanlıca dil bilgisi, İmla ve yazı
Yeni usul üzerine Arapça ve Farsça
Defter tutmak
Hesap ilmi (Matematik)
Hatt dersi
Geometrinin başlangıcı (Mebâdi-i hendese)
Umumi tarih ve Osmanlı tarihi
Coğrafya
Jimnastik
Okulun bulunduğu yerde kullanılan mahalli dil
Ticaretin yoğun olduğu yerlerde zeki ve istekli olan öğrencilere dördüncü sene Fransızca dersi.
Görüldüğü gibi, düzenlemede Türkçe Dersi yoktu.
Oysa Ulus olmanın yolu, Ulus olarak düşünebilmek, üretebilmek, sanatçı yetiştirebilmek için Türkçe diline ihtiyaç vardı.
Genç Cumhuriyetimizin getirmek istediği ulusal nitelikteki yeni toplum düzeninin herkes tarafından benimsenmesi gerekiyordu.
Devrimlerin halk üzerinde köklü ve etkili olabilmesi için tüm eğitim kurumların tek bir merkeze bağlanması; eğitim-öğretimin tek elden, tek esasa göre yönetilmesi gereği hissedilmekteydi.
Öğretim Birliği anlamına gelen Tevhid-i Tedrisat Kanunu bunun için çıkarılmıştı.