24 Nisan 1951 Salı, Şumnu…
Sabah saat üç buçuk dört olmalı…
Vagonların çarpışmasıyla ortaya çıkan sesler üzerine Karagözlülerde hareketlenme başladı.
Dün saat 16’da gelmiştik Şumnu Tren Garı’na. Yaklaşık 8 saat bekledikten sonra bize tahsis edilen kara tren girmişti gara. Bekletilme işkencenin şekil değiştirmiş biçimiydi. Ne çare ki düşmüştük yollara.
Özgürlük oldukça pahalı bir edinim olmalıydı. Bedel ödenmeliydi…
Bekleme süresince anamla en küçük kardeşim Şaban’ın sürekli öksürükleri dikkatimi çekmişti. Özellikle anamın durumu kötüye gidiyor gibi geldi bana. Isınmalıydık. Özellikle kardeşlerim ve anam ısıtılmalıydı. Kadınlar ve çocuklar Gar bekleme salonunda koyunlar gibi birbirimize iyice sokularak ısınmaya çalıştık. Yetişkin erkekler ve aile reisleri de kendilerine uygun korunaklar bulmaya çalıştılar.
Gar ışıklarının yanı sıra gökteki yıldızlardan da gelen ışıkların ve korkunç ayazın sürdüğü salı günü saat ikibuçuk üç sularında gelen kara trenin vagonlarına çok sınırlı bir zamanda yerleşmemiz istendi. Çok üşüdüğümüz için ivedilikle vagonlara attık kendimizi. Yetişkin erkekler ve babalarımız evlerimizden yanımıza alabildiğimiz eşyalarımızla ilgileniyorlardı.
Ne var ki yaşlılarla küçük çocukların vagonlara yerleştirilmeleri nedeniyle eşyalara ayıracak pek fazla zaman bulamamışlardı. Onlarca ailenin eşyaları düzensiz ve rasgele yerleştirilmiş, bu düzenleme sırasında kıymetli bazı eşyalar kaybolmuştu.
Babalarımızın konuşmalarından, bazı kıymetli eşyaların istasyondaki görevlilerce alındığını anlamıştım.
Kaybolan denkler ve eşyalar konusu nedeniyle ancak saat sekiz civarında yolculuk başladı. Uyku tutmamış, içim içime sığmıyordu. Bir an önce, herkes gibi ben de Türkiye’de olmak istiyordum. Şimdilik beklentimiz, özgürlükten çok, ısınacağımız bir yere ulaşmaktı. Hiç olmazsa dondurucu ayazlardan kurtulmayı umuyorduk…
Ne zordu göçmen olmak, diye düşündüm…