7 Aralık 1951 Cuma, Osmaniye…

Osmaniye’de fıstık hasadı dönemi sona ermişti…

İşsiz kaldığımız gibi konaklayacak yerimiz de yoktu.

Yedi yaşında bir çocuk olarak, ”Ne yapacağız, nerede kalacağız ve nasıl geçineceğiz?” Sorularına yanıt bulamayınca babama sormaya karar verdim. Her zaman bir çare bulurdu.

Ne var ki, bütün gün ortalıkta görünmediği gibi akşam karanlığı çöktüğü halde babam ortalıkta yoktu.

Pek alışık olmadığımız bir durumdu bu…

Konaklama yerindeki çadırımızın önünde akşam yemeği için bir şeyler hazırlamaya çalışan anama,

-Bütün gün ortalıkta görünmedi, Babam nerede ana?

-Babanız kışı geçireceğimiz bir yer bulmaya gitti oğul. Bugün gelemeyebilir. Mustafa’yı da bul da Allah ne verdiyse yiyelim akşam yemeğini.

-Babam nereden, nasıl bir yer bulacak ana?

-Toprakkale ve Haruniye köylerinden bazılarında Bulgaristan göçmenleri varmış. Babanız tarla sahibinden ve elçilerden duymuş. Belki Karagözler köyünden gelmiş olanlar da olabilir. Diyerek gitti babanız.

Dedikten sonra kardeşimle bana,

-Eşyalarınızı düzenli bir şekilde, bir fıstık torbasında toplayın. Belki hayırlı bir haberle gelir babanız. Yeni bir konaklama yerine gidecekmişiz gibi hazır olalım.

Anamla yaptığım konuşmalardan sonra kafamdaki soruların bir kısmı çözülmüştü. Belki de kışı Çukurova köylerinden birinde geçirebilirdik. Yılın 300 günü güneşli olan Çukurova’da çadır kurabileceğimiz ya da başımızı sokacağımız bir konaklama yeri bulabilirsek kış ayları sorunsuz atlatılırdı.

Anamın söylediklerini yerine getirdikten sonra dayılarımın da ortalıkta olmadıklarının farkına vardım. Onlar da kışı geçirmemizi sağlayacak bir yer arayışına girmişlerdi. Farklı yerlere dağılmışlardı.

Her an, henüz bizce bilinmeyen bir yere göç edebilirdik.

8 Aralık 1951 Cumartesi, Osmaniye…

Bugün öğleden sonra gülümseyen bir yüzle döndü babam. Anneannemle Mustafa Dayım da gelmişti babamı dinlemeye.

-Kışı, Osmaniye’nin yaklaşık 30 km kuzeydoğusunda olan Yeşilova Köyünde geçireceğiz.

Dedi ve anlatmaya başladı. Biz de büyük bir merak ve heyecan içinde dinlemeye başladık.

*****

Birinci Dünya Savaşı’nı da kapsayan 1912-1922 yılları arasındaki 10 yıllık savaş döneminde Anadolu nitelikli ve üretici insan kaybı yaşamıştı.

Üstüne üstlük sağlık sorunları da olan bir Türkiye devralan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikli, çalışkan ve tarımdan anlayan insan gücüne ihtiyacı vardı.

Balkanlardaki asimilasyon politikalarıyla bu ihtiyaç birleşince, 1923-1938 yılları arasındaki dönemde, sadece Bulgaristan’dan Türkiye’ye 200 000 civarında göçmen gelmişti.

1933-1937 yılları arasında gelen iskânlı göçmenlerin bir bölümü Yeşilova Köyüne yerleştirilmişti. Yerleştirilenlerden biri de, çok uzaktan da olsa, ben daha doğmadan vefat etmiş olan Durgud dedemin soyundan, Ömer Dayı da onlardan biriydi.

Ömer Dayı Düziçi Yeşilova Köyü’nde varlıklı sayılabilecek bir konumdaymış. Karagözlülerin Yeşilova’da konaklayabileceklerini, bunun için de elinden gelen her türlü yardımı yapabileceği sözünü vermişti.

Boşuna dememişler ”gün ola harman ola…” Diye

Yeni bir başlangıç yapılacağı inancıyla moralimiz düzelmişti…

Share Button