27 Haziran1955 Pazartesi, Mersin…

Kalktığımızda babam yoktu. Erkenden iş aramaya gitmişti. Fatma Nenemin hazırladığı sabah kahvaltısına gittik. Dayımlar da yoktu, onlar da erkenden çıkmışlardı. Birlikte kahvaltı yaptık. Zahmetleri için  Neneme teşekkür ettikten sonra sofrayı toplamasına yardım ettim. Dışarı çıkmıştım ki bahçe kapısın aralamış olan İsmail Tunalı el sallıyordu.

-Günaydın İsmail. Bugünkü programın nedir?

-Çakmak Caddesi üzerinden sahile inmeye karar verdik arkadaşlarla. Siz de gelir misiniz?

-Elbette geliriz. Neneme haber verelim de bizi merak etmesin. Neneee…Nene… Biz arkadaşlarla sahile iniyoruz. Merak etme emi.

-Güle güle yavrularım. Fazla geç kalmayın. Babanız geldiğinde sizleri evde bulmalı…

Yolumuz üzerindeki Mersin Gara uğradık önce. Dumanlarını salıp homurdanarak gara giren kara treni izledik bir süre.

Sonra da  Latin Katolik Kilisesi’nin yanından geçerek sahile geçtik. Yanından geçtiğimiz kilise, Uray Caddesi’nin doğu ucunda, İl Halk Kütüphanesi arkasında, yüksek duvarlarla çevrili, içinde kız ve erkek okullarının bulunduğu saat kuleli bir kompleks yapıydı.

Eskiden Mersin limanına yanaşan gemilerin uzaktan ilk gördükleri yapı kilisenin çan kulesiydi. Mersin limanı inşa edilene kadar, çan kulesinde bir deniz feneri de bulunmaktaydı.

Aslında deniz kıyısına inşa edilmiş olan kilise 1930’lu yıllarda denizin doldurulması çalışmaları sonucunda, şu an denizden 300 metre kadar içeride bulunmaktadır. 

Mersin Garı’nın önünden başlayıp, geniş bir yay çizerek, denize paralel olarak  batıya uzanan Uray Caddesi, şimdilerde Ulu Camii kompleksi içinde yer alan Ulu Çarşı alışveriş merkezinin bulunduğu Gümrük Meydanı’na ulaşıyordu. 

Uray Caddesi boyunca, Fransız işgali sırasında, döşenmiş bir dekovil hattı, yani hafif raylı sistem vardı. Dekovil hattı Gümrük Meydanı’nda bir “U” çizerek başlangıç noktasına geri, Mersin Tren Garına bağlanıyordu.

Uray Caddesi ya da günümüzdeki adıyla Belediye Caddesi, ki Enteller Caddesi olarak da bilinmektedir, en popüler caddelerden biriydi.

Latin Katolik Kilisesi yanından geçtiğimiz sahilde ilk gözümüze çarpan Alman İskelesiydi. Alman İskelesi çevresi Mersinlilerin adeta halk plajıydı. Her yerden denize girme olanağı vardı.

Sahil batıya doğru sıralanmış iskelelerle ve kumsala iyice yaklaşmış kayıklarla doluydu. Deniz ticaretinin gelişmeye başlamasıyla birlikte, iskeleler cazibe merkezi haline gelmiş ve kıyıya yakın olan Uray Caddesi de zorunlu olarak gelişmişti.

Caddede önce depolar, hanlar, gemi acenteleri, gümrük binaları ile ithalat ihracat yapan pek çok uluslararası firma çalışmaya başlamıştı. Arkasından da hükümet konağı, belediye, vergi dairesi gibi yönetim kurumları da Uray Caddesi’nde yerlerini almışlardı.

Uray Caddesi’nin iki yanında yer alan binalar genellikle kesme taştan yapılmıştı. Binaların büyük çoğunluğunun mimari görünümü, malzemesi ve işlevselliği Avrupai izler taşısa da, konum ve yapılarında Osmanlı ve Selçuklu izleri görülüyordu.

Yapılanmada olası yangınlar dikkate alınarak ızgara plan sistemi uygulanmıştı.

1900’lü yılların başında dışardan gelen insanların barınacağı yerlerden biri Azak Han inşa edilmişti. Önceleri yolcular ve hayvanlarının barındığı bir han olarak kullanılmakta olan Azak Han, kentin liman iskelesine ve ticaret bölgesine yakınlığı nedeniyle, sonraları ticari faaliyetlerin yürütüldüğü bir merkez haline dönüşmüştü.

Azak Han’ın ticari bir merkez olma durumu, yıkılıncaya kadar devam etmişti.

Uray Caddesi gibi Azak Han’da, bu kentin ticari kimliğinin en önemli bir parçasıydı.

Biz Uray Caddesi’ni tercih etmeyerek, Latin Katolik Kilisesi yanından geçerek ulaştık sahile.

Sahilde ticari iskeleler ve çevresinde yük ve yolcu taşımaya hazır kayıklar ve küçük yük ve yolcu tekneleri vardı. Sahilde çıplak ayaklarımızla suya girip çıkarken bir balıkçı köyünde dolaşıyor duygusuna kapıldık. 

Gümrük Meydanı ve İskelesini geçip, Mersin’de ilk meydan olarak ortaya çıkan Yoğurt Pazarı’na ulaştık. Sonraları Gümrük Meydanı ortaya çıktı ki 1977 yılından sonra yerini, Ulu Camii’nin doğusundaki Ulu Çarşı alacaktı.

Sahil boyunca bata, şakalaşarak, Cumhuriyet Meydanındaki Kültür Merkezi’ne ulaştık. İl Halk Kütüphanesi vardı Kültür Merkezinde. Sonraki günlerde tekrar gelmek üzere Müftü Deresine kadar gittik.

Oldukça güzel bir gün geçirmiş, sonraki günlerde denize girmek ve İl Halk Kütüphanesinde kitap okumak için sözleştik arkadaşlarımızla.

Müftü Deresinden geri dönerken, sahilden Gümrük Meydanına girdik tekrar. Gümrük Meydanı ve Yoğurt Pazarında simit ve halka tatlısı satan, ayakkabı boyayan  bizim yaşımızdaki çocuklara vardı. 

Acaba bizler de simit satabilir ya da ayakkabı boyayabilir miydik?

Düşünmeye değerdi doğrusu. Kardeşimle diğer arkadaşlarımız ailelerimize ekonomik yönden yararlı olabiliriz kararına vardık. Akşam babalarımızla bu konuyu konuşmalıydık.

Akşam yemeğinden sonra babama açtık simit satma konusunu. Biraz düşündükten sonra uygun buldu.

-Yarın ikinize de birer simit tablası ve üzerine koyacağınız katlamalı birer tablalık yapayım. Sonra da birlikte simit fırınına giderek sahibiyle konuşalım ki sizlere güvenle simit versinler.

Ailemize, küçük çapta da olsa, ekonomik yönden katkıda bulunmanın heyecanı sarmıştı hepimizi…

 

Share Button