14 Temmuz 1957 Pazar, Bor…
Bor’a geleli bir haftadan fazla oldu…
Küçük bir Anadolu kasabası olduğundan, çabucak tanıdık bu şirin kasabayı.
Yaklaşık iki ay sonra 1957-58 Eğitim ve Öğretim yılı başlayacaktı…
Her ne kadar babam Necati Bey’in bahçesinde çalışıyorsa da hasat bitiminde işi sona erecekti. Bor Çukurova gibi işçi yatağı değildi.
Çiftçilikten başka mesleği olmayan babam ve babam gibilerin İç Anadolu’da iş bulmaları olanaksızdı. Hasat sonuna kadar para biriktirmemiz gerekiyordu. Bu nedenle aile bütçesine katkımız olmalıydı…
İlkokul üçüncü ve dördüncü sınıfı okuduğumuz iki yıl boyunca Mersin’de simit satmış ve aile bütçesine katkıda bulunmuştuk kardeşimle.
Özellikle yaz tatillerinde, simit satma konusunda uzmanlaşmıştık. Hem ailemizin ekonomisine katkıda bulunuyor hem de kendi harçlığımızı çıkararak özgürleşiyorduk.
Bor’daki simit fırınlarını öğrendik, tanıştık ve belli bir kar üzerinden simit satmaya başladık…
Şanslı sayılırdık. Bor sokaklarında simit satan bizden başka çocuk yoktu neredeyse…
Sabahın erken saatlerinde Bor sokaklarında,
‘’Medine’nin unundan, Borun Okçu suyundan Simiiiit… Sıcak simiiit.’’
Diye bağırarak satıyorduk simitlerimizi.
‘’Medine’nin unundan, Bor’un Okçu suyundan’’ sloganımız önemliydi…
Önemliydi çünkü Ahmet Kuddusi Caddesi ile Alpaslan Türkeş Caddesi’nin birleştiği noktada türbesi bulunuyordu.
Bor’un manevi koruyucusu olan Ahmet Kuddusi Hazretlerinin Bor’u Medine’nin bir mahallesi olarak gördüğünü herkes bilirdi…
Sattığımız simitlere manevi değerler yüklüyorduk…
Diğer taraftan, 1880’li yıllarda Okçu Dağının eteklerindeki Balıkçıl, Dumlu ve Kayalı pınarlarından doğan meşhur Okçu suyu künk borularla uzun uğraş ve masraflarla Bor çeşmelerine getirilmişti.
Sundurmalı çeşmeler vardı Bor’un bilinen yol kavşaklarında…
Diğer taraftan, içenlerin tadına doyamadıkları, emsali bulunmayan Okçu suyu kullanılmıştı sattığımız simitlerin yapımında…
Medine’nin unu ve Bor’un Okçu suyu simit satışlarımızı kolaylaştırmıştı.
Simitlerimizi sattıktan sonra, genellikle babamın çalıştığı elma bahçesine gidiyorduk. Hem babama yardım ediyor hem de dalından meyve yeme olanağı buluyorduk…
Yeterli miktarda meyve ve sebze ile eve gidip, öğle yemeğimizi yedikten sonra Halil Nuri Bey İlçe Halk Kütüphanesine gider olduk, daha doğrusu ben gider oldum. Kardeşim Mustafa benim kadar hevesli değildi.
Kütüphane ile bizi buluşturan babamın patronu emekli Türkçe Öğretmeni Necati Bey olmuştu.
Kütüphanede Necati Bey’in de basılı eserlerinden bazıları vardı.
Simit satmaya başladıktan üç gün sonra, sattığımız simitlerden kardeşimle birlikte günde 3 Lira kazanmaya başlamıştık. Ayda ortalama 100 Lira kazanacağımız sonucu ortaya çıkmıştı.
Sonuçtan ailecek mutlu olmuştuk…
Sevmiştik Niğde’nin bu şirin kasabası Bor’u.
Önümüzdeki öğrenim yılı giderlerimizi karşılayacak paranın önemli bir bölümünü kazanacağımız inancı Akıncı Ailesini mutlu etmişti…