21 Haziran 1955 Salı, Mersin…

Dün, Göçmen Barakalarındaki tek odalı sazdan yapılmış evimize yerleştik. Osmaniye-Mersin arasındaki taşınmanın verdiği yorgunlukla, saat 21:00 sularında girdiğim yatakta adeta sızmışım.

Rüyamda anam kahvaltı hazırlamış,

-Mehmeeet…Mustafaaa…Kalkın artık.

Diyordu. Ben öyle algılamıştım.

-Ana biraz daha uyumak istiyorum.

Demiştim ki Mustafa beni sarsarak,

-hadi kalk artık birader. Nenem bizi bekliyor.

Dedi. Nenem de nereden çıktı derken zorla araladığım gözlerim sazdan bir barakada olduğumu anlamama yetti. Kardeşim Mustafa giyiniyordu.

Önümüzdeki barakada kalmakta olan nenem ‘’anasız kuzularım’’ diyerek hazırladığı sabah kahvaltısına bizleri çağırıyordu.

Hüseyin, Kerim, Yusuf ve Mustafa dayılarım erkenden evden çıkmışlardı. Kerim ile Yusuf dayım çırçır fabrikasında iş buldukları için, Hüseyin ile Mustafa dayım günübirlik iş bulmak için gitmişlerdi.

Kahvaltıdan sonra babam,

-Mehmet, Mustafa bu gün hastaneye, ananızı ziyarete gideceğiz. Bir yerlere ayrılmayın, saat 13,oo’de buralarda olun.

Dedi ve çıktı. Hastane ziyaretleri saat 13,30 ile 14,30 arasında olurdu. Saat 13,00 e kadar çok zaman vardı.

-Mustafa hadi sahile inelim. Mersin sahilinde biraz dolaştıktan sonra, tren gar binasının arkasında Mersin Halk Kitaplığını görmüştüm dün. Oraya da bir göz atalım. Ödünç kitap alıp alamayacağımızı öğrenelim…

-Olur Birader…

Mersin sahilini görmenin heyecanıyla hızla hazırlanıp,  hızlıca yürüdük dün geldiğimiz yoldan. Latin Katolik Kilisesi yanından sahile ulaştık. Sahil henüz doldurulmamıştı. Kilise ile sahil arasında yapılaşma yoktu. Yarım saat sahilde gezindikten sonra İl Halk Kitaplığına uğradık. Ödünç kitap veriliyordu.

Sonraki günlerde Mersin Halk Kitaplığında yaptığım araştırmalara göre, 1900’lü  yıllarda Mersin, sıtma ve verem hastalıklarının kol gezdiği, henüz kentleşmemiş köy tipinde bir yerleşim yeriydi.

İlk hastane inşaatına 1907 yılında başlanmıştı. O tarihlerde Mersin Belediye Başkanı olan Hamit Hayfavi’nin ve halkın yardımları ile devam eden inşaat, Hamit Hayfavi’den sonra Belediye Başkanı olan Hacı Bey’in belediyenin mali katkılarını da sağlamasıyla, 1908 yılında hastane tamamlanmıştı.

İlk açılışında 40 yataklı olan hastanenin, tedavi gören bir Avusturyalının 100 altın lira bağışta bulunmasıyla, bahçe ve çevre duvarları yapılmıştı. 1923 yılında Zührevi hastalıklar bölümü, 1932 yılında Verem bölümü hizmete girmişti. 

1930’lu yıllarda bazı evlerin kapısında sarı bir kağıt bulunması Mersin’de sıkça rastlanan bir uygulamaydı.

Sarı kağıtta ” Bu evde sâri hastalık var” yazılmaktaydı. Bu ‘’sâri hastalık’’ deyimi, her bulaşıcı hastalık için söylense de, en çok veremli olanlar için kullanılırdı.

Hastalığın yayılmasını önlemek için başvurulan bir uygulamaydı. Bir bakıma, üstü örtülü karantina uygulamasıydı aslında.

Halk arasında ince hastalık olarak tanımlanıyordu verem. Tedavisi için hastalara; bol bol gıdanın yanı sıra açık hava tavsiye edilir, kuvvet iğneleri yapılır, kalsiyum hapları verilirdi.

Anamın yatmakta olduğu Devlet Hastanesinin çevresinde portakal bahçeleri vardı. Veremliler için uygun bir ortamdı.

1938 yılında da hastanede Kadın Hastalıkları – Doğum bölümü hizmete girmişti. Bu tarihte hastane 50 yatak kapasitesine ulaştığı gibi bir adet röntgen cihazına da sahip olmuştu. 

İkinci Dünya Savaşından sonra Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na bağlanan hastane, Devlet Hastanesi adını almış, 1945-1955 yılları arasında inşa edilen ek hizmet binaları ile genişletilmişti.

Mersin Halk Kitaplığı’ndan, üçüncü sınıfa geçenlere uygun birer kitap alarak tam zamanında evde olduk. Babam bizi bekliyordu. Ellerimizdeki kitapları görünce yüzü aydınlandı. Onun elinde de anam için aldıkları vardı.

Göçmen barakalarının yaklaşık 500 metre batısında bulunan hastaneye yaklaşık 5 dakikada ulaştık ve saat 13,30’da içeri girdik. Anam birinci katta 10 kişilik bir hastane koğuşunda yatıyordu. Yataklar sürgülü bez perdelerle birbirinden ayrılmıştı.

-Herkese geçmiş olsun.

Diyerek yaklaştık anama. Bizleri görünce yüzü aydınlandı ve gözleri parladı. Yaklaşık iki aydır görmüyorduk anamı. Benim de sevinçten gözlerim parlamıştı.

Görevli hemşirenin uyarısıyla, elini öpemediğimiz gibi biraz da mesafeli kaldık. Yatanların hepsinin verem teşhisiyle geldiğini söyleyen görevli hemşire,  

-Ne de olsa ince hastalık bulaşıcıdır. Tedbirli olmalısınız. Bizler de, aralarına sürgülü perdeler çekerek tedbir aldık.

Hastalar birbirini görmeden konuşabilir, bazen de bizleri çağırarak diğer hastalara yardım etmiş olurlar.

Babam aldıklarını anamın başucundaki çekmeceye koydu, başka bir ihtiyacının olup, olmadığını sordu.

Anamı iki ay öncesine göre bir hayli toparlanmış gördüm. Anlattıklarına göre, kan tükürmez olmuştu. Eskisi gibi ateşi çıkmaz olmuştu. Tedavi olumlu sonuç vermişti. Ne var ki bir süre daha hastanede yatması gerekiyor. Demişlerdi hastane görevlileri.

Yarım saatlik bir ziyaretten sonra hastaneden ayrıldık. Anamın tez elden sağlığına kavuşarak evimize dönmesi için dualar ettik kardeşimle. Bekleyip, görecektik…

Share Button