6 Temmuz 1957 Cumartesi, Bor Niğde…
28 Haziran Cuma günü Mersin’den Bor’a taşınma kararı alınca, birkaç gün içinde eşyalarımızı topladık.
Zaten ne kadar eşyamız vardı ki?
Yatak yorgan, kap kacak, her birimizin bir iki parça giyim eşyası, hasır ve çaputtan dokuma yer kilimleri, saman doldurulmuş yastıklar, soba, simit tablalarımız ve halka tatlısı yaptığımız malzemelerle birkaç kitap…
Evimizin süt ihtiyacını sağlamanın yanı sıra sosyal bilgiler anlattığım keçimizden ayrılmak zor oldu. Ders anlattığım bir arkadaşım olmuştu süt vermenin yanı sıra. Otlatırken Tarih, Coğrafya ve Türkçe derslerini sesli okuyarak keçimize anlatmanın öğrenmemi kolaylaştırdığının farkına varmıştım.
Babam satmıştı, satmak zorunda kalmıştı onu…
Başta nenem olmak üzere, dayılarım ve yengelerimle vedalaştık.
Okul ve Göçmen Barakalarındaki arkadaşlarımızdan da ayrılmak daha da zor oldu.
Yine kara tren vagonları görünmüştü yolculuğumuz için…
3 Temmuz Çarşamba günü, Kerim ve Yusuf dayımın da yardımlarıyla, eşyalarımızı Mersin Tren Garındaki yük vagonuna yükledik. Saat 10,00 civarında Mersin’den ayrılan yük vagonunda ailemiz de yerini almıştı.
Yaklaşık 8 saatlik bir yolculuktan sonra, saat 16,00 civarında Bor Tren Garına ulaştık. İstasyon civarında bulunan bir atlı arabaya yüklenen eşyalarımızla babamın kiraladığı Rumlardan kalma evimize gittik…
Mahalle sakinlerinin Künkbaşı adıyla andıkları Sokubaşı Mahallesi’nin daracık sokaklarından birinde eski bir cumbalı evdi kiralanan.
Sokubaşı Mahallesi, Antik Bor’un ilk çekirdeği olan yerleşim birimiydi. Bütün tarih ve tarihi evler bu bölgede bulunmaktaydı.
Antik yerleşim bölgelerinin yerleşim alanı, surlarla sınırlanmış olduğundan, ev ve bina yapmak için yer darlığı vardı. Sokakların asgari bir genişliğin olması gerekirdi. Bu nedenle zemin katların duvarları sokağa taşmaz, sokağı daraltmazdı. Ferah evler için, zemin üstü katlar cumbalı olurdu.
Cumbalar, zemin üstündeki katlardan, oda ya da sofanın bina ana bedeninden sokağa doğru dışarı doğru taşan kısmıydı. Bir bakıma günümüzün camlı balkonlarıydı.
Cumbalar sayesinde, odalarda zengin bir bakış açısı yaratılır, günün her saatinde gün ışığından yararlanma imkânı sağlanırdı.
Tokmaklı bir kapıdan girdiğimiz zemin katın oturmaya uygun olmadığını babamdan öğrenmiştik. Nemli ve yarı karanlık olmaları nedeniyle zemin katlar daha çok depo, ahır, kiler gibi ikincil önemdeki mekânlara ayrılmıştı.
Diğer taraftan İslam toplumundaki aile hayatının gizliliğine verilen öneme göre, mahremiyeti sağlama amacıyla ve iklimsel açıdan dış ortama oldukça kapalı tutuluyordu zemin katlar.
Sokağı daha iyi görebilme ve algılama açısından üst katlar cumbalarıyla sokağa taşmıştı. Böylelikle, asıl yaşama alanı olan oda ve sofaların boyutları daha çok büyütülebilmiş, ev bu cumbalar sayesinde kendini sokağa bağlayan bir yaşam biçimine kavuşmuştu.
Cumbanın bulunduğu üst kata çıktığımızda, cumbalı oda ile cumbanın bütün duvarlarını ‘’sedir’’ olarak adlandırdığımız ahşap oturma elemanlarının kapladığını gördük. Babam geçtiğimiz haftalarda kiraladığı evimize sedirler de almıştı.
Sedirlerin üzerine eski çaputlardan yapılmış kilimleri serip, duvar tarafına kanaviçe işlemeli kılıfları olan saman doldurulmuş yastıklar yerleştirildi. Sonra da kilimlerin üzerine seyyar minderler konuldu.
Cumbanın sedirlerine de artanlar konulduktan sonra mola verdik. Sevmiştim cumba ve cumbalı kiralık evimizi. Kollarımı yastığa dayayıp, rahatlıkla dışarıya bakabildiğimin farkına vardım. Bu durum daha da hoşuma gitti.
Cumbadan karşıya bakarken kelebekler gibi uçma taklidi yapan uzun saçlı sarışına çalan bizim yaşlarımızda bir kız dikkatimi çekti.
Bir süre sonra tanışacağımız bu kız Bor’daki 29 Ekim İlkokulu’nda arkadaşım olacak olan Filiz’di…
Daha sonraki yıllarda Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nda da arkadaşım olacak olan Filiz’in annesi Nazmiye Teyze ve kardeşi Hasan hala anılarım arasındadır.