7 Eylül 1952 Pazar, Misli Niğde…

Yaklaşık iki ay önce geldik Niğde’nin merkez köylerinden biri olan Misli’ye…

Nüfusu yok denecek kadar az olan köyde herkes birbirini tanırdı. Allaha karşı kulluklarını yerine getirdikleri bir cami ile pek fazla müşterisi olmayan bir köy kahvesi vardı. Az daha unutuyordum, bir de, veresiye defterli bir bakkalımız da vardı.

Köyün erkeleri genellikle camide bir araya gelirlerdi namazlarını kılmak için. Dini inanışları ve manevi yönleri kuvvetli olan köy sakinleri arasında selamsız sabahsız geçilmezdi.

Atları ya da eşeklerinin üstüne serilmiş heybenin iki tarafındaki mallarını satmak için gelen gezgin satıcılar renk katardı Misli sosyal yaşamına.

Tarlalar ekime hazırlanmış, patates hasadı tamamlandıktan sonra zaman geçirmenin yolu, kahvenin önünde bir süre yapılan sohbetten sonraki yararlı eylem önlerindeki kumu karıştırmaktı.

Yerüstünden çok yeraltı şehirlerinde yaşamın yüzlerce yıl sürdüğü Kapadokya’nın giriş kapısı Niğde’nin Merkez köylerinden biri olan Misli’deki tekdüze yaşamı renklendiren çocuk oyunlarıydı. Çocukların sosyalleşmesini sağlayan en önemli etkinliklerdi. Bazılarına büyüklerimiz de katılırdı.

Ekim zamanına kadar köyde büyüklerin yapabilecekleri bir iş olmadığı gibi, ibadet dışında, vakit geçirecek bir hobileri de yoktu.

Çocuklara gelince…

Mağara keşifleri ve köydeki Rum Kilisesinde gerçekleştirilen saklambaç oyunlarının dışında, bazen büyüklerimizin de katıldığı, ‘’beş taş’’, ‘’kemik aşık’, ‘’uzun eşek’’’ oyunlarımız vardı. Popüler oyunlarımızdı.

Bilgisayarların ve akıllı telefonların günlük yaşamı etkisi altına almadığı o dönemlerde, sokak aralarında ya da köy meydanında oynanan beş taş ve aşık oyunları hareketli kalmamızı sağlayan, yaşama sevincimize katkı sağlayan ve yaşama hazırlayan etkinliklerdi.

Bazen evde bile oynadığımız ‘’beş taş’’ oyununda, sağ elimize sığacak şekilde alınan 5 adet uygun taş iki avuç arasına alınarak ani bir hareketle yere serilirdi. Yere yuvarlanan taşlardan bir tanesi alınarak sağ elle havaya atılırdı.

Taş havada iken yerdeki taşlardan biri sağ elle alındıktan sonra havadaki taş yine sağ elle yakalanırdı.

Bu işlem dört taş için ayrı ayrı yapılırdı. Yerdeki taşlardan biri alınırken el diğer herhangi bir taşa dokunursa ya da havaya attığı taşı yakalayamaz yere düşürürse, havadaki taşı kapmak istediği sırada yerden aldığı taşı düşürürse oyuncu sırasını kaybederdi. Diğer oyuncu şansını denerdi.

Evlerin dışında, meydan sayılabilecek düz bir yerde, büyükler tarafından da oynanan diğer oyunlardan biri olan ‘’kemik aşık’’ daha da popüler bir oyundu.

Koyun ya da keçi gibi küçük baş hayvanların arka ayaklarında bulunan aşık kemiği kullanılarak oynanan ‘’aşık oyunu’’ Türklerin tarihi oyunlarından biriydi.

Oyun ile Türk kültürü ile o kadar iç içe geçmişti ki “aşık atmak” deyimi hala günümüzde bile kullanılmaktadır.

Tavla oynayanlar arasında ‘’benimle aşık atamazsın’’, ‘’benimle aşık atmaya kalkma’’ deyimlerinde kullanılan “aşık atmak’’ bu konuda benimle boy ölçüşemezsin anlamında kullanılmaktaydı. Hala da öyledir…

Köyde 8-10 kişinin rahat edebileceği büyükçe bir alana çizilmiş bir daire içerisine oyuna katılmak isteyen her oyuncu eşit miktarda kemik aşık dizerdi.

Oyuncular sırasıyla, enek aşık adı verilen özel seçilmiş kemikleriyle daire içindeki aşıkları vurarak dışarı çıkarmaya çalışırdı. Atışlar daireye en az 5 metre uzaklıktan çizilmiş bir çizgi arkasından yapılırdı.

Oyuncu aşığı vurarak daireden dışarı çıkartmışsa artık o aşığın sahibiydi. Ve atış sırası hala o oyuncudaydı. Vuruş yapılamamış ve dışarı çıkarılamamış ise sıra diğer oyuncuya geçerdi.

Dışarıda, özellikle bir duvar dibinde oynanan diğer popüler oyunumuz da ‘’Uzuneşek’’ oyunuydu. Günümüzde oldukça ilkel sayılabilecek sokak oyunlarından biri olan ‘’uzuneşek’’, genellikle erkek çocukların ilgi gösterdiği bir etkinlikti.

İki takımın oynadığı hakemli bir oyun olup, oyuncu sayısı 10 kişiye kadar çıkabilirdi. Oyunda amaç, uzuneşek gibi sıralanmış rakip takımın sırtına atlamak ve takımı çökertmekti…

Share Button