23 Ocak 1955 Cumartesi, Osmaniye…
Bulgaristan’dan gönüllü olarak ayrılıp, serbest göçmen olarak geldiğimiz Anavatan’da dördüncü yılımızdı.
Oldukça zorlu geçen 4 yıl…
Yine de mutlu sayılırdık. Sayılırdık çünkü kardeşimle ben, yalınayak başıkabak da olsak, okuma olanağına kavuşmuştuk. Ceyhan pamuk tarlalarında mevsimlik işçi olarak çalışan üniversiteli
Üstelik başarılı öğrenciler olmuştuk.
İlkokul ikinci sınıfa başladığımız Osmaniye Cumhuriyet İlkokulu’nda birinci yarıyıl sona ermiş, dün karnelerimizi almıştık. Kardeşimle ben sınıfın en iyi öğrencileri olmuştuk.
Sevgisini pek belli etmeyen ve kendisine göre oldukça katı kuralları olan babam, karnelerimizi gördükten sonra, belki de ilk kez ikimizi de öperek kutlamıştı.
Arkasından da ‘’Hep böyle olun. Olun ki ben taş taşır, tırpan sallar, odun kırarken başarılarınızı düşünerek güçleneyim.’’ Demişti.
Sınıftaki başarılı sonuçlarımız ve fukaralığımız öğretmenlerimizden bazılarını da etkilemişti. Kitap kırtasiye konusunda bize oldukça yardımcı olmuşlardı. Kendilerini şükranla anıyorum her zaman.
Ne var ki aradan 68 yıl geçmesine rağmen hiç unutamadığım, her zaman hüzünle andığım bir anımdan da söz etmek istiyorum.
Öğretmenlerimden bir beni çağırmış ve sağ elinin üstüne 10 kuruşluk bir madeni bir parayı koyarak bana uzatmıştı.
Neden eliyle vermemişti?
Geri çevirememiş, almıştım. Almıştım ama aşağılandığımı hissetmiştim.
Isparta Sanat Enstitüsü ve Teknisyen okullarında çalıştığım sonraki yıllarda, köylerden gelip ev kiralayan fakir aile çocuklarına yardım etmek isterken, bana yapılan bu davranışı anımsadım hep.
Okulun döner sermayesi aracılığıyla öğlenleri birer tas çorba verilmesini sağlamıştım.
Böylelikle ben devre dışı kalmıştım.
Çorbayı veren okul döner sermayesiydi çünkü…