30 Mayıs 1970 Cumartesi, Antalya…
Dün öğleden sonra geldim Antalya’ya…
1964 yılından beri, Uluslararası Antalya Film Festivali’nin yanı sıra düzenlenen müzik etkinlikleri yıllardır hayallerimi süslemekteydi.
7. Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması, 25 Mayıs ve 5 Haziran 1970 tarihleri arasında gerçekleşecekti.
Okulumuz da tatile girdiğine göre kaçırmak istemedim…
Sanat, Atatürk Türkiye’sinin can damarlarından biriydi.
Mustafa Kemal Atatürk, askeri başarısının, siyasal zaferlerinin yanında sanatın da önemini bilen ve bunu her fırsatta ortaya koyan bir liderdi.
Sanatların en genci, en yenisi olan sinema konusundaki düşünceleri çok açık ve netti.
“Sinema öyle bir keşiftir ki bir gün gelecek, barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok dünya medeniyetlerinin yapısını değiştirecektir.
Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini sevmelerini, tanımalarını sağlayacaktır. Sinema insanlar arasındaki görüş, düşünüş farklarını ortadan kaldıracak, insanlık idealinin gerçekleşmesine en büyük katkıyı sağlayacaktır. Sinemaya layık olduğu önemi vermeliyiz.”
Nitekim Atatürk; 1932 y1lında çevrilen ve İstiklal Savaşı üstüne yapılmış en iyi birkaç filmden biri olma özelliğini hala koruyan Muhsin Ertuğrul’un “Bir Millet uyanıyor” adlı filminde, siyah bir perde önünde kamera önüne çıkarak ülke ve dünya sorunları üstüne bir konuşma yaparak bu filmde rol almıştı.
*****
Ankara Yüksek Öğretmen Okulu ve Fen Fakültesi’ndeki öğrencilik yıllarımda da sinema, tiyatro, sergiler, konserler, bale ve opera etkinliklerini kaçırmayan ya da en azından kaçırmamaya özen gösteriyordum.
Gerek bedenimizle fiziksel beynimiz arasında, gerekse içinde yaşadığımız toplumun bireyleri arasında kurulacak iletişimlerin mutlu yaşam için her şey olduğunu bilenlerden birisiyim.
Öyledir çünkü bedenimiz, fiziksel beynimize, davranışlarıyla ortamın bahar olduğunu hissettirirse, beynimiz sular seller gibi mutluluk hormonları salgılanır.
Yaşadığımız toplumda; öncelikle aile bireyleri ve yakın akrabalar arasında, giderek içinde yaşadığımız mahalle, köy, ilçe ve İl’deki bireyler ve sosyal kurumlar arasındaki iyi ilişkiler bir başka baharın kapısını aralar.
*****
1950-70’li yıllarda toplumu oluşturan bireyler arasındaki iletişimin en iyi sağlandığı ortamlar ‘’Yazlık Sinemalar’’dı.
İletişimin duygu, düşünce ve bilginin bir bireyden diğerine aktarılarak paylaşılmasını sağlayan bir eylem olduğunu, bireyin toplumsallaşmasını sağlayan bir süreç olduğunu öğrenmiştik yazlık sinemalarla.
1950’li yıllardan itibaren yaz aylarında Aspendos Antik Tiyatrosu’nda düzenlenen ve daha çok konser ve tiyatro gibi gösterimlerle öne çıkmıştı Antalya Tiyatro ve Müzik Festivali.
Dönemin Belediye Başkanı Avni Tolunay’ın 1964 yılında sinemayı da dahil etmesiyle, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin temeli atılmıştı.
Daha Ankara’da iken hayallerimi süsleyen bir Ulusal Etkinlikti Altın Portakal Film festivali ve Müzik etkinlikleri.
Antalya yöresinden ve Isparta Gönen Öğretmen Okulu çıkışlı arkadaşlarımdan dinlemiştim Altın Portakal Film Festivali’nde kortejler çok etkileyici olduğunu.
Üstelik, Yılmaz Güney ”Bir Çirkin Adam” filmi ile bu festivale katılıyordu.
Yılmaz Güney, 1959’da senaryosunu kendisinin kaleme aldığı, Atıf Yılmaz’ın yönettiği “Bu Vatanın Çocukları” ve “Alageyik” filmleri ile ilk kez profesyonel anlamda oyunculuk yapmıştı.
7. Altın Portakal Film Festivali’ne gelinceye kadar onlarca filmde oyunculuk yapan Yılmaz Güney’in sinema anlayışının temelinde Kapitalist Sisteme eleştiri vardı.
Bir anlamda, kapitalizm karşısında ezilmiş olan insanların hayatı, Güney sinemasının önemli bir kısmını oluşturuyordu. Umut Filmi de bunlardan biriydi.
Yılmaz Güney, 1970 yılında senaristliğini, yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptığı “Umut” filmiyle Türk sinemasına bir ilk kazandırmıştı.
“Umut”, politik Türk sinemasının ilk örneklerinden olma özelliğine sahipti. Güney bu filminde, toplumun dışında kalmış, ötekileşmiş, ailesinin geçimini sağlayamayan bir adamın, bir babanın her şeye rağmen bir umudu olduğunu anlatırken, aslında gerçek anlamda umutsuzluğun filmini yaratmıştı.
Film zengin fakir çelişkisinin işlendiği bu tür sahneler sebebiyle Sansür Kurulu tarafından yasaklanmış ve bu çelişkilerin topluma yansıtılması, dönem itibari ile de engellenmeye çalışılmıştı.
Yılmaz Güney’in yazdığı, yönettiği ve başrolünü oynadığı 1969 yapımı ”Bir Çirkin Adam” filminde babasını arayan Bino adlı genç bir kiralık katilin öyküsü anlatılıyordu.
Ben de dahil olmak üzere, devrimci gençliğin kahramanlarından biriydi Yılmaz Güney.
Saat 16:30 Üçkapılar, Antalya…
Tarihte Hadrian Kapısı olarak bilinen Üçkapılar civarında, biraz yüksekçe bir yerde konuşlandım. Antalya’nın en büyük ve en ünlü Atatürk Caddesi üzerinde, sanatçıların halkla buluştuğu festival korteji geçecek biraz sonra.
Cumhuriyet Meydanı’nda başlayan kortej, Cumhuriyet ve Atatürk Caddeleri üzerinde yaklaşık 5 km’lik bir seyirci topluluğu arasından geçerek Antalyalılara sevgi ve selamlarını iletiyorlardı.
Birden ortalık alkıştan yıkıldı. Atların çektiği çok özel bir arabada ”Bir Çirkin Adam” filmindeki arkadaşlarıyla birlikte Yılmaz Güney el sallayarak geçiyordu.
Filmlerinde iri kıyım, dev gibi bir adam imajı bırakan Yılmaz Güney benim boyumda mütevazi bir adamdı. Filmlerdeki devleşmesinin nedeni ortaya koyduğu oyunculuktan kaynaklanıyordu.
*****
En iyi film ödülünü ”Bir Çirkin Adam” alırken, ”En İyi Erkek Oyuncu” olarak da Yılmaz Güney seçilmişti.