11 Temmuz 1971 Pazar, Eskişehir Askeri Cezaevi…
Isparta Cezaevi cehennem koşullarından sonra Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Cezaevi canlanmamızı ve hayata daha iyi bir pencereden bakmamızı sağladı.
Yaşam üretmemizi, bir başka deyişle, bedensel yönden sağlıklı kalabilmemizi sağlayan beslenme ve hafif aerobik sınıfına giren volta atma olanaklarına kavuştuk.
Diğer taraftan, Sıkıyönetimce yasaklı olmayan bütün yazılı basın ve kitapları getirtebiliyoruz.
Okuma ve beynimizi yenileme fırsatı doğdu diye düşündüğüm zamanlar oldu.
Bu arada, sol hareketin üstüne çöken Balyoz Harekatı üzerinde düşünme ve yorumlama olanağı da buldum.
Cezaevlerine girmeden önce, güncel olayları çok yakından izleyen biri olarak, toparlamam kolay oldu.
*****
12 Mart’tan önce, başta Milli Demokratik Devrimciler olmak üzere, sol kanatta 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi gibi tekrar edecek sol bir darbe beklentisi vardı.
Bu beklenti devrimci örgütleri geniş ölçüde etkilemişti. Öyle ki, 12 Mart darbesi tamamen bu beklenti içinde geldi. Yanlış algıladığımız, yanıldığımız için de darbeye alkış tuttuk bir ölçüde.
Süleyman Demirel’e muhtıra verilmiş, Adalet Partisi iktidardan uzaklaştırılmış, Atatürkçü çizgide reformlar yapılacağı söylenerek “11’ler” kabineye alınmıştı. Ülkede uygulanan Sıkıyönetim ve Balyoz Harekatına kadar 12 Martçıların gerçek yüzü anlaşılamadı.
Deyim yerindeyse 9 Martçılarla 12 Martçılar birbirine karıştırıldı!
Sempatiyle baktığımız ve alkışlayacağımız Darbe tarihi 9 Mart’tı. Öyle ki darbeciler bütün hazırlıklarını yapmışlar, oluşturulacak yeni Anayasa bile hazırlanmıştı. Ayrıca darbe sonrasının Bakanlar Kurulu bile belirlenmişti.
9 Mart’ta girerken, Milli Demokratik Devrim’e sempati duyan Kara Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri Komutanları kartlarını açtılar Genel Kurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı temsilcilerine karşı. Ancak unutulan Ordu içindeki diğer örgütlü grubun kartlarıydı.
Onlar da hazırlıklıydı. Kartları daha güçlüydü. Öyleydi çünkü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, 3 Mart Çarşamba günü, iki bin civarında subayı toplamış ve 9 Mart Cuntasının mutlaka önlenmesi gereğini vurgulamıştı. 9 Martçılar geri adım atmak zorunda kaldılar. 12 Mart Muhtırasını vermenin gerekli reformları sağlayacak yeni bir hükümetin kurulması için yeterli olacağı konusunda anlaştılar.
*****
9 Martçılar yanılmışlar ve gafil avlanmışlardı. 12 Mart Muhtırası ve ardından gelen Balyoz Harekatı, TSK içinde Kemalist subaylara karşı büyük bir kıyım yapılmasını sağladı.
Amerikalıların ünlü Dickson Raporu, ilk kez 12 Mart döneminde hayata geçirildi.
ABD yanlısı bir siyasetçi Ankara’daki ABD Askeri Ataşesi Albay Dickson’a verdiği “çok gizli” bu raporda, solcu ya da sol sempatizanı 50 kişilik bir grubun ya tasfiye edilmesi ya da kazanılmasını önermişti.
Bu gruptan hükümette yer alacak olanlarla muhalefet birleşerek, ABD ikili anlaşmalarını ve üsleri gündeme gelip, hem rejimi, hem de ittifakı tehlikeye sokabilirdi.
Diğer taraftan, 12 Mart sürecinde siyasal sözlüğümüze yeni bir kavram girdi. KONTRGERİLLA!
Kontrgerilla ilk elde fark edilemedi. Sonra da artık kimsenin fark edemeyeceği kadar dallanıp budaklandı. Devlet sokak faşizmini devreye soktu ve Ülkücüleri harekete geçirdi. Derin devlet, Gladio aracılığıyla solu sokakta yok etme faaliyetiydi.
İkinci sonuç devletin nefret yüküydü. Devlet sola karşı akıl almaz bir kinle doluydu. Özellikle 1945’ten başlayarak devlet komünizmden korkuyor, nefret ediyordu. ABD’nin ikili anlaşmalarla oluşturduğu algı yönetimi sayesinde Halk bu olumsuz tutumu benimsiyordu.
Sol harekete karşı yapılan kıyım son derece derecede acımasız, ağır ve trajik oldu.
Adı ne olursa olsun NATO’nun Türkiye’deki gizli ordusu en ufak bir sol düşüncenin filizlenmesine izin vermeyecekti. Sol hareket güçlenmeye başladığında karşı güçler olarak Milliyetçi ve Mukaddesatçı kuruluşları devreye sokacaktı. Nitekim öyle de oldu.
ABD güdümlü Kontrgerilla ya da Gladyo, emperyalizme bağımlı iktidarların otoritesinin sarsılması halinde, geniş halk kitlelerine “reform” vaadinde bulunulmasını öneriyordu.
ABD yanlısı müdahaleyi gerçekleştiren 12 Mart generalleri de muhtıralarına, “sosyal ve ekonomik sorunların çözülmesini” ve “reformlara bir an önce girişilmesini” yazmışlardı.
Gladyo’nun ya da bizdeki adıyla Kontrgerillanın ülkemizde açıkça ortaya çıktığı dönem 12 Mart sonrası ilan edilen sıkıyönetimin uygulamalarının Erim Hükümetinin denetiminden çıktığı dönemdir.
*****
NATO kuvvetler sözleşmesi, üye olmak isteyen ülkelere dayatılan, ancak açığa çıkarılmayan çok gizli bir madde içermekteydi.
Bu maddeye göre; bir ülkenin NATO ittifakına katılabilmesi için, gizliliğin ön planda olduğu sivil kadrolar aracılığıyla, ‘’SSCB ve Komünizmle mücadele edecek’’ bir ulusal güvenlik otoritesi kurulması şart koşuluyordu. Daha doğrusu ABD çıkarlarını kollayıp gözetecek yasa dışı kuruluş ya da kuruluşların oluşturulması sağlama bağlanıyordu.
NATO ve Türkiye’deki yerli işbirlikçilerinden biri olan Gladyo Türkiye’de Kemalizm’e yakın bir sol iktidarın iş başına gelmesine tahammül edemezdi…
NATO’ya girdikten bir yıl sonra, 1952’de Seferberlik Tetkik Kurulu kuruldu. Böylece Türk Gladyosu oluşturuldu.
Devlet adına her türlü yasa dışı pis işlerin yürütülebilmesi için, özellikle eski-yeni faşistler, sağcı devlet adamları, üst düzey askerî bürokratlar ve kimi patronlar bu ulusal üstü yapıların, Kontrgerilla ve benzerlerinin yerel şubelerini oluşturdular.
Devlet adına her türlü kirli işin kotarıldığı bu yapılar aynı zamanda demokratik muhalefetin de gelişmesinin önünü kesmek için kanlı oyunları sahneleyen çeteler olmuştu.
*****
Menderes döneminde ordudaki bazı subayların ABD’ye eğitime gönderilmesinden kısa bir süre sonra, 6 Eylül 1955’de, ilk kontrgerilla eylemi gerçekleşti.
Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığı yalan haberi üzerine başlatılan 6-7 Eylül olaylarında 5583 ev ve dükkân yağmalandı.
Olaylar 52 ayrı yerde aynı anda başlamıştı ve sonraları orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül olayları için “Özel Harp Dairesi’nin işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi” demekteydi.
*****
Sıkıyönetimin ilan edildiği 26 Nisan 1971’den sonra Genelkurmay Başkanlığı’nda bir Koordinasyon Bürosu kuruldu.
Başına Korgeneral Namık Kemal Ersun getirildi. Bir süre sonra da Ankara Sıkıyönetim komutanı oldu.
Görevi çeşitli illerdeki sıkıyönetim uygulamaları arasında eşgüdümü sağlamaktı.
Doğrudan doğruya Genel Kurmay Başkanı Tağmaç’a bağlıydı.
Orgeneral Tağmaç, bu değişiklikten sonra bütün illerdeki sıkıyönetim faaliyetinin yönetimini eline aldı.
Koordinasyon Komitesi, Özel Harp Dairesi’nin, sıkıyönetim komutanlıklarının, MİT’in ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün faaliyetlerini en üst düzeyde birleştiren bir kurum görevini gördü.
Bütün Türkiye’deki “kontrgerilla faaliyetinin” Genelkurmay’daki merkezini “Koordinasyon Komitesi” oluşturdu.
Bütün sıkıyönetim bölgelerinde “Genelkurmay’a doğrudan bağlı Kontrgerilla” bu dönemde resmen faaliyete geçirildi.
*****
Sıkıyönetimin ilk aylarında MİT, polis ve ordu işbirliği sağlanmakla birlikte hala polis önde görülüyordu. Sanıklar emniyet müdürlüklerinde gözaltına alınıyor ve polis tarafından sorguya çekiliyordu.
Zaman geçtikçe bazı askeri binalar ve MİT’e ait yerler de işkence için kullanılmaya başlandı, sorgulara MİT elemanları katılmaya başladı.
Öte yandan halkı ve devrimci gençliği bölmek için çeşitli tertip ve kışkırtmalara girişildi. Kontrgerilla, tertip ve kışkırtmalarında, özellikle gençlik hareketine sızdırdığı ajanlarını kullandı.
Maceracı gençlerin çok sevdiği bazı “silahşör”lerin ajan oldukları daha sonra ortaya çıktı.
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, ülkücü komandoların saldırılarını, onları “milliyetçi çocuklar” olarak ilan ederek adeta teşvik ediyordu.
Sunay-Tağmaç ikilisinin 12 Mart’tan önceki hazırlıkları özellikle İstanbul’da kendini göstermişti.
*****
Komuta karargahı İstanbul’da olan 1. Ordu içinde Amerikan yanlısı cunta örgütlenirken, MİT İstanbul Bölge Başkanı Necip Yusufoğlu da olası bir darbe sonrasında gözaltına alınacak yurtseverlerin listesini hazırlıyordu.
MİT İstanbul Bölge Başkanlığı, darbe sonrası gözaltına alınacak kişilerin sorgu yerleriyle işkenceyi yapacak ekibi bile hazırlamıştı. MİT İstanbul Bölge Başkanlığı, CIA elemanları tarafından da takviye edilmişti.
Nitekim, tutuklandığımızda Isparta’daki sorgu, pardon, işkence ekibi de hazırdı.
Geleceğe not düşmek için anılarımızı yazmalı, yazamıyorsak hafızamıza iyice yerleştirmeliydik.