22 Mayıs 1971 Cumartesi, Isparta Cezaevi…

Saat 01:00 olmalı…

Kafama geçirilmiş olan siyah çuvaldan ötürü hiçbir yeri göremiyorum. Sadece tahminde bulunabiliyorum…

Nihayet koltuk altlarımdan tutan iki kişi tarafından, bazı kapı ve koridorlardan geçirildikten sonra, bir sandalyeye oturtuldum. Başımdaki siyah çuval çıkartıldı…

*****

Önümdeki masanın öbür tarafında oturan sivil giyimli polis ya da MİT elemanı olduğunu tahmin ettiğim birinin iki yanında da sivil giyimli ve sırım gibi iki kişi duruyordu. Arkamda da 2 ya da 3 kişi daha vardı.

Delici gözlerini gözlerimden ayırmayarak karşımda oturan sivil giyimli belli ki sorgulamayı yürütenlerin başkanıydı. Bir süre daha beni süzdükten ve etkilediğine inandıktan sonra;

-Umarım zorluk çıkarmazsınız Akıncı Bey, rahatla biraz…

Deyince bacaklarımdan birini diğeri üzerine attıktan sonra bir sigara yaktım.

-Buyurun, öğrenmek istediğiniz nedir?

Biraz düşündükten sonra;

-DEV-GENÇ Göller Bölgesi sorumlusu olduğunuzu düşünüyoruz. Örgüte militan kazandırmanın yanı sıra para topladığınızı duyduk. Bu konuda üç sorum olacak. Doğru yanıtlarsanız başınıza bir hal gelmeden savcıya göndereceğim sizi. Aksini düşünmek bile istemiyorum.

Deyip biraz düşündükten sonra…

-Birinci sorum, okulunuzda düzenlediğiniz akşam etütlerinde DEV-GENÇ örgütünün propagandasını yaptınız mı?

Sorusunu doğal karşıladım. Bunun böyle adlandırılacağını az çok kestirmiştim etütleri düzenlerken. Etütler için okul müdürünü nasıl ikna ettiğimi düşünürken, karşımdakinin sesiyle irkildim.

-İkinci sorum… Ziraat Bankasını kimlerle ve nasıl soydunuz?

Hiç beklemediğim bir soruydu. Daha doğrusu bu nasıl bir soruydu?

Şaşkınlığımı bir süre izledikten sonra da,

-Üçüncü sorum, Isparta Antalya arasında çalışan Gürman yolcu otobüsü ve içindekileri nasıl soydunuz?

Dedi.

*****

Oysa dünkü günümüz ne güzel başlamıştı. Başta Isparta Valisi olmak üzere, protokol da yer alanların yanı sıra Ispartalılar, Kız Öğretmen Okulu ile birlikte hazırladığımız sosyal içerikli piyesimize gelmişlerdi.

Dünkü olaylar birden beynimde bir film şeridi gibi belirdi ve günün erken saatlerine gittim…

*****

21 Mayıs 1971 Cuma, Isparta…

Neredeyse üç aydır Isparta Kız Öğretmen Okulu ile yürüttüğümüz bir oyunu bu akşam sahneye koyuyoruz.

Yaşlılık döneminde farklı iki bakımevine konulan karıkocanın iç dünyasını anlamaya ve anlatmaya çalışan bir oyun seçmiştik. Yaşlılarımıza sahip çıkılmasını gereğini vurgulamak istemiştik.

Oyunun iki başrol oyuncusundan biri öğrencilerimden Ramazan yaşlı babayı, anneyi de kız öğretmen okulu öğrencilerinden biri üstlenmişti.

Öğrencilerimden Mehmet de yardımcı oyunculardan biriydi.

Okul Müdürümüz Sezai Yalınes bir yıl önce Malatya’dan gelmiş, yaklaşık 15 gün görevi devralmamış, ortamı iyice tanıdıktan sonra göreve başlayan, umduğumdan kat be kat sosyal biri olarak karşımıza çıkmıştı.

Geldiğinde ikinci müdür yardımcısıydım. Önceki müdür arkadaşımız Isparta’daki siyasal yapılanmadan ötürü çalışma ortamı kalmadığını söyleyerek, istifa edip gitmişti.

Sezai Bey kısa zamanda, başta Isparta Valisi ve çalışanlarının yanı sıra 58. Tümen komutanıyla da iyi ilişkiler kurmuştu. Bu ilişkilerdi ki bu akşam sahneye koyduğumuz oyuna, başta Vali olmak üzere bütün üst düzey çalışanlar gelmişti.

Saat 21’00’de oyun başladı. Sahneyi bütünüyle gören, oyun müziğinin yönetildiği odadan adeta nefes almadan oyunu izliyorum.

Bütün oyuncular harika götürüyorlar. Birinci perde sona erdiğinde beklediğimizden fazla alkış almıştık. Perde arasında oyuncuları tebrik ederek, harika iş çıkardıklarını söyledik. İkinci perde başladı.

Saat 23,00’de başarıyla oyun bitmiş, konuklar birer ikişer salondan ayrılmışlardı.

*****

Ben de evime gitmek üzere tiyatro salonunun kapısından çıktığımda, sivil polis olduklarını söyleyen dört beş kişi bizimle geleceksiniz. Dediler ve vagon tipi bir araca bindirdiler.

Araç harekete geçer geçmez de kafama siyah bir çuval geçirdiler. Ne oluyor demeye kalkınca da kes sesini, bir süre sonra öğreneceksin. Dediler.

Yaklaşık 20 dakika sonra, neresi olduğu bilinmeyen bir yerde araç durdu. Isparta 40’ıncı Piyade Eğitim Alay Komutanlığı’nda olmalıydım.

Birden kafama dank etti. Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş’ ın İsrail İstanbul Başkonsolosu’nun kaçırılmasıyla ilgili bildiri yayınlandıktan sonra Balyoz harekatı başlatılmıştı Ordu ve Milli İstihbaratın inisiyatifinde. Suçlu ya da suçsuz ayırımı yapılamadan, bütün solcular toplanmakta ve tutuklanmaktaydı.

Sosyalizmi benimsemiştim. Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Fikir Kulübü kuruluşu içinde yer almış, Isparta’da TÖS’ e üye olmuş, Büyük Öğretmenler Boykotuna katılmış, Eğitim Enstitüsü Öğrencilerinin boykotuna destek vermiş ve Gülkent Tiyatro Derneği’nin kurucuları arasında yer almıştım.

Okuldaki akşam etütleri de evlerinde yakacak odun ve kömürü olmayan öğrencilerimize sıcak bir çalışma ortamı sağlamak için di.

1961 Anayasası’na göre bunların hiçbiri suç oluşturmuyordu.

*****

-Cevabını bekliyorum…

Diyen sivil polisin sesiyle kendime geldim…

-Böyle saçma bir soruyu bana nasıl sorarsınız? Okulda ikinci müdür yardımcısı olduğum gibi haftada 30 saat dersim de var. Ben sadece idari görevlerim ve verdiğim derslerle ilgili birisiyim. 

Sorusuna olumlu yanıt alamayan sorgulayıcı sert bir sesle

-İndir bacağını diğerinin üzerinden, sigaranı da söndür bakalım. Nerede olduğunu sanıyorsun?

Denileni yaptım…

Ayağa kalkıp bir süre dolaştıktan sonra

-Yorma bizi Akıncı. Eninde sonunda ne haltlar karıştırdığınızı anlatacaksın bize. Şimdi aynı soruları bir kez daha soruyorum. Dedi ve bekledi.

-Anlatacak bir şeyim yok.

Dedim.

Sorgulamayı sürdüren sivil polis beklemekte olan diğer dört polise,

-Yatırın şunu falakaya. Bakalım hala anlatmamakta direnecek mi? 

Yatırdılar… Çıplak ayaklarıma bir kızılcık sopasıyla vurmaya başladıklarında birden 12 Mart ve öncesine gitti beynimin derinlikleri…

*****

1970’li yıllar, Türkiye’nin en çalkantılı dönemlerinden biriydi. Banka soygunları, devrimci sol ile ülkücü militanların silahlı çatışmaları, her iki taraftan gencecik insanların ölmeleri, gencecik insanların idam edilmeleri.

Bir halk devrimi gerçekleştirmeyi hayal eden devrimci sol militanların devrim pratiğini öğrenmek için gizlice Suriye’deki Filistin kamplarına gitmeleri, Türkiye’ye geri dönüp şehir ve kır gerillalığına soyunmaları ülkede bir kaos ortamı yaratmıştı.

Üniversite gençliği siyaseti etkileme ve yönlendirmede ön planda yer aldığını sansa da aslında ön plana çıkması sağlanıyordu derin devlet tarafından.

*****

Dönemin sembol olaylarından birisi, 1969 yılında ODTÜ’de yaşanan ve ABD Büyükelçisinin arabasının yakılmasıyla sonuçlanan eylemdi.

Öğrenci gençliğinin büyük çoğunluğuna hâkim olan temel sloganlarından biri, “Milli cephede Ordu Gençlik Elele” olmuştu. 12 Mart öncesinde Demirel’in meşhur, “yollar yürümekle aşınmaz” sözü, bu dönemde söylenmişti.

Başkent Ankara’da, 4 Mart’ta, liderinin Deniz Gezmiş olduğu Türk Halk Kurtuluş Ordusu isimli illegal bir yapılanma, Balgat’taki hava üssünden 4 Amerikalı havacıyı kaçırma eylemini üstlenmişlerdi.

1971 Muhtırasına giden süreçte etkili olan işçi eylemleriyle birlikte Büyük Öğretmenler boykotuydu.

İşçi eylemleri sermaye çevreleri üzerinde şok etkisi yaratmış ve bu eylemlerin “Ekim İhtilali” şeklinde yorumlanmasına neden olmuştu.

Olayları “ihtilal provası” şeklinde değerlendiren dönemin Adalet Partisi iktidarı, sıkıyönetim ilan etmek zorunda kalmıştı.

1960’ların başlarında çıkarttıkları Yön Dergisi’nden sonra, bir süredir çıkarttıkları Devrim Dergisi’ndeki yazılarıyla da ordunun yönetime müdahale etmesi gerektiği fikrini savunan Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk gibi bazı sol görüşlü aydınlardan da etkilenen komutanlar, 9 Mart 1971 tarihinde darbe kararını alıp, 12 Mart 1971 tarihinde gerçekleştirmişlerdi.

*****

Koltuk altlarımdan tutarak tekrar sandalyeye oturtulunca sorgu odasına geri dödüm tekrar. Sorguyu yürüten karşımdaki sivil şahıs,

-Şimdi anlatacak mısın?

-Anlatacak bir şeyim yok.

-İyi düşün Akıncı. Hatırlamazsan canın daha çok yanacak…

-Anlatacak bir şeyim yok…

Bu soru cevap faslı sonunda tekrar falakaya yatırıldım. Ayaklarım kabarmaya, canım çok yanmaya başlamıştı. Sorgulayan sivil şahıs,

-Götürün tuzlu suda gezdirin, ayakları şişmesin. Falaka izleri kalmasın…

Komutunu alan diğer sivil polisler tarafından tuzlu su üzerinde yaklaşık 10 dakika dolaştırıldım. Tuzlu sudan sonra soğuk suya sokulan ayaklarım hissizleşmiş ve yürüme zorluğu çekmeye başlamıştım.

Sorgucunun karşısına getirildikten bir süre sonra aynı sorular bir kez daha soruldu ve aynı yanıtlar alındı.

Tekrar yatırıldım falakaya. Her darbeden sonra aynı sorular bir kez daha soruluyordu. Direncimi kırarak yapmadığım eylemleri üstlenmemi ve imzalamamı sağlamaya çalışıyorlardı.

Tekrar tuzlu suya götürüldüğümde, beynimin derinliklerinde yaklaşık 10 gün öncesine gittim…

*****

17 Mayıs 1971 Pazartesi günü THKP-C lideri Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom kaçırılmıştı.

Çayan ve arkadaşları, Elrom ’un serbest bırakılması karşılığında hapiste bulunan devrimci militanların serbest bırakılmalarını isteyip 20 Mayıs 1971’e kadar da süre tanımışlardı.

Hükümet, bu isteği reddettiği gibi ‘’Balyoz Harekâtı’’ ile dönemin bütün sol görüşlü aydınları tutuklatmıştı.

20 Mayıs’ta verilen süre dolmuş, ancak devlet herhangi bir adım atmamıştı.

Hükümet, daha önceleri 4 Amerikan askerinin rehin alınıp sonradan bırakıldığı gibi bir olay olmasını beklemişti. Fakat durum planladıkları gibi gerçekleşmemiş, Elrom infaz edilmişti. Yanlış yapılmıştı. Elrom infaz edilmemeliydi.

Bunun üzerine bütün ülkede Efraim Elrom’u infaz edenleri ve bağlantılı olan diğerlerini arama çalışmaları başlatılmıştı.

*****

Sorgucunun sesiyle tekrar kendime geldim ve sorguya odaklandım.

Durum çok ciddiydi, direncim kırılır da istediklerini imzalarsam yıllarca cezaevlerinde kalabilirdim. Direnmeliydim.

Tekrarlanan falaka uygulamasında bayılacak duruma geldiysem de, sabaha kadar süren ve bazen kovboy filmlerindeki gibi dövülen ben, yazdıkları metinleri imzalamadım. Kendi el yazımla yazdıklarımı imzaladım.

Tekrar başıma çuval geçirilerek, sabah ezanlarının okunduğu saatlerde merkez karakoluna götürüldüm. Merkez karakolunda görevli olanlar da manevi işkenceyi sürdürdüler. Bir çay getirtmemize bile izin vermediler. Saat 11,00’de adliye götürüldük. Savcının sorgu tutanaklarını gözden geçirmesi bir hayli zaman aldı.

Saat 14;00’de savcının karşısındaydık…

Öğrencilerimden Ramazan ve Mehmet’in yanı sıra Şehit Ali İhsan Kalmaz Lisesi Felsefe öğretmeni Alaattin Şahintürk, işçi Coşkun, Belediyede memur Ali Çelik, Eğitim Enstitüsü öğrencisi Şahap Cesur ve Abdullah Kaya olmak üzere 8 kişi nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanarak Isparta Kapalı Cezaevine gönderildik…

Share Button