11 Eylül 1961 Pazartesi öğleden sonra, Çapa İstanbul…

Öyle sanıyorum ki benim gibi birçoğunuz girmekte olduğunuz bazı binalara hayran hayran bakarken bulursunuz kendinizi. 1848 yılından bu yana dimdik ayakta duran İstanbul Çapa Öğretmen Okulu binası da bunlardan biriydi. Hayranlıkla seyretmiştim bir süre.

Göz alıcı Çinileri ise okulun önündeki Millet Caddesi’nden geçen herkesin “bu heybetli bina hangi kuruluşun köşkü acaba?” diye meraklanmalarına neden olmaktaydı. Okul olabileceği kimsenin aklından geçmiyordu sanırım.

Hayranlıkla bir süre baktığım 170 yıllık bu anıtsal binanın bahçesine girer girmez kendimi tarihe bir yolculuk yaparken bulmuş ya da öyle hissetmiştim. Güllerle sarılı kapıcı kulübesindeki görevliye kendimi tanıttıktan sonra bahçeye girmiş, okulun giriş kapısına doğru yürümüştüm. Çam ağaçlarının, güllerin, okulun kurucusu ile Atatürk büstünün bulunduğu bir bahçeden sonra mermer merdivenler, kocaman bir giriş kapısı ve sizi karşılayan kırmızı halılar ve büyük yaldızlı aynalar…

Millet Caddesi’nden geçenlerin de hayranlıkla baktığı anıtsal binanın kapısından girince kendimi Osmanlı dönemlerinden birindeki bir sarayda yaşıyormuş gibi hissetmiştim. Çok şanslıydım ya da kendi şansımı kendim yaratmıştım Müzik Seminerinin sınavlarına katılmayı istemekle.

Burada okuyacak olmanın bir ayrıcalık olacağını düşündüm. Nitekim öyle de olmuştu.

Oldukça ilginç olan mimari yapısıyla geçmişten günümüze izler taşımakta olan bu anıtsal yapının kocaman kapısından girdiğimde uğradığım şaşkınlık görülmeye değerdi.

Oldukça yüksek tavanları, kırmızı halıları ve büyük yaldızlı aynalarıyla bir sarayı andırıyordu. Şaşkınlığım geçince sağ tarafta müdür odası, karşımda Atatürk Köşesi, iki yanında kırmızı halılarla bizi üst katlara çıkaracak olan merdivenlerle her iki tarafında sınıflar ve atölyelerin yer aldığı koridorlar olduğunu gördüm. 

Şaşkınlığım geçtikten sonra sağ taraftaki müdür odasına, kapıyı tıklatarak biraz da çekinerek girdim.

Okulun tarihi ve görkemli yapısına uygun bir masanın arkasındaki okul müdürü ki sonraki günlerde Niyazi Akşit olduğunu öğrenmiştim, hafifçe koltuğundan kalkarak beni karşıladı. Okul müdürünün bu nazik davranışı sonrasında çekingenliğim ortadan kalktı, kendime olan güvenim yerine geldi.

İvriz Öğretmen Okulu’ndan Müzik Semineri sınavları için geldiğimi söyledim. ‘’Hoş geldiniz’’ Deyip beni dinledikten sonra görevlilerden birini çağırarak kaydımın yapılmasını ve yatacak yer gösterilmesini istedi.

Kaydımla ilgili gerekli işlemler yapıldıktan sonra, elimdeki tahta bavulumla okuldaki görevlilerden birinin arkasında, kırmızı halılar döşenmiş merdivenlerle yatakhaneye çıkmaya başladık. Yatakhaneler okulun en üst katındaydı. Son derece konforlu bir yatakhane karşıma çıktı.

Ranzaların olmadığı yatakhanede, başında giysi dolabının bulunduğu bembeyaz çarşaflarıyla tek yataklar vardı. Görevliye teşekkür ettikten sonra tahta bavulumdaki eşyalarımı karyolamın ucundaki dolaba yerleştirip, elimi yüzümü yıkadıktan sonra da aşağı inerek yeni okulumu tanımaya çalıştım.

Mimar Kemalettin imzasını taşıyan anıtsal bina 1900 yılında yapılmış. Bir koridor üzerinde tek taraflı dizilmiş sınıfların yer aldığı, doğal aydınlanması çok iyi çözümlenmiş olan yüksek tavanlı betonarme yapı ülkemizde türünün ilk örneklerinden biridir. Demişti Niyazi Akşit. 

Dediğim gibi normal bir yapıya göre oldukça yüksek tavanlara, biraz abartıyla da olsa, öğrencilerin bir uçtan bir uca teneffüste yürüyemeyeceği uzun koridorlara sahip olduğunu görecektim sonraki günlerde. 

Yemekhane bodrum katındaydı. Okul normal eğitim döneminde olmadığından, yemekhanedeki öğrenciler benim gibi sınavlara gelenlerdi. Tertemiz örtülü masalara yemek servisi okuldaki görevliler tarafından yapılıyordu. Karşılıklı üçer kişinin oturduğu masalara servis yapılmaktaydı. Masalardan biri dolmadan diğer masaya geçilmiyordu.

Masadakilerle selamlaştıktan sonra ellerimiz ekmek sepetine uzandı. İvriz’de asker tayını gibi verilen çeyrek ekmek yemeye alışmıştık. Oysa burada dilimlenmiş ekmeklerin bulunduğu ekmek sepetlerinden dilediğiniz kadar ekmek alabiliyordunuz. Gözümüz aç olmalı ki ilk akşam yemeğinde sürekli ekmek alma gereğini duymuştum masadaki diğer arkadaşlarımla. Önce gözümüzü, sonra da karnımızı doyurmuştuk.

Akşam yemeğinden sonra yeni gelen diğer arkadaşlarla tanışma faslımız başladı. Giriş katındaki koridorları ve sınıfları gezdikten sonra, Çapa Öğretmen Okulu’nda bulunmanın mutluluğu ile yatakhaneye çıkıp derin bir uykuya dalmış, uykumda keman çalıyordum…

Share Button