22 Ocak 1962 Pazartesi, Çapa İstanbul…

Yarıyıl tatilindeyiz. Sabah kahvaltısına indiğimde Ali Özocak, Şekip Oğuz, İbrahim Kazan, Eşref Aykan ve Halit Armutlu ’nun da okulda kaldıklarını gördüm. Kahvaltıdan sonra muhabbeti koyulaştırdık bir süre. Ardından arkadaşlar özel uğraşları için dağıldılar. Ben de müzik odasına inerek piyano ve keman çalışmalarımı sürdürdüm.

Öğleden sonra okulda kalan arkadaşlarla biraz değişiklik olsun diye Çemberlitaş Şafak Sinemasına gittik. Sinema salonu ilânları ve afişlerinden sonra içeride geniş bir dinlenme alanı bizi karşıladı. Merdivenlerden indiğimizde, okulumuzdaki gibi, yüksek tavanlı ve geniş bir salonla karşılaştık. Salonun 1350 kişilik kapasitesi varmış. Okulların tatil olması nedeniyle, salon dolmuştu.

1950’li yıllara değin tiyatrocuların egemenliğinde kalmış olan Türk sinemasının, tiyatrodan bağımsız hale gelmesini sağlayan en önemli isimlerden biri Ömer Lütfi Akad’ın ‘’Üç Tekerlekli Bisiklet’’ adlı filmi oynuyordu. Başrollerinde Ayhan Işık ve Sezer Sezin vardı. Filmin son bölümleri Memduh Ün tarafından tamamlanmış olsa da daha çok Ömer Lütfi Akad’a mal edilen bir film olduğunu duymuştum. Bir cinayet sebebiyle aranan bir adamın sığındığı evde yaşayan kadınla birbirlerine âşık olmalarının hikâyesinin anlatıldığını söylemişlerdi filmi daha önce izleyenler.

Işıklar kapandı, gelecek filmler özeti verildikten sonra Üç Tekerlekli Bisiklet Filmi başlamıştı. Filmin geçtiği mekân, 1960’lı yılların hızla göç alıp plansız şekilde büyüyen İstanbul’du.  1950’li yıllarla başlayan kırdan kente göç etkisini en çok İstanbul’da göstermişti. Bu göç kervanına katılan ailelerden biri de Zeytinburnu gecekondularından birinde yaşayan Dayım Mustafa Uslu, kız kardeşleri, halam ve eniştemdi.

İstanbul’un nüfusu hızla artarken bu yığını içine alabilecek konut arzı yoktu. Hızlı ve çarpık bir gecekondulaşma başlamıştı. Filmde görülen mahalle de böyle bir yer olup, zamanın İstanbul’unda çeperinde kalmış bir gecekondu semtiydi. Birbirinin içine geçmiş, belirli bir planı olmayan tek katlı evlerin kümelendiği bir yer görülüyordu. Yaşayan halkı da Zeytinburnu’nda olduğu gibi, İstanbul’a yeni göç etmiş taşralılardı. Mersin’de bir süre yaşadığımız teneke mahallesi de böyle değil miydi? Film iyiden iyiye beni içine çekmişti. Bu gecekondulardan birinde yaşayan, Sezer Sezin’in oynadığı Diyarbakırlı Hacer idi.

Film başladıktan bir süre sonra peşindekilerden kurtulmak amacıyla yaralı bir adam, Ayhan Işık tarafından canlandırılan Ali, Hacer’in kapısına dayanır. Başı inşaat mafyasıyla derde girmiş olan sütçü Ali, mandırasının kundaklanması üzerine inşaat patronlarından birini öldürmüştür. Örfünün gereği, dara düşüp evine sığınan Ali’ye kapısını açar. Gurbete çalışmaya giden kocasından bihaber Hacer küçük çocuğuyla birlikte yaşayan yalnız bir kadındır.  Çamaşırcılık yapıp hayata tutunmaya çalışır. Onun başı da ev sahibiyle derttedir.  

Hacer’in yaşadığı ev kiradır ve borcunu ödeyememiştir. Art niyetli bir adam olan ev sahibi, kocasının yokluğunda Hacer’i elde etmek ister. Hacer’in küçük oğluysa baba özlemi çeker, kazara gördüğü Ali’yi babası sanır ve olaylar bu şekilde gelişir. Hacer başta tereddüt ederek evine kabul ettiği adamla aralarındaki ilişki zamanla bir aşka evrilir. 

Melodram kalıpları içinde başlayan film, giderek toplumsal dokuya sahip bir eser haline gelmişti. Orhan Kemal’in edebi metni Vedat Türkali ve Lütfi Akad’ın toplumcu bakış açısıyla birleşerek dönemin hızla taşralaşan İstanbul gerçekliğini yansıtan belge nitelikli bir uyarlamaya dönüşmüş. Filmi izlerken biraz da kendi yaşam hikayemi gördüm.

Share Button