
26 Ağustos 1961 Cumartesi, Tarsus…
Dün saat 16,00’da bindiğim trenle Ereğli’den ayrıldım. İmdat Halvaşi ile yaptığımız son hazırlıklardan sonra okuldan mezuniyet diplomamı alıp, ilişiğimi kesmiş ve İvriz Öğretmen Okulu Dönemi sona ermişti. Böylece İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Dönemi başlamıştı.
Gelecek üç yıl için okuma fırsatını yakaladığım Çapa için yüklenme senedi yaptırmam gerekiyordu. Mersin’deki dayılarım yardımcı olabilir. Diye düşünmüştüm.
Önce Ulukışla’ya sonra da Niğde’den gelip Adana’ya giden Toros Ekspresine aktarma yaptım. Saat 18,00’de ulaştığım Tarsus Yenice İstasyonunda tekrar aktarma yaptıktan yaklaşık 10 dakika sonra Adana’dan gelen trenle 20 dakikada Tarsus’a ulaştım.
Cleopatra Kapısı civarında Karabucak Okaliptüs Ormanı İşletme Şefliğinin servis arabaları bulunurdu. Son servis arabasına yetişmeliydim. Servis sürücüsü Mahmut Ağabeye rastlarsam beni Turan Emeksiz ağaçlama sahasına ulaştırmanın bir yolunu bulurdu. Öyle de oldu. Saat 21,00 sularında ailemin yanındaydım.
Geceleri yatmakta olduğu çardaktan aracımızın ışığını gören kardeşim Mustafa karşıladı, kucaklaştık. Anam kapıda göründü. Babam yatsı namazını kılıyormuş, anamın elini öptüm. Mahmut Ağabeye hoşbeşten sonra anam ‘’İkinizin de karnı açtır, gidip çorba pişireyim.’’ Deyip içeri girdiğinde namazını bitiren babam da gelmişti. Zahmet olmuş Mahmut, Allah senden razı olsun. Oğlum hoş geldin, hayır mı?’’ Dedi. Elini öptüm. İvriz Öğretmen Okulu ile ilişiğimi kestiğimi, kısmet olursa İstanbul’da devam edeceğimi, yüklenme senedi yaptırmak için geldiğimi anlattım.
Bu arada anam sütlü çorba yapmış. Karabuğday ekmeğinin yanı sıra domates, biber ve salatalık koymuştu masaya. Göçebelikten kurtulduğumuz için, nihayet yemek masası edinebilmiştik. Daha doğrusu babam yemek masası yapmıştı. Yemekten sonra Mahmut Ağabey izin isteyerek ayrıldı. Ben de İstanbul Çapa Öğretmen Okulu sınavlarını anlattım. Üç yıl İstanbul’da okuma şansını yakaladığımı söyledim. Mutlu oldular.
Mustafa Eylül’ün üçüne kadar çalışacağını ve ücretini alıp, bir süre dinleneceğini söyledi. Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasındaki mevsimlik işçiliği anlatırken Elbistan Alevi Kürt köylerini, Elbistan Hasanköy’ de toprağa verdiğimiz kardeşimiz Şaban’ı anımsayıp, hüzünlendik.
Babam, 24 Nisan 1951’de başlayan göç hareketimizin bir özetini yaptı gece yarısına kadar. Ardından ellerini gökyüzüne açarak Yaratanına dua etti bu günlere ulaştırdığı için.
27 Ağustos 1961, Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası…
Uyandığımda anamla babam çoktan kalkmıştı. Anam ineği sağmış, kahvaltı için süt kaynatmıştı. Kahvaltı sofrasında domates, biber, salatalık yanında bal da vardı. Babam benim gelişim şerefine kovanların birinden bir parça bal almıştı kahvaltılık için.
Bildim bileli iyi bir çevreci ve doğa ile barışık olan babam cennete çevirmiş konakladığı yeri. Biçtiği sazlarla şiddetli rüzgarların olumsuz etkilerini yok edip, adeta bir çiçek parkı oluşturmuş ev ile çardak arasında. Ayrıca kavun, karpuz, domates, biber ve salatalık ekmiş. Geçen yıllarda aldığı inek buzağılamış. Bir de danamız olmuş.
Mustafa bugün işe gitmedi. Derviş çavuştan izin almış Ağabeyim geldi diye. Etrafı dolaşıyoruz. ‘’Bak birader, babam arıcılığa da başladı.’’ Diyerek birkaç tane arı kovanı gösterdi. Ardından Berdan Nehri’nin kollarından biri olan nehir üzerindeki köprüden geçerek Tarsus Plajına geçiyoruz. Sosyal tesisleri olmayan bir plaj burası. Kıyıda bir süre dolaştıktan sonra eve dönüyoruz.
Mustafa ile İstanbul’u konuşuyoruz. İstanbul’da 3 yıl okuma şansını yaratmış olmama seviniyor. Ardından Konya Maarif Koleji’nden söz ediyoruz. Ufkunu açtığını, İngilizcesinin bir hayli ilerlediğini söylüyor.
İşe gitmek için erken kalkması gerektiğinden saat 21,00 civarında yatıyoruz. Uyumadan önce aklıma yüklenme senedi geliyor. Yarın babamla konuşmalı ve Mersin’e gitmeliyim.
29 Ağustos 1961 Salı, Mersin…
Yüklenme senedi için dün Mersin’e geldim. Nine dediğim Anneannem çok sevindi beni görünce. Kucaklaşıyoruz. Ellerinden öpüyorum. Kerim dayımla Ayşe Yengem işte, Yusuf dayımla Kerime yengem evlerindelerdi. Her zaman olduğu gibi Yusuf dayım coşku ile karşıladı. Kardeşim ve benimle gurur duyduğunu hissettirirdi her zaman. Okullu olduğumuz için ikimize de ayrı bir özen gösteriyordu. Ailede ilk okullu olan çocuklardık.
Hoşbeşten sonra ‘’anlat bakalım yeğenim. Yaz tatilinde okuldaydın, neler yaptın?’’. İstanbul’da üç yıl okuma fırsatı yakaladığımı anlatıyorum. Üç yıl İstanbul’da okuyacak olmam Yusuf dayımı heyecanlandırmıştı. Gözlerinin içi gülüyordu. Yüklenme senedini istediklerini söyledim. Çözeriz yeğenim dedi. Öyle de oldu. Bugün kefilim oldu, noterde yüklenme senedi düzenlendi.
Noterden çıktıktan sonra ‘’Hadi yeğenim, sahile inip birer çay içelim.’’ Dedi Yusuf Dayım. Önce sahilde biraz dolaştık sonra da eski günleri yad edercesine, yanında birer simitle çay içtik. Ardından Mersin Garı’na kadar gelip, cebime de biraz harçlık koyarak, beni Tarsus’a uğurladı.
3 Eylül 1961 Pazar, Tarsus…
Erkenden kalktık. Bugün mevsimlik işçiler için tatil. Bir aylık ücretlerini alıp, evlerinin ihtiyaçlarını giderecekler. Kardeşim Mustafa da ücretlerini alacak ve mevsimlik işçi dönemini sonlandıracak. Ben bir hafta sonra İstanbul yolculuğunu başlatırken Mustafa da benden bir hafta sonra Konya’ya gidecek. Parasız yatılı okuduğu Konya Maarif Koleji üçüncü sınıf öğrencisi olmuştu.
Babamdan izin alarak bisikletiyle Karabucak Ormanı İşletme Şefliği Muhasebesi ’ne gideceğiz. Mustafa ücretini aldıktan sonra geçen yıl Karabucak ’ta yan yana çapa salladığımız arkadaşımız Salih’in de başka işi yoksa birlikte Tarsus’a gitmek istiyoruz.
Kahvaltıdan sonra yola çıktık. Bisikleti Mustafa kullanıyor. Ben önündeki barfikste oturmuş durumdayım. Kıyı yörelerinde meltem rüzgarları sabahları karalardan denizlere doğru esmekte. Bu nedenle tam karşımızdan hareketimize karşı koyacak şekilde esiyor. Akşam dönerken de bu kez denizden karaya doğru, yine bizi karşısına alarak esecek. Meltem rüzgarları bisikletin hareketini zorluyor. Bereket yeterince güçlenmişiz.
Yaklaşık saat 11,00 Karabucak merkezine ulaştık. Muhasebe önünde birkaç kişi vardı. Bir gün önce Mustafa ile sözleşmiş olan Salih bizi bekliyordu. Ücretini almış, bir miktar harçlık aldıktan sonra üstünü babasına bırakıp gelmişti. Sıra bize geldiğinde Muhasebe Şefi İsmet Bey bizi oldukça sıcak karşıladı. Çay ısmarlamak istedi. Teşekkür edip, ayrıldık. Bisikletlerimize binerek Tarsus’ yollandık.
Tarsus’ta Salih’in tanıdığı bir esnafa bisikletleri emanet ettikten sonra çarşıda dolaştık. Cleopatra Kapısı’ndan ayrılıp Tarsus Şelalesi’ne giderken yolumuz üzerinde Adana ve Mersin’in yaz sıcaklarını serinletici ‘’Bici Bici tatlısı’’ satan bir dükkâna rastladık. Aklıma Mersin’deki İlkokul dönemi geldi. Halka tatlılarımızı sattıktan sonra sokak satıcılarından alıp, serinlemişliğimiz vardı. Hemen birer kâse aldık.
Adana ve Mersin yöresine ait olan bici bici tatlısı özellikle yaz aylarında satış rekorları kırıyordu. Temmuz-Ağustos aylarında serinleten ve Mersinlilerin yemekten vazgeçemediği bici bici tatlısı buz püresi, pişmiş nişasta, pudra şekeri ve şerbetten yapılıyordu. Buz püresinin arasına karıştırılmış nişasta üzerine mevsim meyveleri, gül suyu ve şerbetin döküldüğü bici bici Tarsus’ta da oldukça ilgi görmeye başlamıştı.
Tatlılarımızı yiyerek Tarsus Şelalesine ulaştık. Şelaleyi panoramik olarak göreceğimiz bir yere oturduktan sonra bir demlik çay söyledik. Yanına da simit ve peynir aldık. Muhteşem üçlü ‘’Çay-peynir-simit’’ bir araya gelmişti yine. Mersin’de simit sattığımız günler aklıma geldi.
Tarsus Şelalesi’nde güzel bir gün geçirdikten sonra evlerimize döndük…