19 Mayıs 1959 Salı, İvriz…

Üç akordeon, iki klarnet, 15 mandolinle birlikte davulların vurduğu Ereğli stadyumunda yöresel ve ulusal oyunlarıyla İvrizli öğrenciler kıvraklaşırken, Ereğli stadyumundakiler, her oyundan sonra yeniden ayağa kalkıyor, yer yerinden oynuyordu. Değişen müziğin değişen ritmine eşlik eden öğrenciler yeniden harekete geçiyor, çığlıklar yeniden yükseliyordu göklere… 

Alkışlar, alkışlar, alkışlar… Ancak bir tek eksik ve üzücü yanı vardı bu coşkulu gösterinin. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bunu görememiş olması… Kendi sesimiz, ritmimiz ve kültürümüz karşısında duyulan bu ulusal coşku, Atatürk’ün en çok görmek ve yaşamak istediği, içinde kalan bir özlemdi. Gittiği yerlerde hasta olmasına rağmen Sarı Zeybek ve Harmandalı oyunlarına kalkması bundandı.

İvriz İlköğretmen Okulu öğrencilerinin Ereğli Stadyumundaki 1959 yılı 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarından söz ediyorum. Başta Mehmet Karaman ve Müzik Öğretmenimiz Kemal Çuhalılar olmak üzere,  Spor Öğretmenimiz  Ali Orhan Bekar gözetiminde bir ay süre ile bu güne hazırlanmıştı İvriz İlköğretmen Okulu. 19 Mayıs 1959 Salı günü bütün İvrizli ailesinin öğretmenleri, idarecileri, çalışanları ve öğrencileriyle Ereğli’ye inmiş, stadyumda gösteri yapacak yüzlerce öğrenci ve okul bandosuyla Ereğli Caddelerinde konserler vererek stadyuma girmiştik.

Mehmet Karaman’ın yönetiminde stadyumda yerini alan 200 kişilik oyun ekibi ve oyunların ezgileri Ereğli halkının ilgi odağı olmuştu. Mehmet Karaman’ın işareti ve Rahmi’nin davulunun vuruşlarıyla akordeonlardan, zurna ve klarnetlerden arka arkaya boşalan müzikle birlikte Bengi, Arpazlı ve Dağlı zeybekleri başlatılmıştı. Havalanan beyaz gömlekli, lacivert asker kumaşı pantolonlu kızlı-erkekli oyuncular, stadyumu dolduran Ereğli halkını kendi ritmine ve sesine ortak etmişti. Ereğli halkı ezgilerin sesi ve zeybeklerin ritmiyle ilk kez böylesine bütünleşiyordu.  Büyülenmişlerdi… Çoktan kaybettiklerini sandıkları bir şeyi bu oyunlarda buluşmuşçasına bir sevinç ve coşkuyla ayağa kalkmışlar, bağırıyorlardı. İvriiiz, İvriiiz…

Ereğli’de olduğu gibi diğer yörelerde de Anadolu Halkı, kuşaktan kuşağa aktardığı ama tam olarak kullanamadığı, ayıp bile sayıldığı bu öz ritim ve seslerin kenarda köşede unutulmuş olduğunu sanıyordu. Hele okullarda tekrar yeşereceğini, yüzlerce kişiyle ve stadyumda davullu, zurnayla akordeonlu oynanabileceğini, oralara taşınacak kadar değerli olduğunu bilmiyordu. Bunu görünce yüzyılların özlemiyle durmadan bağırıyorlardı… İvriiiz… İvriiiz…

Ne gün dü? Ama… Unutulmaya yüz tutmuş folklorumuz ve önemli bir yeri olan zeybekler, yöresel ve anonim ezgilerimiz Köy Enstitüleri ve ardılı olan İlköğretmen Okulları ve halkevleri aracılığıyla köylerde ve kentlerde su yüzüne çıkarılmıştı. Enstitüler yalnızca ekip yetiştirmediği ve herkesin katılımını amaçladığı için yaygınlaşması da kolay olmuştu. Öğrenciler gittikleri yerlerdeki şenliklerde yöresel oyunlarla çıkıyorlardı ortaya. Halkın geleneklerinden, geçmişinden süzülüp gelen ritim ve ezgilerin, ilginç folklorik motiflerin güzelleşmiş ve zenginleşmiş olarak ortalığı şenlendirmesi, herkesi şaşırtıyor ve onları katılıma çağırıyordu.

Folklor ve ezgiler denilince İvriz’de ilk akla gelen Mehmet Karaman’dı.  İvriz Köy Enstitüsünün ilk mezunlarından olan Mehmet Karaman İvriz’in taşında toprağında, havasında, suyunda, her şeyinde vardı. Bunu öğrencilerine de aşılamıştı. İvriz sevgisini yerel ve ulusal milli oyunlarla pekiştirmişti. Öyleydi çünkü ustaca zeybek oynayabilen Mehmet Karaman bu yeteneğini bütün İvriz’lilere aktarmıştı. Haftada iki gün, Salı ve Perşembe günleri sabah kahvaltısından önce bütün okul öğrencileri folklor oynardı. Müzik kolunda olanlar da mandolin, akordeon, davul ve seçilen zeybeğin türüne göre zurna ya da klarnet de bando ekibinde yerini alırdı. Ben akordeon çalanlardan biriydim. Bu gün de akordeon çalarak bandoda yerimi almıştım.

Kendi öz kültürümüz olan halk oyunları, yani folklorumuz ülkemizde, 1900 yılında, şair, filozof ve devlet adamı olan Rıza Teyfik Bölükbaşı tarafından yazılan “Raks” adlı ilk makalesinden sonra, Türk aydınları tarafından, Anadolu Folklorumuz olarak önemsenmişti. Çalışmalar yapılmıştı. Mustafa Kemal Atatürk 1925 yılında, İzmir’de Selim Sırrı Tarcan’ın düzenlediği, Tarcan Zeybeğini izlediğinde, “Cumhuriyetin temeli kültüre dayanacaktır.” Demiş, “müziksiz devrim’’ olamayacağını söylemiş ve devam etmişti.

Hanım efendiler, beyler! Selim Sırrı Bey zeybek raksını ihya ederken ona bir medeni şekil vermiştir. Bu sanatkâr üstadın eseri hepimiz tarafından seve seve kabul edilerek milli ve içtimai hayatımızda yer tutacak kadar tekemmül etmiş, bedii bir şekil almıştır. Artık Avrupalılara bizim de mükemmel bir raksımız var diyebiliriz. Bu oyunu salonlarımızda, müsamerelerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı her içtimai salonda kadınla birlikte oynanabilir ve oynanmalıdır.” Diyerek, Halk oyunlarına Türk halkı olarak önemsememiz gerekliliğini vurgulamıştı.

Nitekim Atatürk, 1938’de Bursa’nın Tarihi Belediye Sarayında, uygar dünyanın salon dansı olan vals yapılırken, tam ortasında, Sarı Zeybek çaldırmış, hasta olmasına rağmen, bu zeybeği oynayarak hem Türk’ün salon dansının zeybek olduğuna işaret etmiş, hem de gelecek kuşaklara kültürel mirasımızın mesajını vermişti.

Gündüz Ereğli stadyumundaki coşkulu kutlamalarımızın ardından akşam da kapalı spor salonunda, başta ‘’Çayda Çıra’’ olmak üzere folklor gösterilerinin yanı sıra İvriz Korosu yöresel halk ezgilerini seslendirmişti. Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’Müziksiz devrim olmaz.’’ Sözünün doğruluğunu 19 Mayıs 1959 yılında Ereğli’de bir kez daha görmüştük. Görevlerimizi yapmış olmanın mutluluğu ve tatlı bir yorgunlukla okula geri dönmüştük. Bir bakıma 1958-59 Eğitim ve Öğretim yılının da sonunu getirmiştik…

Share Button