24 Ocak 1960 Pazar, Mersin…
Sanki karyola demirlerine vuruluyormuş gibi bir duygu ile gözlerimi aralamıştım ama, ses karyola demirlerine vurulan anahtar sesine benzemiyordu.
Biyolojik saatim İvriz’deki düzene endekslenmişti. Saat sabahın 06:30 civarı olmalıydı. Etrafımı dikkatlice gözden geçirdiğimde, Mersin Göçmen Barakaları olarak bilinen yerde, bir barakada, ailemin yanındaydım.
Cuma öğleden sonra karnelerimiz dağıtılmış, ikinci sınıf birinci yarıyıl tatiline girmiştik.
Bu yıl da ilk bir ay, bütün derslerde parmaklarım havada olmuş, bütün sorulara doğru yanıtlar vermiştim. Gerisi de kendiliğinden gelmişti.
Ufak tefek hatalarım görmezden gelinmiş, birinci dönem bütün sözlü ve yazılı sınavlarda tam not vermişti öğretmenlerim.
Karnemdeki bütün notlarım 10 üzerinden 10’du.
Cumartesi günü, Konya’dan gelen, Toros Ekspresi’ne saat 18:00 de bindim. 18:10’da Ereğli’den kalkan tren saat 20:50’de Adana Mersin arasındaki Yenice İstasyonu’na ulaşmıştı. Aktarma yaparak 21:30’da Mersin’de saaat 22:00’de de göçmen barakalarında ailemin yanına geldim.
Yaklaşık 3 yıl sonra ailem yine Amanosların öteki yüzüne, Çukurova’ya inmek ya da geri gelmek zorunda kalmıştı. Göçler birbirini kovalıyordu. Yerleşik düzene ne zaman geçebileceğimiz konusunda bir ışık görünmüyordu.
Ereğli-Yenice arasındaki yolculuğum süresince zamanda geriye, 29 Haziran 1957 Cumartesi gününe gittim. Cuma günü Misli’den dönen babam, mülkiyeti hazineye ait olan, ekim dikim yapamadığımız tarlalarımızı kurtarmak için Niğde’ye geri dönmemiz gerektiğini söylemiş ve Niğde Bor’a gitme kararı almıştık.
Oysa, Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu’nda 4. sınıfı başarıyla tamamlamış, beşinci sınıfa başlamadan önce, aile bütçesine katkı için simit satmaya bile başlamıştık kardeşimle.
Mersin’den ayrılabileceğimiz hiç aklımıza gelmemişti.
Babamın Bor’da, emekli öğretmen Necati Bey’in elma bahçesinde mevsimlik işçiolarak işe başlaması nedeniyle Misli’ye gitmemiş, Bor Künkbaşı Mahallesi’nde kiralanan bir eve taşınmıştık.
Bor 29 Ekim İlkokulu beşinci sınıfa başlamış, üç ay sonra da zorunlu olarak Misli’ye dönmek zorunda kalmıştık. Misli’den, 1958’de İvriz Ailesine katılırken, kardeşim de bir yıl sonra Konya Maarif Koleji ailesine katılmıştı. Kardeşimin yatılı olmasıyla birlikte babam anamı Mersin’e almış, göçmen barakalarında yaşamaya başlamışlardı.
Barakalar arasındaki karanlık ve çamurlu sokaklardan ailemin oturduğu barakanın kapısını tıklattığımda anam ”Kim O…” diye seslendi. ”Ana ben Mehmet…” deyince kapı açıldı. Babam bir köşede yatsı namazını kılıyordu.
Anama sarıldım, ellerini öptüm…Babamın namazını bitirmesini bekledim. Namazını bitirip selam veren babam,
-Hoş geldin Mehmet…Hayır mı oğlum.
-Hayırdır Baba. Yarıyıl tatiline girdik. Sizleri görmek, hayır duanızı almak için geldim.
-Karne notların nasıl oğlum?
-Bütün derslerden tam not, 10 üzerinden 10 aldım Baba.
Deyince Babamın gözleri ışıldadı, yüzüne büyük bir tebessüm yayıldı.
-Beni ve ananızı çok mutlu ettin oğlum.
Dedi ve yaklaşık bir, bir buçuk saat süreyle Bulgaristan’dan ayrıldığımız 24 Nisan 1951’den başlayarak, destansı bir şekilde göç hikayemizi anlattı bir kez daha.
Sözünü bitirdiğinde gözlerimden uyku akıyordu. Anamın hazırladığı yer yatağına kafamı koyar koymaz uyumuştum.
Babamın destansı göç hikayemiz gece rüyalarımın konusu olmuştu.
Dondurucu ve karlı bir nisan sabahı Karagözlerden açık bir kamyon üzerinde başlayan yolculuğumuz, yolculuk boyunca anamın şiddetlenen öksürükleri, Edirne Karaağaç Tren Garı, Muhacirhane, ince hastalık teşhisiyle Muhacirhane Hastanesine yatırılan anamdan ayrılmak istemeyen 2 yaşındaki kardeşim Şaban’ın feryatları…
Kan ter içinde bir tarafımdan diğer tarafıma dönerken bu kez kendimi Maraş-Afşin arasındaki Gavur Dağlarına tırmanan bir kamyon kasasında Halil Dedemlerle birlikte buldum. Halil Dedem ”çocuklar kamyon geriye doğru kayıyor. Uçuruma yuvarlanacağız.” diye feryat ediyordu. Kamyondan atlamıştım ki bu kez de kendimi Ceyhan pamuk tarlalarında buldum.
Pamuk tarlasındaki korunaksız çadırımızda bir sivrisinek bulutu içindeydim. Her yanımı sarmış olan bu arsız sinekler adeta bütün knımı emmek istiyorlardı.
Dolmuş olan sidik torbamı boşaltmak için çadırdan çıktım. Ama pamuk tarlasında değil, mersin Göçmen Barakalarında, ailemin kaldığı barakadan çıkmıştım.
Sidik torbamı boşalttıktan sonra yine yattım rüyalarımdan uzak kalmak umuduyla…