7 Kasım 1959 Cumartesi, İvriz…
Saat 12;00’de dersler bitmiş, hafta tatiline girmiştik. Bu akşam etüt yoktu, başka etkinliklerimiz vardı okulda. İvriz Köy Enstitüsü’nde eğitim çalışmalarına ve sosyal etkinliklere büyük önem verilirdi. Başta özgüvenimiz olmak üzere, bizlere kazandırdığı pek çok yeteneklerimizin yanı sıra, gözden kaçırılmaması gereken bir diğer nokta da, İvriz’de gerçekleştirilen sosyal ve sanat etkinlikleriydi.
Başta müzik ve resim olmak üzere, yazarlığa hazırlık, senaristlik, küçük hikâye yazarlığı, tiyatro ve folklor çalışmaları üzerinde önemle durulurdu. Bu konulardaki yeteneklerimizi ortaya koyma ortamı düzenlenen Cumartesi akşamları etkinlikleriydi.
Öğle yemeğinden sonra değişik birim ve yerlerde nöbeti olanlar görev yerlerine gitmişlerdi. Müzikhane nöbetçisiydim. Nota defterimi almak için önce sınıfa uğradım. Yemekhanenin yanından geçerken tatlı ve hummalı bir çalışma yapıldığını gördüm. Zamanım vardı, uğradım. Yemekhane sinema salonuna dönüştürülüyordu. İçimi tatlı bir sevinç kaplamıştı. Demek ki bu akşam güzel bir film izleyecektik.
İvriz’deki öğrencilerin yüzde doksanı uzak köylerden geldikleri ve yatılı olduklarından ötürü hafta sonu tatillerinde evlerine gitmezler, gidemezlerdi. Bu nedenle de Cumartesi günleri akşam yemeğinden sonra yemekhanemiz bir tiyatro ve konser salonuna dönüştürülürdü.
Düzenlenen hafta sonu eğlenceleri önemliydi. Bu eğlencelerde çeşitli yazarların tiyatro eserleri ya da İvrizli öğrencilerin yazdıkları oyunlar sergilenirdi. Bazen şiir ve şarkı yarışmaları düzenlenir, arkasından folklor gösterileri olurdu. Bazı hafta sonlarında seçme Türk filmlerinin yanı sıra yabancı filmler de getirilirdi.
Etütlerde ödevler ve sonraki günün ön hazırlıkları yapılmış olduğundan, boş kalan zamanların da iyi değerlendirilmesi gerekiyordu. Bütün Dünya Klasiklerinin bulunduğu kütüphaneye yönlendirerek haftada en az bir kitap okunmasını ve özetinin çıkarılmasını sağlamışlardı.
Böylece Bilginin Güç olduğunun farkına varmıştık. Bu konuda da öğretmenlerimiz çok iyi rehberlik yapmışlardı. Yapmışlardı ki bazılarımız müzik dalında, bazılarımız resim dalında, bazılarımız edebiyat ve spor dalında, bazılarımız da tiyatro ve sinema dalında yetkin hale gelmiştik.
Bizim Köy adlı eseriyle unutulmazlar arasına giren Mahmut Makal, yazar ve sendikacı olarak Fakir Baykurt ve daha niceleri Köy Enstitüleri kökenliydi. Nitekim Mehmet Aydın ünlü bir senarist olarak karşımıza çıkacaktı yıllar sonra. İlk senaryosu “Kanlı Buğday”dı. Daha sonra “Eşkıya Celladı”, ardından da, birçok ödül kazanan “Umut”…Yazılacaktı.
1967′ den itibaren senaryo yazarı, 1987′ den itibaren de yönetmenlik yapacak olan Mehmet Aydın’ın, aralarında “Eşkıya Celladı”, “Pir Sultan Abdal”, “Çile”, “Yalan” ve “Küçüğüm”ün de bulunduğu 60′ a yakın senaryoda imzası olacaktı…
Yemekhanedeki yoğun ve keyifli çalışmayı geride bırakarak Müzikhaneye gittim. Keman ve piyano çalışmak isteyen arkadaşlarımız beni bekliyorlardı. Bütün Köy Enstitülerinde olduğu gibi İvriz’de de yeterli keman ve mandolin vardı. Piyano tekti, zaten meraklısı da fazla değildi. Herkes piyano ve keman çalmak zorunda değildi, ancak mandolin çalmak zorunluydu. Zorunluydu çünkü müzik evrensel bir dildi.
Mustafa Kemal Atatürk 1925 yılında, İzmir’de Selim Sırrı Tarcan’ın düzenlediği, Tarcan Zeybeğini izlediğinde, “Cumhuriyetin temeli kültüre dayanacaktır.” Demiş, “müziksiz devrim’’ olamayacağını söylemişti.
Keman, piyano ve mandolin sesleri arasında zamanın akışı hızlanmış ve akşam yemeği için ziller çalmıştı. Müzik aletlerini aldığımız yerlerine koyduktan sonra yemekhaneye gittik. Yemekhanenin girişi ve içerisi oynatılacak filmin afişleriyle donatılmıştı. Yakından baktığımızda oynatılacak olan filmin, o günlerde çok popüler olan ünlü Hint filmi, Raj Kapoor’un ‘’Avare’’ filmi olduğunu gördük.
Bir an önce yemeklerimizi yemek ve filmi izleyebilmek için masalarda yerimizi aldık. Yemek sonrasında salonun hızla hazırlanabilmesi için yemekhane nöbetçilerine de yardım edip, sinema salonuna dönüştürdük.
İvriz’de düzenlenen sinema etkinliklerine önemsiz sayılabilecek bir bilet ücreti ödeyerek girerdik. Film başlamadan önce de İvriz’in Sinema Kolundaki arkadaşlardan biri de oynatılacak film hakkında özet bilgiler verirlerdi. Öncelikle, neden getirdikleri filmi seçtiklerini anlatırlardı. Bu kez de öyle olmuştu. Neden Raj Kapoor ’un filmini getirdiklerini anlatmışlardı.
Sinema soluna dönüştürülen salonun sahnesine çıkan Sinema Kolundaki arkadaşımız sessizliğin sağlandığını gördükten sonra mikrofonu eline alarak ‘’İyi ve keyifli bir akşam dilerim arkadaşlar. Neden Avare filmini seçtiğimiz konusunda kısa bir bilgi sunmak istiyorum.’’ Demiş ve devam etmişti.
Anadolu’da hepimizin bildiği olumsuz deyimlerden biri ‘’Fukara bir babanın çocuklarına bırakacağı miras fukaralıktır.’’ Diğer deyimlerden bazıları ise ‘’Suçlu birinin çocuğunun yine suça itileceği’’, ‘’Hırsız bir babanın çocuğu da büyük bir ihtimalle hırsız olacağı’’ ön yargıları toplumumuzca kabul edilmiş ve ettirilmeye çalışılmıştır. Bu ön yargıların yanlış olduğunun en büyük kanıtı Köy Enstitülerinde ve ardılları olan İlköğretmen Okullarında okuyan bizleriz. Sizlerin babalarınızda olduğu gibi benim babam da bu tür ön yargılara inanmadı. İyi bir eğitimle fukaralığın yenileceğine inandı ve beni buraya gönderdi.
Bütün insanlık tarihi boyunca, bazılarınca, insanlar arasında hiyerarşiler yaratıldı. Başta Hammurabi Kanunlarında olduğu gibi Amerika’nın Bağımsızlık Bildirgesi’nde de hiyerarşi vardı. Köleler ve siyahiler yüzlerce yıl toplumun pisliği olarak görüldü. Dini ve bilimsel mitler bu ayrımları haklı göstermek için çalıştılar. İlahiyatçılara göre, Afrikalıların Nuh’un oğullarından bir olan Ham soyundan geldiklerini ve babaları Nuh’un Ham soyunu köle olarak lanetlediklerini ileri sürmüşlerdi. Nitekim ülkemizde de fukaralar, marabalar, yarıcılar değersizleştirilmiştir.
Bu akşam sizlere gösterilecek olan ‘’Avare’’ filminde de bu konu işlenmekte ve olumsuz algının doğru olmadığı eğlenceli bir biçimde seyircilerine aktarılmaktadır.
Filmin hem yönetmeni hem de oyuncusu olan Raj Kapoor, sevimli ve şaşkın bir hırsız olarak karşımıza çıkıyor bu siyah beyaz filmde… Bir suçlunun çocuğunun yine suça itileceği ön yargısını taşıyan dönemin hâkimi Raghunath, masum bir adamı mahkûm etmekten çekinmemişti. Ne var ki eşiyle arası bozulup çocukluğundan beri görmediği kendi öz oğlu Raj çulsuz bir hırsız ve katil olarak karşısına dikilecektir bu filmde.
Tiyatro Kolundaki arkadaşımızın açıklamalarından sonra başlayan Avare filmi dansları, komik sahneleri, mantıksız sekansları ve bazen de gerçekten insani bölümleri ile, kelimenin tam anlamında bir nostalji fırtınası estirmiş ve hepimizi hem güldürmüş hem de gözyaşlarına boğmuştu…