26 Ekim 1958 Pazar…
İvriz’de beşinci hafta sonu. Dün bir hafta süreyle nöbete çıkacak yaklaşık 60 öğrenci seçildi ve göreve başladılar. Görevli öğrencilere verilen sorumlulukla birlikte yetki de veriliyordu. Bir başka deyişle okulun yönetim ve işleyişi öğrencilerle paylaşılıyordu.
İvriz’de temizlik birinci öncelikti. Temizlik nöbetçileri başta yemekhane, yatakhaneler ve sınıflar olmak üzere, tüm okulu tertemiz yaptılar. Yatakhane nöbetçileri çok çalıştılar. İvriz’de kurallar tam anlamıyla işlemeye başlamış ve olumlu sonuçları da görülmeye başlamıştı.
Yabancılığımızı ve ürkekliğimizi henüz üstümüzden tam olarak atamadığımız ilk haftalarda, her konuda bize yardımcı olan öğretmenlerimiz ve büyük sınıflardaki ağabeylerimiz oldukça hoşgörülü davrandılar. Ama herkesin yeri yurdu, sınıfı yatakhanesi belli olup dersler de iyiden iyiye başladıktan sonra, hayli katı bir disiplin kendini hissettirmeye başladı. Öyle ki bu disiplin ağabeylerimiz, öğretmenlerimiz ve yöneticilerimizden ziyade ziller tarafından uygulanıyordu.
Sanki idare ve idare ile yönetimi paylaşan nöbetçilerden çok bizi yöneten uzunca çalan sert tınılı zillerdi. Yatma kalkma, kahvaltı yemek, mütalaa ve ders saatlerimizi hep bu ziller haber verirdi. Okulumuz çok geniş bir alana yayılmış olmasına rağmen ziller en uç noktalardan bile duyuluyordu. Düzen böyle kurulmuştu.
Okulda tam bir kışla havası vardı. İyi ki vardı çünkü 600 civarında öğrencinin olduğu İvriz’de kadrolu çalışan 10-12 görevli bulunurdu. Söz gelimi yemekhanemizde bir aşçıbaşı ile yardımcısı olurdu. Onlar yemekleri hazırlardı. 600 öğrenci ile birlikte okul müdürü ve öğretmenlerin de yemek yediği yemekhanede yemek masalarının hazırlanması, yemekten sonra masadakilerin toplanması ve bulaşıkların yıkanması gibi işler yemekhanedeki nöbetçi olan öğrenciler tarafından yerine getiriliyordu.
Yemekhane ve idarede olduğu gibi diğer birimlerde de öğrenciler görevliydi birer hafta süreyle. Görevli nöbetçi öğrenciler hafta süreyle derslere girmezdi. Ders notlarını derse katılan arkadaşlarından alır, kendi defterine çeker ve çalışırdı. Fırında, çamaşırhanede, yemekhanede, müzikhanede, laboratuvarda, idarede, ziraatta ve diğer birimlerde birer hafta süreyle aldığımız sorumlulukların bizi hayata hazırladığını yıllar sonra yaşayarak öğrenecektik. Öğrenecektik çünkü Eğitim bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şeydi.
Okul yönetim binası ile yemekhane bitişikti. Yöneticiler ve öğretmenler bir ara kapı ile yemekhaneye geçerlerdi. Arazi eğiminden ötürü, yönetim binası ile aynı zeminde olan yemekhanemizin bir de bodrum katı vardı. Yemekhane binamız iki katlıydı yani. Ziraattan gelenler için bodrum, zemin kat oluyordu. Zemin katta mutfak ve gerekli erzakla eşyalar bulunurdu. Zemin üstü bölüm yemekhaneydi.
1958’li yıllarda okullar henüz kalorifer sistemleriyle tanışmamışlardı. Odun ve kömür sobasının da bulunmadığı yemekhanemizde fazla yer kapladığı için sandalye yerine tabureler kullanılmıştı. Yemek sonrası yeterince temizlenemedikleri için üzerine oturduğumuzda bazen pantolonumuza yapışırdı. Tam bir kışla havasının olduğu okulumuzdaki sabah kahvaltılarında herkese çeyrek ekmek verilirdi. Çaylarımızı kazanlardan kepçe ile alır, su bardaklarına koyardık. İkinci bir çeyrek ekmek alma olanağımız olmadığı gibi, ikinci bardak çay alabilmek de pek mümkün değildi.
Kısa sürede alıştık okulun katı kuralları ve disiplinine. Kurallar ve disiplin bilgilenmeyi, iş içinde çok yönlü öğrenmeyi, her koşulda başımızın çaresine bakmayı ve başarıyı getirecekti, buna ihtiyacımız vardı.