8 Aralık 1958 Pazartesi, İvriz…

Ranzaların demirlerine vuran madeni bir sesle uyandım. Gözlerimi açtığımda hala alaca karanlık ve çok soğuktu. Üstelik geçen hafta sınıf nöbetçisi olarak her sabah daha da erken kalkmak zorunda kalmıştık Emin arkadaşımla. Nöbetçi öğretmen bir taraftan ‘’Kalkın, oyalanmayın, geri geldiğimde kimseyi yatakta görmeyeceğim.’’ Derken, bir taraftan da elindeki anahtarlarla ranza demirlerine vurarak ilerliyordu.

Saat 05,45 olmalıydı. Nöbetçi öğretmen Müzik Öğretmenimiz Kemal Çuhalılar ’dı ve 15 dakika erken gelmişti. Kemal Bey’den bütün öğrenciler çekinir, korkuyla karışık bir saygı duyarlardı. Geri döndüğünde kimse yatakta yakalanmak istemezdi. Üstelik bu gün Müzik dersimiz de vardı.

Camları buz tutmuş yatakhanemizden dışarısı görünmüyordu ama pencere aralıklarından, kapı altlarından, görünmez çatlaklardan rüzgâr doluyordu yatakhanemize. Kış bütün şiddetiyle devam ediyordu İvriz’de. İstemeyerek ve telaşla çıktık yataklarımızdan. Yatakhane ne kadar soğuk ve soğuk hava ne kadar yakıcıydı. Soğuk yakar mıydı? Yakıyordu işte… Sanki İvriz’le birlikte Dünya buz tutmuştu. Sabahları saat 06.30’da mütalaa (etüt) zili çalmadan sınıflarımızda olmak zorundaydık.

İvriz’de öğrenciler için hayat sabahleyin saat 06’da kalk zilinin çalmasıyla birlikte başlardı. Ardından da nöbetçi öğretmen, bazen öğrenci başkanı ya da disiplin başkanı, genellikle ellerindeki bir anahtar ya da bir madeni para ile demir ranzalara vurarak uyanmayanları uyandırırlardı. Bu gün bize Kemal Çuhalılar düşmüştü. İstemeyerek çıktığımız yataklarımızdan alel acele giyindik. Öncelikle yataklarımızı düzelttik, düzeltmek zorundaydık. İki yatakhane arasındaki tuvaletlerde ihtiyaçlarımızı giderdik, neredeyse donmuş olan musluklardan damlayarak akan sularla elimizi yıkayıp, sınıfımıza gitmek üzere dışarı çıktık. 

Korkunç, kar tipili bir fırtına Torosların dibinden ziraata doğru hücum ediyor ve yatakhanelerin arasından, tozu dumana katarak ve ıslık çalarak gidiyordu. Binaların, yolların, direklerin, uzaklarda görünen her şeyin her tarafı karla örtülüyor ve bu örtü giderek büyüyordu. Paltolarımıza sıkı sıkıya sarılmış ve arkadaşlarımızla el ele tutuşmuş olarak sınıfımıza yollandık. Kar taneleriyle birlikte biz de savruluyorduk. Hatta aramızda sıska olanlardan uçanlar bile olmuştu. Bir an fırtına durdu. Sınıfımıza doğru hep birlikte hamle yaptık… Dalgalar halinde tekrar esmeye başlayan kar tipili rüzgârda kazasız belasız sınıfa ulaştık. Bizden önce kalkan nöbetçi arkadaşlarımız da kömür sobasını rahat tutuşturmuşlar ve sınıfımız ısınmıştı.

Köy Enstitülerinde ve devamı olan İlköğretmen okullarında günlük yaşam bazı bölgesel farklılıklar dışında birbirine çok benzemekteydi. Genel olarak tüm enstitülerde yaşam saat altıda başlamaktaydı. Sabah etütleriyle birlikte, günde zorunlu olarak 3 saat etüdümüz olurdu. Nöbetçi öğretmen ve üst sınıflardaki öğrencilerin gözetim ve denetiminde gerçekleştirilen etütlerde bütün ödevlerimiz bittiği gibi ertesi günkü derslerin ön hazırlığı da yapılmış olurdu. Muhteşem ve mükemmel bir uygulamaydı zorunlu etütler. Öyleydi çünkü yapamadığınız soruları sınıf arkadaşlarınıza sorabildiğiniz gibi nöbetçi öğrenci ve öğretmenden de yardım alırdınız.

Haftanın ilk günü 06,30’da başlayan bu etütte kütüphaneden aldığım Jule Verne’inin ‘’Aya Seyahat’’ adlı kitabını bir kez daha gözden geçirme gereğini duydum.   Geçtiğimiz Cumartesi ve Pazar günleri bütün ödevlerimi bitirmiş ve kalan zamanlarımda biraz müzik, biraz resim, biraz da sporla ilgilendikten sonra Türkçe Öğretmenimiz Şerif İken ’in önerisiyle Bilim-Kurgu kitaplarından birine yönelmiştim. Yönelmiştim çünkü bilime olan ilgimi arttırıyordu.

İvriz’de bizlere öncelikli olarak kazandırılmak istenilen davranış, okuma alışkanlığıydı. Bir bakıma kitap okuma seferberliği başlatılmıştı. Okumanın önemi, benimsenmesi ve alışkanlığa dönüşebilmesi için yoğun çaba gösterilmişti. İvriz Kütüphanesi oldukça zengindi. Kütüphaneyi dolduran kitaplar Hasan Ali Yücel ve İsmail hakkı Tonguç döneminde çevirtilip yayınlanan Dünya klasikleri olmuştu.

İvriz’deki kitap listesi, genelde Hint, Çin, Yunan, Alman, Amerikan, Fransız, İngiliz, İtalyan, Macar, Rus ve İskandinav klasiklerinden oluşmuştu. Okuma işinin verimli ve faydalı bir yoldan yürümesi için okunan kitapların özetleri çıkarttırılıyor, bunlar gözden geçirilerek üzerinde konuşmalar yaptırılıyordu. Ben de Aya seyahat adlı kitabın özetini çıkarmıştım, ilk Türkçe dersinde arkadaşlara sunum yapacaktım.

Sabah mütalaası 07,15’de bitecekti ama arkadaşlarımın bazıları ayaklanmıştı bile. Hepimiz acıkmıştık. Serbest çalışma saati de diyebileceğimiz etüdün sona erdiğini bildiren zil çalar çalmaz sınıftan fırlayıp, koşar adım yemekhaneye gittik. 1958’li yıllarda okullar henüz kalorifer sistemleriyle tanışmamışlardı. Kömür sobasının da bulunmadığı yemekhanemizde fazla yer kapladığı için sandalye yerine tabureler kullanılmıştı. Tam bir kışla havasının olduğu okulumuzdaki sabah kahvaltılarında herkese çeyrek ekmekle bazen yumurta bazen de peynir-zeytin verilirdi. Çaylarımızı karavanadan kepçe ile alır, su bardaklarına koyardık. İkinci bir çeyrek ekmek alma olanağımız olmadığı gibi, ikinci bardak çay alabilmek de mümkün değildi.

Kahvaltıdan sonra bayrak merasimi için tören alanında toplandık. İstiklal marşı ve Andımız okunduktan sonra okul müdürümüz Kamil Açan eğitim ve öğretimin önemi konusunda bir kez daha durduktan sonra, geçen hafta nöbet tutan öğrencilere teşekkür etti. Müdür yardımcıları da yemekhane, yatakhaneler ve sınıflarda temizlik yapan öğrencilere takdirlerini bildirdiler.  

Her zaman olduğu gibi bu gün milli oyunlardan bazıları bütün öğrencilerle oynandı. Sabah sporu eğlenceli hale getirilmişti yine. Okul bando takımı tarafından müzikleri çalınan milli oyunlar spor olmaktan çıkmış, tam bir şölen havasına dönmüştü. Milli oyunlardan sonra bir düzen içinde dersliklere gidilirdi. Ben bando grubundaydım, akordeon çalıyordum. Sonraki yıllarda bando grubu yerine oyun grubu içinde yer almadığıma bir hayli hayıflanmıştım.

Share Button