8 Şubat 1960 Pazartesi, İvriz…
Cumartesi günü geldim Mersin’den. 1959-60 Eğitim ve Öğretim Yılının ikinci yarıyılı başladı.
İlk akşam etüdündeyiz.
İlk dersler biraz da tatil anı ve izlenimleriyle geçtiğinden yapılacak ödev yok.
Arkadaşlarım alçak seslerle köylerinden, ana ve babalarından, sevdiklerinden ve karşılaştıkları ilginç olaylardan söz ediyorlar.
Ben de yarılamış olduğum anı defterimi açarak Mersin izlenimlerimi yazmaya başladım.
1955-57 yılları arasında konakladığımız Mersin Göçmen barakaları oldukça ferahtı. Kuzeyinde portakal bahçeleri, biraz daha ilerisinde üçüncü ve dördüncü sınıfı okuduğum Kuvayi Milliye İlkokulu vardı.
Barakalardan güneye, Mersin sahiline doğru baktığımda Mersin Tren İstasyonu görünüyordu.
Üç yıl sonra geldiğim Göçmen barakalarının kuzeyindeki bahçeleri ortadan kalkmış, yerini yeni gecekondu bölgeleri almıştı. Güneydeki tren istasyonu, yeni yapılanmalar nedeniyle, görünmez olmuştu.
Göçmen barakaları sıkış tıkış olmuş, aralarındaki geniş sayılabilecek patika türündeki yollar iyice daralmış, kış ortasında olmamız nedeniyle, ayakkabılara yapışıp kalan çamur miktarı da artmıştı.
24 Ocak’ta kabuslar görerek uyandığım Mersin’deki ilk günümün sabahında babam sabah namazını kılıyordu. Anam yer sofrasında, sabah kahvaltısını hazırlamıştı. Babamın namazını bitirmesiyle yer sofrasına oturduk.
Babam sofrada konuşmayı sevmezdi. Oysa sofra konuşulması gereken en uygun zamandı. Babasından öyle gördüğü için, bir an önce kahvaltının ve yemeğin bitirilmesi istenirdi. Belki de işe yetişme telaşı vardı.
Kahvaltı bittikten sonra babam işe giderken ben de önce neneme uğradım. Sıkıca sarıldım. Yanaklarından öptüm ve kokusunu içime çektim. Bana Ceyhan pamuk tarlalarında toprağa verdiğimiz Halil dedemi anımsattı. Ardından Elbistan Hasanköy’de toprağa verdiğimiz en küçük kardeşim Şaban’ı anımsadık. Nenemle birlikte biraz gözyaşı döktük.
Nenemden sonra Kurtuldu Ailesinin en büyüğü Hüseyin Dayıma uğradım. Üç beş metrekarelik avlusuna girdiğimde Hatice yengem karşıladı. Dayımın oldukça hasta ve yatmakta olduğunu, beni görmekten mutlu olacağını ve canlanabileceğini söyledi.
Arkası yastıklarla beslenmiş, yarı oturur vaziyetteydi odaya girdiğimde. Yüzü aydınlandı, gülümsedi. ”Hoş geldin yeğenim. Gel seni bir öpeyim.” Dedi. Yaklaştım, iki yanaklarından öperek ”geçmiş olsun dayı.” Dedim. Kurtuldu Ailesinin bütün bireyleri benimle gurur duyuyorlardı ailelerin yüzakı olarak gördükleri için.
Her nasılsa İvriz’de mandolin alacak paramın olmadığını, alamadığımı babamdan öğrenmiş olmalıydı. Hasta haliyle yengeme seslendi. ”Mehmet’e aldığım mandolini getir bakalım.” Dedi. Gözlerim yaşardı, ağlamamak için kendimi zor tuttum.
Derslerimi sordu. İvriz’de çok başarılı bir öğrenci olduğumu öğrenince koltuklarının kabardığını hissettim davranışlarından. Teşekkür ederek mandolinimi alarak yanından ayrıldım.
Okşarcasına sevdiğim mandolinimi eve bıraktıktan sonra Yusuf Dayılarıma uğradım. Kerime yengem yeni gelmişti çırçır fabrikasındaki işinden. Dayım da yeni gitmişti işe. Sarıldık birbirimize. Hasret giderdikten sonra arkadaşım İsmail Tunalı’yı bulmak için yanından ayrıldım.
İlkokul üçüncü ve dördüncü sınıf arkadaşımdı İsmail. Kafa dengi bir arkadaşımdı. Ben İvriz Ailesine katılarak paçamı kurtarmıştım. İsmail’in böyle bir şansı olmamış ya da kendi şansını kendisi yaratamamıştı. Mersin’deki tekstil fabrikalarından birinde ustabaşı olarak çalıştığını duymuştum anamdan.
Dere olmaktan çıkmış bir arkın kenarındaki evlerinde buldum İsmail’i. Beni görünce güller açtı yüzünde. Öğleden sonra saat 16:00 vardiyasında çalışıyormuş. Anasının ellerini öptükten sonra sahile indik eski günleri anımsamak için.
Etüdün bittiğini bildiren zil sesiyle anı defterimi kapatıp, yatakhanenin yolunu tuttuk sınıfça…