26 Nisan 1959 Pazar, İvriz…

Tarih Öğretmenim Hüseyin Seçmen üzerimde iz bırakan öğretmenlerimden biriydi.

Öğrencilerine yaşama sevinci aşıladığı gibi öğretmen arkadaşlarına da aşılardı yaşama sevincini. Her zaman gülümseyen, esprili, anlattığı fıkralarla ortalığı kahkahaya boğan ve attığı kahkahalarıyla da meşhurdu.

Öğretmenler lokalinde attığı kahkahalar bazen sınıflarımızdan bile duyulurdu.

Çok çalışkandı. Her yere yetişmeye, her olayı anlamaya ve yorumlamaya yatkın, hayal gücü olağanüstü bir öğretmenimizdi.

Nöbetçi olduğu akşamlarda bile, sınıfları denetledikten sonra, idaredeki nönetçi odasında ders hazırlarken bulurdum kendisini sınıf başkanı olarak her uğrayışımda.

Olaylara yerel olmaktan çok küresel temelde bakmayı sever ve öyle anlatırdı. 19.üzyılda Osmanlı İmparatorluğu der demez Avrupa, İngiltere ve sömürgeleri, Amerika ve diğer ilgili devletleri de aynı potaya koyarak anlatırdı.

Osmanlı tarihini öğrencilerine kavratabilmek için Osmanlıca öğrenen, her konuda yetkin, el attığı eylemleri başarıyla sonuçlandıran bir öğretmenimizdi.

Senaryolarla başladığı tarih derslerinde hepimizi olayın içine çeker, adeta olayı yaşatırdı. Birnci Viyana kuşatmasında bizler de kaleyi almak için saldıranlar arasında olurduk.

Sorularında aldığı her yanıta ”neden-niçin-nasıl-acaba” sorularını da ekleyip ”neden-sonuç” ilşkilerini de çıkarmamızı sağlardı.

Aslında Sosyal Bilgiler Öğretmeni olarak mezun olmuş olan Hüseyin Seçmen bizim Tarih öğretmenimizdi ama yeri geldi Coğrafya, yeri geldi Türkçe derslerine de girdi bazı sınıfların.

İyi bir örgütçü, örgütleyici olduğu gibi öğrenci liderlerinin de lideriydi.

Takım oyunlarında (basketbol, voleybol, gibi) çok başarılı, takımını mutlaka galibiyete taşıyan tek kişilik bir takımdı sanki.

İvriz Kaya Anıtının yanı sıra çevresindeki, konunun geçtiği coğrafyanın doğal yapısıyla ilgilendiğini bilirdik. Tarih derslerini anlatırken coğrafi yapılar ve bu yapılardaki bitki ve hayvan bilimi konularında da bilgilendirirdi bizi.

Üzerinde araştırma yaptığı İvriz Kaya Anıtı’nın yanı sıra Toros eteklerinde kokusuyla bizleri sarhoş eden Nergis çiçeği ve hikayesini de anlatmıştı.

Efsaneye göre dünyanın en yakışıklı erkeği Narkissos, İzmir Karaburun’da yaşamaktaydı. Bu güzel ve yakışıklı erkeğe civarda yaşayan tüm kızlar, hatta periler bile âşıktı ama hiç kimsenin aşkına karşılık vermiyordu 

Narkissos. Narkissos’ tan yüz bulamayan perilerden biri Tanrı Zeus’a yalvararak Narkissos ’un cezalandırılmasını istemişti. Zeus perinin bu isteğini kabul etmiş ve “Başkalarını sevmeyen kendisini sevsin.” Demişti.

Erkek güzeli Narkissos bir gün su içmek için göle eğildiğinde suda kendini görmüş ve kendine âşık olmuştu.

Sıkça sudaki görüntüsüne bakar olmuştu. Sudaki görüntüsüne, aşkına karşı koyamamış, kendisine bakarken düştüğü gölde boğulup ölmüştü.

Narkissos’a âşık periler sevdikleri yakışıklı adamı sudan çıkarıp gömmeyi düşünürlerken, sudan hiç bilmedikleri, görmedikleri bir çiçek çıkmaya başlamıştı.

Periler rengiyle, kokusuyla çok beğendikleri çiçeğe Narkissos adını vermişlerdi. Nergis adı da buradan gelmişti. Fulya olarak bildiğimiz çiçekti Nergis…

Efsane ile Âşık Veysel’i bir potada eritmeye çalışalım bu arada.

Nergis der ki ben nazlıyım

Sarp kayalarda gizliyim

Mavi donlu gökyüzlüyüm

Benden ala çiçek var mı?

Dizelerini söyledikten sonra, sadece ozan olarak bildiğimiz âşık Veysel’in köklerinin aslında ne kadar derinlerde olduğunu gösterir bu türkü demişti Hüseyin Seçmen.

Hayatının çoğunu karanlıkta geçirmiş bir insanın, bir çoğumuzdan daha aydınlık bir yolda yürüdüğünü anlatmıştı.

Share Button