29 Mayıs 1960 Pazar, Mersin…
Yaklaşık 3 yıl sonra yine Mersin’deyim.
Dün Ereğli’den bindiğim trenle, Ulukışla ve Yenice istasyonlarında aktarma yaptıktan sonra, saat 19:00 civarında Mersin Göçmen barakalarındaki aileme ulaştım.
Kardeşim Mustafa henüz gelmemişti. Anam barakada, babam işteydi. Anamın elini öptüm, sarıldık birbirimize. Okul ve Mersin’deki iş durumu hakkında biraz konuştuktan sonra bavulumu yerleştirip Fatma neneme gittim. Yan taraftaki barakadaydı.
Hüseyin dayım vefat etmiş. Birlikte gözyaşı döktük. Kerim, Yusuf ve Mustafa dayım işten henüz dönmemişlerdi.
Kurtuldu Ailesinin babası durumuna geçen Kerim dayım barakasının etrafını çevirmiş. Çevirdiği avluda ağaçlandırma yaptığı gibi bir de çardak yapmış. Biraz daha dikkatli bakınca kümesinin ve tavuklarının da olduğunu gördüm.
Nenemle bir süre dertleştikten sonra eve döndün. Babam da gelmişti.
-Hoşgeldin Mehmet…
-Hoşbulduk Baba.
Dedikten sonra ellerini öptüm. Hâl hatır sordu. Okulda çok başarılı olup, takdirname aldığımı söyledikten sonra iş durumunu sordum.
Ataş Rafinerisi’ndeki sürekli işin sona erdiğini, tekrar günlük işçilik döneminin başladığını, bazı haftalar birkaç gün iş bulabildiğini söyledi.
-Baba, kardeşimle ben de aile bütçesine katkıda bulunmaya çalışalım.
-Ne iş yapacaksınız oğlum. Ben bile iş bulmakta zorlanıyorum.
-Yine simit satarız Mustafa ile. Öğleden sonraları da halka tatlısı yapar satarız.
-Olmaz oğlum. Mersin, üç yıl önceki Mersin değil. Doğu ve Güneydoğudan çok göç aldı. Sokaklar simitçi kaynıyor.
-Ne yapacağız o zaman Baba. Boş mu oturacağız. Aç kalırız o zaman.
-Tarsus Karabucak Okaliptüs Ormanı Fidanlık bünyesinde çalışacak mevsimlik işçi alacaklarını öğrendim. Mustafa ile sen de fidanlıkta çalışabileceksin.
Dedi. Simit ve halka tatlı satma derdinden kurtulmuştuk.
Mustafa Konya’dan geldikten sonra Tarsus Karabucak yolu görünecekti demek ki.
Gün ola hayır ola dedim…