3 Mayıs 1951 Perşembe, Maraş…
Oldum olası öğrenmeye aç, meraklı bir çocuktum. Konuşulanları dikkatli dinlediğim gibi, soru işaretleri varsa bıkıp usanmadan dayılarıma ve diğer büyüklere sorardım.
Edirne’den Maraş’a kadar yaptığımız 4 günlük yolculuk sırasında gönderildiğimiz yerler hakkında anlatılanları can kulağı ile dinlemiştim.
Güneydoğu Toroslarının uzantılarından biri olan Ahır Dağları’nın güney eteklerindeki alçak tepeler üzerine kurulmuş olan Maraş’ın Antik adının Markasi olduğunu öğrenmiştim.
*****
Hititlerin dağılma döneminde kurulan Hitit Kent devletlerinden Gurgum’un merkeziydi Markasi…
Gurgum kent devleti aralıklarla Urartular, Asurlular, Medler, Persler, Romalılar ve Pontus arasında el değiştirmişti. Bizans döneminde Marasion adıyla anılmış olan Markasi 16. Yüzyıl başlarında Osmanlı topraklarına katılmış ve 1831’de adı Maraş olarak değiştirilmişti.
1898’de Halep vilayetine bağlı bir sancak merkezi olan Maraş Mondros mütarekesinin imzalanması ile 22 Şubat 1919 da İngiliz işgali altına girmişti.
İngilizler kısa bir süre sonra Musul’a karşılık Anadolu’nun güney kesiminden çekilmiş, 30 Ekim 1919 da Fransız birlikleri Maraş’a girmişti.
21 Ocak 1920’de başlayan Maraş kent savaşları sonunda Fransızlar çekilmişti.
Kurtuluş Savaşı sırasında halkın gösterdiği direnişten dolayı şehre TBMM tarafından 5 Nisan 1925 tarihinde İstiklal Madalyası verilmiş ve 7 Şubat 1973’te adı Kahramanmaraş olarak değiştirilmişti.
*****
Topraklarının yaklaşık yüzde 60’nın dağlarla, yüzde 24’ü plato ve yaylalarla ve ancak yüzde 16’sının ovalarla kaplı olduğunu tren görevlilerinden öğrendiğimiz bu bilinmeyen şehirde ailelerimiz tarımla uğraşabilecekler miydi?
Sorusu yolculuk boyunca aile reislerini oldukça düşündürmüştü. Düşündürmüştü çünkü çiftçilik dışında yapabilecekleri herhangi bir becerileri olmadığı gibi okuma yazma da bilmiyorlardı.
Bu olumsuz koşullardır ki Maraş’ta konakladığımız iki gün boyunca gurbetlik duygusu iyice içimize çökmüştü…