Operadaki Hayalet Müzikali ve Paris Operası
Fransız Gaston Leroux’un Operadaki Hayalet Romanı gerçek bir başyapıt olarak değerlendirilmişti yayınlandığında. Gotik edebiyatın en büyük eserlerinden Operadaki Hayalet’ in tüylerimizi ürperten edebi çekiciliğinin nedeni, bir hayaleti değil vahşete dönüşen bir aşkı anlatıyor olmasıydı. Bunu yaparken de okurlarını ve izleyicilerini de, tıpkı bir hayalet gibi hep arafta bırakmasıydı.
Fransız Gaston Leroux “Operadaki Hayalet” romanını, 1875’te açılışı yapılan Paris Operası´nı gezdikten sonra yazmıştır. Aslında Opera binası, Prusya savaşlarından kalma bir hapishanenin üzerine kurulmuştu. Yazar, bodrumlarına kadar inmiş, zifiri bir karanlığın içinde labirentler, hücreler, gizemli bir yeraltı gölü, demir ızgaralar bulunmakta olan Operanın her yerini gezmiştir.
Yer seviyesinin altına kapatılan mahkumların gün ışığını asla göremeyecek olması roman yazarını derinden etkilemiştir. Yazarı etkileyen diğer bir olay ise 1896´da seyircilerin üzerine düşen dev avize korkunç bir sonuca neden olmuş. Bir ölü ve sayısız yaralı ortaya çıkmış.
Paris Operası’ndaki herkesi ürküten hayalet söylentisi, opera sanatçısı Christina Daae’nin kayboluşu ile büyük bir trajediye dönüşür…
“Şunu bil ki, tepeden tırnağa ölümden yaratıldım ben… ve seni seven, sana tapan ve seni asla ama asla terk etmeyecek olan bu kişi aslında bir ceset!”
Yazar Opera binasını incelerken, mimar tarafından neden yapıldığı bilinmeyen, petek benzeri geçitlerin amacını anlayamadığını ve sanki karanlık geçitlerde görünmeyen bir canlı yaşıyordu duygusuna kapıldığını ifade etmiş.
“Operadaki Hayalet” opera binası gezildikten sonra doğmuş. Yazar bir gazeteci gözüyle belgesel malzemeyi derlemiş, ustaca örmüş ve fondaki detayların üzerine yayarak bir roman ortaya çıkarmış. Bir bakıma tüm karakterler gerçektir ve bu tür roman yazma stilinin bulucusu Leroux´dur. Okuyucu romanı okurken, gerçekle hayal arasında gidip gelirken, zaman zaman da karıştırır.
Operadaki Hayalet Müzikali, çağımızın müzikal dehası olarak bilinen Andrew Lloyd Webber´in besteleriyle, 9 Ekim 1986´da ilk kez Londra´da seyircilerin beğenisine sunuldu. Hemen herkes çok büyük bir müzik olayı ile karşılaştıklarını anlamıştı. Webber ve ekibinin yarattıkları müzikal olağanüstüydü.
25.10.2014 Cumartesi, Paris…
Paris’teki üçüncü günümüz… Ünlü Şanzelize Caddesi’nin de bulunduğu 12 ana caddenin kesişim noktasındaki meydan, Place Charles de Gaulle’ü bugünkü gezimizin başlangıç noktası olarak seçtik. Asıl amacımız Ulusal Opera binasını görmekle birlikte; Şanzelize Caddesi, Concorde Meydanı, Tuileries Bahçeleri ve Louvre Müzesi yerleşkesini de bir kez daha görmek istiyoruz. Şanzelize Bulvarı’nda keyifli bir yürüyüşten sonra Concorde Meydanı’na ulaştık.
Bir gün önce panoramik olarak gördüğümüz Meydanı bir kez daha dolaştıktan sonra Tuileries Gardens olarak adlandırılan Kiremitçi Bahçelerini geziyor ve yapay göletlerin çevresinde oturarak soluklanıyoruz. Ardından Louvre Müzesi girişindeki Zafer Takı’nın altından geçerek muhteşem cam Piramit bölgesine ulaştık.
Paris’in meydanları, caddeleri ve sokaklarını yürüyerek gezerken anılarımda, Paris ile ilgili gördüğümüz filmler, müzikaller ve romanlar canlanıyor. Bunlardan biri de ‘’Operadaki Hayalet’’ romanından uyarlanan müzikal olup, üniversite öğrenciliği döneminde filmini izlemiştim. Eşim Operadaki Hayalet müzikalini görmediğini söyleyip, ”biraz anlatır mısın?” Dedi. Tam da Opera Caddesi’ne girdiğimizde aklımda kaldığı kadarıyla anlatmaya başladım.
İlk gösterimi 1986’da Londra’da gerçekleşen ve Broadway tarihinin en uzun soluklu müzikallerinden biri olan ”Operadaki Hayalet” asıl ününü filmi çevrildikten sonra yakalamıştı. Operadaki orkestra kemancılarından Erique Claudin, operanın sopranolarından Christine Dubois’ya gizliden gizliye büyük bir ilgi ve hayranlık duymaktadır. Diye başlıyorum Operadaki Hayalet Müzikalini anlatmaya. Anılarımızın canlanması için olayın geçtiği opera binasını görmeliyiz. Haydi gidelim. Diyorum. Rivoli Caddesi’ne çıkarak, biraz yürüdükten sonra Opera Caddesi’ne geçiyoruz. Bizi Paris Ulusal Opera binası Palais Garnier’ e götürecektir bu cadde.
Caddenin yaklaşık uzunluğu 800 metre, genişliği 30 metre olup, diğer ucunda opera binası bulunuyor. Cadde boyunca, hiçbir ayrıntıyı atlamadan, Operaya doğru yürüyoruz. Bir taraftan da Operadaki Hayalet Müzikalini anlatmayı sürdürüyorum. Kemancı, operada önemli yan rollerden birine çıkan ilgi duyduğu Dubois’nın aldığı şan derslerinin masrafını da kendi maaşından karşılar. Ancak ona sağladığı bu destekten kızın hiç haberi yoktur.
Bu arada kemancının parmaklarında ortaya çıkan bir rahatsızlık nedeniyle orkestraya uyum sağlayamaz ve işine son verilir.
50 yaşını geçmiş durumda olan operadaki kemancı, güzel sopranoya yaptığı gizli koruyuculuk nedeniyle, bütün maddi birikimlerini tüketmiştir. Para bulabilmek için, ömrü boyunca üzerinde çalıştığı bir konçertoyu satmak üzere nota basımevine gider ve incelenmesi için bırakır. Bilinmeyen bir besteci olduğu için nota basımevince eserine pek önem verilmez.
Konçerto Notalarını geri almak üzere gittiği basımevinde, bir yanlış anlaşma sonucunda, yayımcı ile tartışır ve onu öldürür. Olayın tanığı olan ve paniğe kapılan yayımcının yardımcısı, klişehanede kullanılan asit tepsisini Claudin’in yüzüne fırlatır. Asitten yüzü yanan kemancı acı içinde kıvranarak oradan kaçar. Peşindeki polisleri atlatmak için de Paris kanalizasyon sistemine girer ve orada yaşamaya başlar. Kanalizasyon sisteminin opera binası ile de bağlantısı vardır.
Binanın altındaki geniş mahzenlere yerleşen operadaki kemancı operanın gardırobundan çaldığı maske ile yüzündeki yarayı gizler. İşinden ve yüzünden olan kemancı, ilgi duyduğu güzel soprano ile ilgili hayallerinin de yok olmasıyla, intikam almak ister. Artık operada garip olaylar baş göstermeye başlamıştır. İstediği zaman binanın istediği bölümüne girebilen kemancıya; görülüp, bilinemediği için “Operanın hayaleti” adını takmışlardır.
Her şeye rağmen “Hayalet”, genç sopranonun mesleğinde yükselmesine yardımcı olmayı sürdürür. Ancak bu kez daha sert yöntemlere başvurur ve operanın divası birinci sopranoyu zehirleyerek, ilgi duyduğu genç sopranonun divanın yerine sahneye çıkmasını sağlar. Genç sopranonun iki hayranı daha vardır. Operadaki rol arkadaşı tenor Anatole Garron ve polis müfettişi Raoul D’Aubert … Her ikisi de güzel sopranonun kalbini çalmak için bir yarış içindedirler. Bu arada operanın hayaletini yakalamak için de çalışmalar devam etmektedir.
İsteklerinden biri yerine getirilmeyen “Hayalet”, bir gösteri sırasında operanın devasa avizesini seyircilerin üzerine düşürür. Çıkan kargaşada Genç Sopranoyu binanın altındaki labirentlere kaçırır. Yaşadığı yer olan bu loş mekânda ona piyanosuyla eserini icra ederken soprano aniden onun maskesini çıkarır. Gördüğü manzara karşısında çığlıklar atarken rol arkadaşı soprano ve Polis Müfettişi onu kurtarmak üzere yetişirler. Müfettişin silahından çıkan ses tüm yeraltı mahzeninin yıkılmasına yol açar. “Hayalet” yıkıntılar altında kalırken diğerleri kurtulur.
Operanın Hayaleti Müzikalinin bu sonucunu oldukça acıklı bulan eşim, Palais Garnier olarak bilinen opera binasını muhteşem olarak buldu. Opera Meydanı’na gelmiş ve anıtsal yapı bütün görkemiyle önümüzde duruyordu. Paris Ulusal Devlet Operası ya da Palais Garnier, Eklektik Mimarlığı temsil eden bir anıtsal yapıdır dedi eşim. Bilindiği gibi Eklektik, sanattaki farklı çağ ve üsluplardan seçilip devşirilen ögelerin yeni bir tasarım ya da ürün oluşturmak için ele alınması olgusunu ifade eder.
Sanata ve sanat eserlerine özel bir ilgi duyan III. Napolyon, eski operanın bulunduğu yere, yeni ve anıtsal bir opera binasının yapımı için 1860 yılında bir yarışma açar. 171 mimarın katıldığı yarışmaya, 30 Mayıs 1861 tarihinde 36 yaşındaki Charle Garnier ismindeki genç mimar yarışmayı kazanır.
Adını yapının mimarı Charles Garnier’den alan bu müthiş opera binasının ön cephesi, çatıdan ışıldayarak parlayan altın sarısı heykelleri, tüm süslemeleri, diğer heykel ve büstleri; özetle her şeyiyle başlı başına bir sanat eseri… Dışı ayrı güzel, içi ayrı güzel ve güzel kelimesi bu eseri tarif etmeye asla yetmiyor.
Opera binasının içi turistik gezilere açık… Ancak, zaman yetersizliği nedeniyle gezemedik. Üzüntümü gidermenin yolu olarak da Google Haritalar Sokak görüntüleri oldu. Opera Meydanı’nda gezinirken birden kendimi, sanal olarak operanın içinde buldum.
Ana holdeki merdivenler, muazzam sütunlar, süsleme ve ince işçilik aklımı başımdan aldı. Sanal gezintimde üst katlara çıkıp temsil salonu için bir locanın kapısını araladığımda muhteşem bir görüntüyle karşı karşıya kaldım. 1900 kişilik bu salon aslında opera binasının çok küçük bir kısmını oluşturuyor. Girişte gördüğünüz ana merdivenler ve üst kattaki fuayeden/dinlenmelikten sonra temsil salonuna girdiğinizde karşınızdaki sahnenin arkasında derinlemesine giden bir “sahne arkası” bulunuyor. Bu bölüm hareketli dekorların değiştirilebilmesi için çok büyük ve çok yüksek bir bölüm olarak inşa edilmiş.
1875’te açılışı yapılan bina yıllarca Paris Operası olarak anılmış ama 1989’da Opera Bastil’deki yeni operanın açılması ile birlikte buraya “Opera Garnier” ya da “Palais Garnier” denmeye başlanmış. Günümüzde ise meydandaki istasyon nedeniyle kısaca “Opera” olarak anılıyor. Son dönemde operalar daha çok Bastil’de sergilenirken Garnier’ de bale gösterileri ağırlıklı olarak sergileniyor. Anıtsal Opera binasını beyinlerimize yerleştirdikten sonra, özellikle eşimin ilgi duyduğu bitişikteki ünlü mağaza Lafayette’ ye doğru yürümeye başlıyoruz.