Roma’ya Panoramik Bir Bakış

Antik Roma, M.Ö. 9. yüzyılda İtalya Yarımadası’nda Roma şehir devletinden doğarak tüm Akdeniz’i çevreleyen muazzam bir imparatorluk haline gelen medeniyetin adıdır.

Antik Roma, Batı’daki hukuk, savaş, sanat, edebiyat, mimari, teknoloji ve dil konularının gelişimine büyük katkıda bulunmuştur ve hâlen de günümüz dünyası üzerinde büyük etkiye sahiptir.

İstanbul’da olduğu gibi, Antik Roma da yedi tepe üzerine kurulmuştu. Roma’nın yedi tepesi, Tiber nehrinin Doğusunda ve şehrin merkezinde yer alan tepeler topluluğuydu. Bir bakıma İstanbul ile Roma ikiz kardeştiler. 

Efsanelere göre Roma şehrin orijinal yeri olan Palatino Tepesi’nde Romulus tarafından kurulmuştur.

Roma mitolojisinde her biri bir figür olarak yer alan yedi tepesi Erken Roma’nın politik yaşamı, dini üzerinde etkili olmuştur. Başlangıçta ve geleneksel olarak, tepeler küçük yerleşimcilerce işgal edilmiştir.

Şu anda Roma’nın yedi tepesinden beşi anıtlar, binalar ve parklar ile kaplıdır. Capitol’de Roma belediyesi bulunur, Palatino tepesi ise arkeolojik alandır. Roma’nın yedi tepesinden biri olmayan Vatikan tepesi, nehrin karşı tarafında bulunur.

Yaklaşık 1200 yıl boyunca varlığını sürdürmüş olan Roma uygarlığı monarşiden oligarşi ve cumhuriyetin bileşimi bir demokrasiye ve daha sonra da otokratik bir imparatorluğa dönüşmüştür.

Yetkiler tek elde toplanmasıyla birlikte iç istikrarsızlıklar artmış, özellikle göçebe toplulukların akınlarıyla yıpranmıştır. Batı Roma İmparatorluğu 5. yüzyılda Germen kabilelerinin İtalya’yı istila etmesi sonucu yıkılmıştır.

28 Kasım 2015 Cumartesi, Roma…

Dün Klasik İtalya turunun beşinci, Roma’nın birinci günüydü, hayal gibi geçti. Floransa’dan ayrıldıktan sonra, yolumuz üzerindeki Orvieto ekstra turu nedeniyle, Roma’ya ancak saat 16,00 civarında giriş yapabildik.

Sırasıyla Kolezyum, Venedik Meydanı, Aziz Petrus Meydanı ve Bazilikası görüldükten sonra, gecenin geç saatlerinde İspanyol Merdivenleri ve Trevi Fountain olarak bilinen Aşk Çeşmesi de gördük. Sonra da gecelemek üzere, Venedik Meydanı’ndan yaklaşık 7 km uzaklıktaki otelimize, Hotel Giotto ’ya gittik. Odalarımızın dağıtımı yapıldı. Oldukça yorgunuz ve odamızda çay içmek istiyoruz. Ancak odalarda su ısıtıcısı yok. Bu tür seyahatlerde yanımızda su ısıtıcısı götürmeliyiz.

Venedik Meydanı Roma 4

Piazza Venezia

Sakin bir yerleşim bölgesinde bulunan Hotel Giotto’ da saat 06,30 da kalkıp, Saat 07,00’de kahvaltı salonuna indik. Otel’deki bu ilk sabah kahvaltısı beğendik.

Tur programı gereği, kahvaltıdan sonra serbest zaman dilimindeyiz. Ancak, arzu eden tur misafirleri, rehberimizin ekstra olarak düzenlediği Outlet ve Göller Bölgesi turuna kişi başı 45 Euro karşılığında katılabilecekler.

Eşimle benim Klasik İtalya turuna asıl katılma nedenimiz Floransa ve Roma. Düzenlenen ekstra turlara katılmama kararımız var. Katılmıyoruz…

Batı Roma İmparatorluğu’nun başkentliğini yapmış, her yerinden tarih fışkıran yedi tepeli Roma’yı solumak ve yaşamak istiyoruz. Bunun için de önemli meydanları, caddeleri, sokakları ve tarihi yerleri yürüyerek gezmek istiyoruz.

Otelimizin resepsiyonundan aldığımız tanıtım broşürleri ve edindiğimiz bilgilere göre, otelimizin yaklaşık 300 metre batısındaki Via Mattia Battistini adlı cadde üzerinde otobüs durakları var. Ayrıca, bize en yakın otobüs durağının 700 metre güneyinde de metro istasyonu bulunmakta.

Her iki ulaşım seçeneğinde de 1,5 Euro ödeyerek Piazza del Popola olarak bilinen Halk Meydanı ile Piazza Venezia olarak bilinen Venedik Meydanı’na ulaşmak mümkün görünüyor.

Resepsiyondan aldığımız Roma Turistik haritası, başlangıç noktası olarak Venedik Meydanı’nı seçmemize yardımcı oldu. Gördük ki Venedik Meydanı merkez olmak üzere, yaklaşık 1 000 metre yarıçaplı bir çember çizdiğimizde, Antik Roma’da görmemiz gereken her şey vardı.

Gezi programımızı yaptıktan sonra otelimizin civarındaki bir kafeden otobüs biletlerimizi alıyor ve önceden belirlediğimiz cadde üzerindeki Battistini Melchiade Papa adlı otobüs durağına gidiyoruz. Çok beklemeden gelen 916 numaralı otobüsle yaklaşık 45 dakika sonra Venedik Meydanı’na ulaşıyoruz.

Piazza Venezia-Venedik Meydanı

Piazza Venezia

Piazza Venezia

Şehirdeki en ünlü meydanlardan biridir Venedik Meydanı. Venedikliler İtalya topraklarında, yüzyıllarca hüküm sürmüşler. Venedik Cumhuriyeti, Papalık ya da diğer adıyla Latin devleti için, şehirde bir elçilik binası açmışlar. Meydan, Venediklilerin elçilik binasından etkilenerek “Venedik Meydanı” olarak anılmaya başlamış.

Meydanın ortasında durup yüzümüzü güneye döndüğümüzde önümüzde İtalya Kralı II. Emanuel’e adanmış saf beyaz mermerden bir anıtsal yapı bulunuyor.  Sağ tarafta bulunan kahverengi bina, eski Venedik Sarayı’dır. Elçilik binası olarak kullanılmış. Günümüzde Ulusal Sanat Galerisi olarak kullanılmaktadır.

Meydanın sol tarafında bir İtalyan bankası ve Valantini Sarayı ile ileride solda Trajan’s Column olarak bilinen Traianus Sütunu görülüyor.  Arkamızda Roma’nın en popüler caddelerinden Via del Corsa bulunuyor.

Önümüzdeki Anıtsal yapı Venedik Meydanı ile Capitol Tepesi arasında yer alıyor. Yüzyıllar boyunca bölünmüş durumda olan ülkeyi birleştirmeyi başaran İtalya Kralı II. Emanuel’e adanmış bir anıt. Kral II. Vittorio Emanuel’i onurlandırmak için 1985-1911 yılları arasında, saf beyaz mermerden yapılmış.

Venedik Sarayı

Bembeyaz mermerden yapılmış olması nedeniyle Romalılar ”Düğün Pastası” diyorlarmış. Geçmişte etrafındaki mimari yapılarla uyumsuzluğu nedeniyle çok eleştirilmiş olsa da, günümüzde turistlerin gözdesi.

Uzun Korint  sütunları, at üstündeki Vittorio Emanuele heykeli, sağ ve sol üst köşelerde yer alan tanrıça  Victoria’nın üstünde olduğu dört at heykeli muhteşem bir görüntü oluşturuyor.

Anıtsal yapının girişinde de Birleşmiş İtalya Müzesi var. Saf beyaz mermer merdivenlerden çıkmaya başlıyoruz. Anıt yapı önünde I. Dünya Savaşı sonrasında inşa edilen Meçhul Asker Mezarlığı da yer alıyor.

Mezarlığın önünde hiç sönmeyen bir ateş yanmakta ve başında nöbet tutan askerler bulunmakta. Birinci Dünya Savaşı’nda ölen on bin askerin anısına yapılmış olup, bir anlamda ‘’Meçhul Asker anıtıdır.’’

Devasa anıt yapının ön yüzünde ve ortasındaki atlı heykel “Kral II. Vittorio Emanuella” ya aittir. Arkadaki kabartmalarda, savaşlar anlatılmaktadır. Mahşerin dört atlısı denilen heykeller, binanın iki tarafında üst bölümleri süslemektedir.

Forum Roma

Forum Roma

Vittorio Emanuele II Anıtı’nın kuzeydoğusunda, Venezia Meydanı’nın gerisinde, Trajan Sütunu bulunuyor. Sütun, Roma imparatoru Traianus’un kendi adına taşıyan forumunda yaptırdığı anıt. Mermerden yapılmış sütun Dor düzeninde. Sütunun üzerinde bir de heykel bulunuyor.

Sütunun batısında Rönesans döneminde yapılmış Santa Maria di Loreto kilisesi, sütunun hemen arkasında, kuzeyde ise Barok döneminde yapılmış Santissimo Nome di Maria al Foro Traiano Kilisesi bulunuyor.

 Gerçekten de Venedik Meydanı ve çevresi tam bir tarih hazinesi olarak karşımızda duruyor. Meydanın güneyi Antik Roma’nın geliştiği merkez bölge olan Roma Forumu olup, mutlaka görülmesi gereken yerlerden biridir.

Meydan çevresinde, güzel restoranlar ve kafeler var. Burada, uzun bir dinlenme molası verebilirsiniz. Güzel bir pizza ve yanında salata ve daha sonra bir kapuçino kahve içilebilir. Biz de öyle yaptık.

Kapuçino kahvelerimizi içtikten sonra Victor Emmanuel Anıtı’nı arkamıza alıp dümdüz karşıya, kuzeye baktığımızda Via del Corso’yu görüyoruz. Buraya Corso deniyor, çünkü burada at yarışları yapılıyormuş. Papalar burada atlarını yarıştırmışlar. Diğer ucunda Halk Meydanı olarak bilinen Piazza del Popola bulunuyor.

Trevi Mountain-Aşk Çeşmesi

Montana Trevi (7)

Venedik Meydanı’ndan Aşk Çeşmesi’ne gitmek istiyoruz. Via del Corsa rotasını izlemek yerine, doğuya yöneliyoruz. Piazza Santi Apostoli yönünde hafif sağa dönüldüğünde Museuo delle Cere karşımıza çıkıyor. Balmumu müzesi olduğunu öğreniyoruz. Müze girişinde Ünlü Fizikçi Einstein’nin balmumu heykeli bize bakıyordu. Giriş ücretinin 9 Euro olduğu balmumu müzesinin diğer adı Max Museum imiş. Restorasyonda olduğu için gezemedik.  Devam ediyoruz.

Roma’nın dar ve gizemli sokaklarından geçerek, yaklaşık 600 metre sonra Trevi Çeşmesi’ne ulaşıyoruz. Aşk Çeşmesi ya da Üç yol Çeşmesi olarak da bilinen la Fontana di Trevi Roma’da Poli Sarayı’nın bir duvarına Nicolo Salvi tarafından, Klasik ve Barok karışımı olarak yapılmış.

Dünyadaki en ünlü çeşmelerden birisidir Aşk Çeşmesi. Üç yolun kavşağında bulunduğu için Trevi adı konulduğu varsayıldığı gibi, üç yeraltı suyolunun bu noktada toplanmasının isminin nedeni olduğu iddiası da vardır. Trevi

Çeşmesinin genel ifadesi “Deniz”dir. Deniz kabuğu şeklinde bir at arabası, arabayı çeken denizden çıkan kanatlı atlar ve arabada bulunan mitolojik deniz tanrısı, görünümün konusunu oluşturmaktadır. Heykel ve mimarî çok güzel bir biçimde kaynaşmıştır.

Montana Trevi (16)

Trevi Çeşmesi’nin tarihi, İmparator Agustus döneminde başlar. Tarihi, su arayan askerlere su kaynağının yerini gösteren bir kızın efsanesine dayanmaktadır. İmparator Augustus’nun damadı Agrippa, akan suyu Vergine su kemeri ile Panteon’a kadar ulaştırmıştır. Çeşmenin ana teması ile ilgili olarak bir başka görüş de ‘’Su’’ üzerinedir.

Aşk Çeşmesi’nin yapımına 1629’da başlanmış ve birçok kez ara verilerek 150 yıl kadar sonra tamamlanmış. Tam ortasındaki heykel, Yunan mitolojisinde Poseidon ve Roma mitolojisinde Neptün olarak bilinen denizler tanrısına aittir.

Neptün’ün yanındaki sütunların arasında solda duran bereket tanrıçası Ceres ve sağda duran hijyen tanrıçası Hygieia, çeşmenin ana teması ve Neptün’ün tanrısı olduğu su kavramıyla ilişkilendirilen öğeleri belirtiyor. Su = Bereket + Temizlik…

Aşağıda duran iki yandaki atlar ve heykeller konusunda ise farklı görüşler var. Sağdaki yaşlı adam tarafından tutulan uysal at akılcı aşkı, soldaki genç adam tarafından tutulan asi hırçın at ise tutkulu aşkı simgeliyormuş.

Değişik yüzyıllarda restore edilen çeşme 1998’de büyük bir düzenleme geçirmiş. Temizlenmiş ve su sistemi de yenilenmiş.

Her zaman çok kalabalık olan Trevi Çeşmesi bugün daha az kalabalıktı. Önce çeşmeye bakıp, mimarisinin tadını çıkardık. Sonra da eşim, sırtını çeşmeye dönerek, çeşmenin içine bozuk para attı. Ardından da bana dönerek paraların çeşme içine düşüp, düşmediğini sordu. Emin olmak istiyordu. Böylece tekrar Roma’ya geri dönmeyi garanti altına almak istiyordu.

Piazza Colonna- Marcus Aurelius Anıtı

Roma (29)

Aşk Çeşmesi para operasyonu tamamlanıp,  değişik açılardan fotoğrafları çekildikten sonra Via Dei Sabini üzerinden Via del Corsa’ya ulaşıyoruz. Rotamız üzerindeki galeri Alberto Sordi’ye giriyoruz. Palazzo Romano Enstitüsü bünyesinde bulunan eski Galleria Alberto Sordi, Galleria Colonna olmuş. Yapının dış cephesi betonarme traverten ve tuğla kaplı.

Galerinin içindeki düzenlemede Napoli ve Milano’daki on dokuzuncu yüzyıl galerilerinden esinlenmiş. Y-şekilli planı olan galeride, Zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların ve bitkisel desenlerin sıklıkla kullanıldığı bir sanat akımı olan Art Nouveau tarzı uygulanmış.

Zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların ve bitkisel desenlerin sıklıkla kullanıldığı galeri, yaklaşık 17 m yüksekliğindedir. Yaklaşık 1500 metrekarelik bir sergi alanı sunan galeride çok sayıda dükkân bulunmaktadır. Kültürel ve müzikal etkinliklere ev sahipliği yaptığı gibi turist ve Romalıların alışveriş çılgınlığı merkezi olmuştur. 

Roma (27)

Aşk Çeşmesi para operasyonu tamamlanıp,  değişik açılardan fotoğrafları çekildikten sonra Via Dei Sabini üzerinden Via del Corsa’ya ulaşıyoruz. Rotamız üzerindeki galeri Alberto Sordi’ye giriyoruz. Palazzo Romano Enstitüsü bünyesinde bulunan eski Galleria Alberto Sordi, Galleria Colonna olmuş.

Yapının dış cephesi betonarme traverten ve tuğla kaplı. Galerinin içindeki düzenlemede Napoli ve Milano’daki on dokuzuncu yüzyıl galerilerinden esinlenmiş.

Y-şekilli planı olan galeride art nouveau olarak bilinen yeni sanat akımı uygulanmış. Zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların ve bitkisel desenlerin sıklıkla kullanıldığı galeri, yaklaşık 17 metre yüksekliğindedir.

Yaklaşık 1500 metrekarelik bir sergi alanı sunan galeride çok sayıda dükkân bulunmaktadır. Kültürel ve müzikal etkinliklere ev sahipliği yaptığı gibi turist ve Romalıların alışveriş çılgınlığı merkezi olmuştur. 

Galeriden ayrılıyor ve Via del Corsa üzerindeki Piazza Colonna’ya giriyoruz.+ Colonna Meydanı, başlangıçta başta Papa olmak üzere zengin aristokratlar ve yöneticilerin çevresinde yapılandığı bir meydan olup, Saraylarla çevrilmişti.

Dikdörtgen şeklindeki meydanın merkezinde Marcus Aurelius anıtı ya da obeliski bulunuyor. Meydanın doğusunda Fontana di Piazza Colonna, kuzeyinde Plazza Chigi olarak konumlanmış Roma ve İtalya Başbakanı resmi konutu ve batısında da Palazzo Wedeking Roma’nın en güzel saraylarından biridir. 

Meydanda en ilginç ve en dikkat çekici olan ise merkezdeki obelisktir. Anıta adı verilen Marcus Aurelius M.S. 161-180 yılları arasında Roma’nın filozof imparatoru olarak bilinmekle birlikte, Roma’nın en büyük savaşçılarından biri olarak bilinmektedir.

Colonna Meydanındaki zafer anıtının, imparatorun ölümünden sonra inşa edildiği sanılmaktadır.  3 metre yüksekliğindeki bir platform üzerine yerleştirilen sütun 27 ya da 28 bloktan oluşmaktadır. Bloklardaki kabartma resimler spiral olarak işlenmiş olup, Marcus Aurelius’un hayatını ve savaşlarını anlatmaktadır. 

Spiral şeklinde düzenlenmiş anıt incelenip, fotoğrafları çekildikten sonra Palazzo Wedekind’in batı tarafında kalan Piazza di Montecitorio’ya geçiyoruz.

Piazza di Montecitorio Obeliski

Roma (29)

‘’Roma dünyanın dikilitaş başkentidir” denilebilir. Birçok dikilitaş barındıran kentte, en ünlü dikilitaş Aziz Petrus Meydanı’nda bulunan 25,5 metre yüksekliğindeki  dikilitaştır. M.S. 37 yılından beri aynı yerde dikilmektedir.

Dikili taşların kaynağı Antik Mısır ülkesidir. Eski Çağ boyunca güç ve zenginliğin simgesi olan obeliskler, Mısır dışında sadece Roma ve İstanbul şehirlerinde yer almıştır. Şehirde meydanları süsleyen anıttan pek azı günümüze ulaşmıştır.

Ptolemaios Hanedanından Kleopatra ile Marcus Antonius komutasındaki Mısır donanmasının Caesar Divi Filius Augustus komutasındaki Roma donanmasına yenildiği Aktium Savaşı ardından Mısır, M.Ö. 30 yılında Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti oldu.

Dikili taşlar, başta Augustus olmak üzere, sonraki Roma İmparatorları tarafından batı ve Doğu Roma İmparatorluklarının başkentlerine taşındılar. Romalılar dikilitaşlara büyük bir ilgi duymuşlardır. Öyle ki bugün Roma’da, Mısır’da kalanlardan daha çok dikilitaş dikilidir. Aslında bunların çoğu Roma döneminin bitişiyle yıkılmış daha sonra farklı yerlerde tekrar dikilmişlerdir.

Mısır’ı Roma’nın bir eyaleti haline getiren Augustus, Mısır’da geri dönerken Heliopolis tapınağından anıtsal bir dikil taş getirdi. Bu dikilitaş Roma Saltanatının Mısır’da yaptığı başarılı fetihlerini, sembolize eder.

Antik Mısır mimarisinin önemli bir bölümünü oluşturan dikilitaşlar, genelde çiftler halinde, tapınakların girişine dikilirdi. Obeliskler, piramitlere benzer bir formülle yapılmıştı. Mısırlılar tarafından ölçeklerine göre kategorize edilmişlerdi. Bu anıtların dekoratif nitelikleri dışında pratikte bir işlevleri yoktu. Genellikle yükseklikleri 15–30 metre arasında olurdu.

Dikilitaş matematikçi Facundus Novius tarafından bir güneş meridyen oluşturmak için kullanılmıştı.  Bir takvim ve güneş saati olarak hizmet verecek bir anıt olarak görev yaptı. Dikilitaşın gölgesinin düştüğü yerler, gün ve yılı gösterecek biçimde inşa edilmiştir.

Meydanlardaki obelisklerle birlikte Antik Mısır konusundaki kültürümüz de artıyor. Bir başka kültürün kendini gösterdiği Piazza della Rotanda’ya geçiyoruz.

Tanrılar Tapınağı Pentheon

Roma (36)

Panteon, Yunancada tüm tanrıların tapınağı anlamına gelen bir adlandırmadır. Bu meydandaki anıtsal yapı Panteon bulunmaz antik yapılardan biri. Muhteşem bir yapı Pantheon. Yapının girişi, tipik bir tapınak mimarisi olan belirgin bir portikten, yani önünde kolon dizisi olan üstü kapalı alandan ve sütunların taşıdığı alınlıktan oluşuyor. Ana yapı ise yarımküre şeklindeki kasetli beton kubbeye sahip.

Dıştaki o sıradan görünümü kapıdan adımınızı atar atmaz değişiyor. Giriş sizi yanıltabilir. Kapıdan adım attığımızda 45 metre yükseklikte ve  43,30 metre genişlikte bir kubbeyle karşılaştık. O anda o ilahi gücü hissettik. Sanki kocaman bir kürede kayboluyorsunuz. Çok etkileyici.

Pantheon kubbesi hala Vatikan‘ın kubbesinden sonra Roma’da çapı en büyük olan kubbe.

Kubbenin tepesindeki ‘’Oculus’’ denen açıklık güneşi temsil ediyor. Bu pencereyle Romalılar ışık ve havayı dengelemişler. Bu kubbe sonraki yapılara da öncülük etmiş. Tam 9 metre genişliğinde olan bu açıklıktan günün farklı saatlerinde farklı ışık gösterileri ortaya çıkıyor ve tapınağa ayrı bir hava veriyor.  Gökyüzünün içeriye düşürdüğü ışık, sanki tiyatro sahnelerinde başrole düşürülen ışık gibi ama bu ışık hiç bitmiyor.

Roma (2

Antik mimari ile Roma mimarisinin buluştuğu bu ihtişamlı yapı, şehirde hala eski yapılar arasında birinci sırada. Roma yapıları içinde en iyi korunmuş olanı olduğu gibi, muhtemelen dünyada döneminin en iyi korunmuş anıtsal yapısıdır. Tarih boyunca hep kullanılmıştır.

Günümüze kalan binanın tasarımı genellikle Trajan’ın mimarı Şamlı Apollodorus’a atfedilir. Ancak İmparator Hadrianus ya da onun mimarlarına ait olması muhtemeldir. 7. yüzyıldan bu yana Hristiyan kilisesi olarak kullanılan Panteon Roma’daki en eski beton kubbeli binadır.

Kubbenin üst kısımlarında betondan daha hafif malzemeler kullanılmış ve kubbe tepeye doğru incelmiş. Kubbenin en dikkat çeken yanı ise tepesinde bulunan penceresidir. M.Ö yapılmaya başlanan yapı, gerçekten hem mühendislik hem de mimarlık harikası.

İlk başta içerisinde pagan tanrı heykelleri varken, kilise tarafından bu heykeller yok edilmiş. Pantheon da bir Katolik kilisesi haline getirilmiştir. Bu kadar geniş çaplı bir kubbenin betondan yapılması da o günün teknolojisiyle hala bir soru işaretidir.

Hayran kaldığımız Panteon gezilip, fotoğraflandıktan sonra Roma’nın en çok merak ettiğimiz bir başka meydanına, Piazza Navona’ ya geçiyoruz.

Piazza Navona’ da Dört Nehir Çeşmesi

Piazza Navona olarak bilinen Navona Meydanı, Roma’nın en güzel ve hareketli meydanlarından biridir. Elips biçimindeki meydanın bulunduğu alanda İmparator Domitian tarafından M.S I. yüzyılda yaptırılan bir stadyum yer almaktaydı. 30.000 kişi kapasiteli olan stadyum yıllar içinde yıkılmış.

1644-1655 yılları arasında görev yapan Papa 10. Innocent bölgenin yeniden düzenlenmesini istemiş. Böylelikle Navona Meydanı hayat bulmuş.

Günümüzde meydanın yayalara ayrılmış olan kısmı stadyumun oyun alanını, etrafındaki binalar ise stadyumun tribünlerini oluşturuyordu.  Yayalara ayrılmış olan meydan, cafeleri, seyyar satıcıları ve sokak göstericileri ile gün boyu hareketlidir.

Meydanda yer alan ve hayat katan 3 anıtsal çeşme bulunmaktadır. Çeşmelerin en ünlüsü ise Bernini tarafından tasarlanan Dört Nehir Çeşmesidir. Çeşmenin ortasında yer alan dikilitaş Roma döneminden kalmadır. Üzerinde İmparator Vespasianus, Titus ve Domitian’ın adlarının hiyeroglifleri bulunur.

Roma (2-002 Roma (101)

17. ve 18. yüzyıllarda bütün sanat dallarında etkili olan Barok Tarzı, düz çizgilere karşı eğri çizgileri, simetriye karşı asimetriyi, durağan görünüme karşı dinamikliği savunan, özellikle resimde evrensel ışık yerine tek bir kaynaktan yansıtılan ışığı kullanmayı öngören bir sanat anlayışı.

İtalya’da başlayıp sonraları diğer Avrupa ülkelerini de etkisi altına almış. Dönem sanatçıları olarak Lorenzo Bernini, Francesco Borromini, Rubens, Rembrandt, Caravaggio gibi örnekleri sayabiliriz. Navona meydanı da bu akımdan payını almış.

Heykellerin ve mimari yapıların çok süslü olduğunu görüyoruz. Süslü kelimesi barok tarz için iyi bir giriş tanımlaması olabilir. Mimaride özellikle dış cephelerde görülen bolca süslemeler, girinti ve çıkıntılar,  heykellerde çapraz duruşlar, duygusal ifadelerin yansıtılması, rüzgârın yarattığı dalgalanmalar göze çarpan özellikler.

Böyle bir yerde de zaman geçirmek çok hoş oluyor. Dört Nehir Çeşmesi, Roma’daki yer alan çeşmeler içinde en popüler olandır. 1651 yılında Gian Lorenzo Bernini tarafından Papa Innocent X için yapılmıştır. Çeşmenin tasarımı bir yarışma sonucunda belirlenmiş olup ismi dört kıtadaki dört nehrin dört tanrısından gelir.

Çeşmeye adını veren dört kıtadaki nehirler şunlardır.  Afrika’daki Nil, Asya’daki Ganj, Avrupa’daki Tuna ve Amerika’daki Plata’dır. Çeşme üzerinde yer alan nehir tanrılarına daha yakından bakalım.

Mecazlar ve metaforlar yüklü çeşmedeki heykellerden elinde kürek olan Asya Kıtasını temsil eden Ganj Nehri’nin tanrısıymış. Elindeki kürekle de nehrin deniz trafiğine uygunluğunu betimliyormuş.  Afrika’yı temsil eden Nil Nehri’nin tanrısı, çeşmenin yapıldığı zamanlarda nehrin kaynağı bilinmediğinden, başı saklanmıştır.

Papa’nın armalarına dokunan heykel Avrupa kıtasını temsil eden Tuna Nehri’nin tanrısıymış. Yılan gördüğü için korkmuş gibi görünen heykel ise Amerika kıtasını temsil eden Rio de la Plata olarak bilinen Gümüş Nehri’nin tanrısıymış.

Piazza Navona’nın güney ucunda La Fontana del Moro ya da Moor Çeşmesi, kuzey ucunda ise Neptün çeşmesi bulunuyor. Bunlar Rönesansın en eski çeşmeleri olarak biliniyor.

Fontana del Moro olarak bilinen Moor Çeşmesi dört uydu çevrili, kabuklu deniz hayvanının üzerinde duran ve bir yunus ile güreşen, Moor’u ya da bir Afrikalıyı temsil ediyor. Yunus ve dört Tritons ile 1575 yılında Giacomo della Porta tarafından tasarlanmış. 1653 yılında, Gian Lorenzo Bernini tarafından Moor heykeli eklenmiş.

Kuzeydeki çeşmede Roma deniz tanrısı Neptün’ü dev bir ahtapotu öldürürken görüyoruz. Neptün baba, aynı zamanda at ve at yarışları tanrısıdır. Sudan çıkan ürkmüş bir at heykeli var. 300 sene heykelsiz kalan çeşme nihayet 1878’de heykele kavuşmuş. Antonio Della Bitta bu ‘Dev ahtapotu öldüren Neptün’ heykelini yapmış..

Yemek ve dondurmaRoma (2-003

Gezi programımızın son durağı olan Navonna Meydanı çevresi ünlü ccafe ve restoranlarla dolu. Ancak, sınırlı bütçeleri olanlar için oldukça pahalı. Yan sokaklarda aynı kalitede ve daha hesaplı yerler var. Biz de öyle yaptık.

Eşimin önceden yaptığı araştırmaya göre, Navonna’nın yaklaşık 250 metre batısında Roma’nın en ünlü pizzacısı Baffetto bulunuyor. Rotamızı oraya çevirdik. Pizza’nın başkentine gelmişken bir hevesle adrese doğu ilerliyoruz ve buluyoruz.

Burası ufacık bir yer. Çok yerel bir restoran, belli ki çok bilinen bir yer, sırada bekleyenler var. Biz de sıraya giriyoruz. Dışarıda bir müddet sıra bekledikten sonra içeri alınıyoruz. Köhne bir masaya oturuyoruz. Garson siparişlerimizi alıyor. Siparişlerimizi bir hayli beklemek zorunda kalıyoruz.

Ancak, odun ateşinde pişen pizzalarımız gelip, tadına baktıktan sonra beklediğimize değdi diyoruz.  Yemekten sonra dondurma yemek istiyoruz.

Roma’nın dondurmaları meşhur… Roma’daki, belki de İtalya’daki en iyi meyveli dondurma Giolotti’dedir demişti rehberimiz. Pantheon’a yakın bir yerde şubesi varmış. Biz Baffetto’ya komşu olan La Gelateria Frigidarium’un yanından geçerken sıradakileri görünce dondurmasını tatmaya karar verdik.

Doğru karar vermişiz. Roma’da yediğimiz en güzel dondurmaydı. Başka yerde aramayın, lezzet ve fiyat açısından on numara, kolay bulunabilir bir yerde olması avantajdı.

Yemekten sonra dondurmamızı da yemiş ve günlük tur programımızı tamamlamıştık. Venedik Meydanı’na geri dönerek, bizi kaldığımız Giotto Hotel’e götürecek toplu taşım otobüsünde yerlerimizi almıştık.

Share Button