Endülüs’ün Efsane Şehri Granada
Endülüs’ü Müslümanlardan geri alma hareketinin son düşen kalesidir Granada.
Müslüman ve İspanyol kültürünün içiçe olduğu, Batı ve Doğu’nun bir potada eridiği, hem dünyevi hem de ruhani zevklere hitap eden bir şehirdir de ondan. Sadece dillere destan Al Hambra ya da Elhamra Sarayı için bile görülmeye değer bir şehir Granada.
Dünya mirası listesine 1984 yılında alınan bu muhteşem güzellikteki karmaşık ve tarihi yapı, adını kırmızı renkli duvarlarından almış. Alhambra “Kırmızı Kale” anlamına geliyormuş yerel dillerde.
Kırmızı duvarlar ve gün batımı… Gün batımında, Alhambra’nın duvarlarının değişen gün ışığı ile yavaş yavaş turuncudan kızıla, pembeden bordoya boyanmasına şahit olmak dünyanın en romantik deneyimlerinden birisi olmalı diye düşünüyoruz. Rehberimiz olayı betimlerken.
Başta Alcazaba olmak üzere, Alhambra’yı oluşturan saraylar ve yazlık köşkler topluluğu Granada şehrinin içinden geçen Darro nehrinin batı kıyısında al-Sabika tepesi üzerinde kurulmuş.
Oldukça yüksek bir yerde olmasının getirdiği avantaj ile tüm Granada şehrini ve La Vega vadisini yukarıdan kontrol altında tutabilmiş.
16 Kasım 2016 Çarşamba, Granada…
Bugün Endülüs Medeniyetinin son şehri ve son kalesi Granada turumuz var. Büyülü bir şehir olarak biliniyor Granada… Neden derseniz? Müslüman ve İspanyol kültürünün içice olduğu, Batı ve Doğu’nun bir potada eridiği, hem dünyevi hem de ruhani zevklere hitap eden bir şehirdir de ondan. Sadece dillere destan Al Hambra ya da Elhamra Sarayı için bile görülmeye değer bir şehir Granada.
Dillere destan olan Al Hambra Sarayını 2015 yılındaki Endülüs gezimizde görme fırsatımız olmamıştı. Bu kez bu fırsatı kaçırmak istemedik. Endülüs’e gelmeden önce gerekli rezervasyonları yaptırmıştık. Melia Marbella Banus’taki odamızda sıkı bir kahvaltı yaptıktan sonra, yolculukta gerekli olanları da yanımıza alarak, tur otobüsünü beklemek üzere durağa gittik. Tam zamanında gelen otobüste yerlerimizi alarak, yaklaşık 200 km uzaklıktaki Granada yolculuğumuz başlamış oldu. Yolculuk boyunca, Granada ve Al Hambra hakkında, tur rehberimiz tarafından bilgilendirildik.
Bilindiği gibi Endülüs, bugün İspanya’nın güneyinde bir bölge olmaktan çok öte kadim bir medeniyet ve kültür mirasıdır. Tarihte ise Endülüs, İslam, Katolik ve Musevi kültürlerinin aynı potada eriyip mükemmel bir karışım oluşturduğu yerdir. Endülüs dönemi 750 yıl boyunca İber Yarımadasına hükmetmiş, birçok ilklere imza atmış, dünya kültür ve bilim mirasına önemli eserler bırakmış bir medeniyet olarak biliniyor.
711 yılında, Kuzey Afrikalı berberi komutan Tarık Bin Ziyad’ın, bugün adını verdiği, Cebel-i Tarık boğazından geçerek fethettiği İber Yarımadası, tarihte görülmemiş gelişmişlikte bir dönemin doğuşunu başlattı. İber Yarımadasında Endülüs Döneminin başladığı yıllarda, Büyük İspanya İmparatorluğu çalışmaları da başlamıştı. İspanya Yarımadasından Müslüman Emevilerin kovuluşu olan Reconquista, yani Yeniden Doğuş süreci, Kastilya’daki iç savaşı kazanarak tahta çıkan Kastilya kraliçesi Katolik I. İsabel ile Aragon kralı Katolik II. Fernando’nun evlenmesi ve iki hanedanın birleşmesiyle sonuçlanacaktır. Bundan sonra da Endülüs’teki Ronda, Seville, Kordoba gibi şehirler iki hanedan tarafından ele geçirilecektir.
Endülüs Emevilerinin son kalesi olan Granada uzun yıllar boyunca Aragon krallığıyla anlaşmalar, Kastilya krallığına ödenen fidyeler ve Kuzey Afrika’daki Müslümanlardan gelen yardımlarla ayakta kalmaya çalışmıştır. Bu çabalarla Granada diğer Mağribi krallıklarından 250 yıl daha fazla ayakta kaldı. Kral XI. Muhammed’in 1492’de Aragon Kralı II. Fernando ve Kastilya Kraliçesi İsabel’e teslim olması ile Endülüs Emevi Devleti hâkimiyeti son buldu.
Her ne kadar 1492’de Mağribiler, Müslümanlar ve Yahudiler Endülüs’ten kovulmuş olsalar da, günümüzde, sermayeleriyle ve yatırımlarıyla Endülüs’e, özellikle Costa del Sol bölgesine geri döndüler. Gerek ülkemizdeki Sefarad Yahudileri gerekse İslam Tarihindeki Endülüs hep gündemimizde olmuştur. Cennetin Dünyadaki izdüşümü olarak tanımlanan Elhamra Saraylarındaki Cennet-ül Arif Bahçeleri hemen herkesin rüyalarını süslemiştir.
Bizim de rüyalarımızı süsleyen bu bahçelerin ve içinde bulundukları sarayların şehri Granada ’ya saat 11,00 civarında giriş yaptık. Otobüsümüz Granada’nın ortasından geçen Darro Nehri kıyısındaki Plaza del Humilladero civarında park etti. Bizi etrafında toplayan rehberimiz, birlikte şehrin önemli cadde, meydan, yapı ve antik yapılarını gezdikten sonra saat 14,00’de burada buluşacağız. Otobüsün park yerini iyice hafızanıza yerleştirin. Şimdi beni izleyin.Dedikten sonra elindeki bayraklı sopasını kaldırarak yürüdü. Darro Nehri boyunca batıya doğru, Paseo del Salon üzerinden ilerledik. Küresel ısınma burada da etkisini sürdürmüş. Yeterli yağmur yağmayınca ve dağlarda eriyecek yeterli kar bulunmayınca ırmaklar susuz kalıyor. Darro Nehri de bunlardan biri olup, akıtacak suyu yoktu.
Darro Nehri boyunca ilerlediğimiz Granada, verimli “La Vega” vadisiyle üzeri sürekli kar tutan Sierra Nevada dağlarının arasındaki tepelik bölgede kurulmuş. İberianlar ve Romalılar döneminden sonra Vizigotlar tarafından “Piskoposluk” düzeyine çıkarılarak ihtişamını arttırmış. 711 yılında Arapların kontrolüne geçen şehir, 1031 yılına kadar Al-Andalus yani Müslüman İspanya’nın başkenti Cordoba’ ya bağlı olarak yaşamını sürdürmüş. Cordoba’nın 1236 da kuzeyden gelen Hristiyan güçlerinin hâkimiyetine girmesine rağmen Granada 1492’ ye kadar Arap yönetiminde kalabilmiş. Bunda dağlık bir yapıya sahip olmasının, Castile krallığının iç savaş halinde olmasının ve her zaman Kuzey Afrika’ dan gelebilecek bir Arap desteğinin olmasının da rol oynadığını söyledi rehberimiz.
Bol ağaçlı Humilladero Meydanının batı ucundaki Fuente de las Granadas adlı anıt çeşmeye ulaşıyoruz. Çeşmenin yapısına ve gövdesindeki alegorilere dikkatimizi çekiyor rehberimiz. ‘’Nar Kaynağı’’ olarak da bilinen anıt çeşmenin Grenada’ya girişte en çok fotoğrafları çekilen bir süsleme örneği olduğunu öğreniyoruz. Özet bilgi veriyor. Granada’nın simgesi Nar olup, şehrin armasında da yer almıştır. Diyor. Üstelik İspanyolcada Granada Nar demektir. Granadalı sanatçı Ramiro Megías tarafından iki yıllık bir çalışma ile yapılmış. 31 Mart 2007 tarihinde açılmış. Tamamen bronz dökümden olan çeşme 3 kademe olarak düzenlenmiş olup, en alttaki havuzun çapı 15 metre, yüksekliği 11 metreymiş.
Anıt çeşme kompleksinde Granada’nın dört büyük coğrafi özelliklerini temsil eden heykeller bulunmakta. Birinci kademedeki çapı 15 metre olan havuzun dış kenarları kabartmalı olup, içindeki ikinci bir havuzda yaklaşık 38 civarında fıskiyeden dairesel su fışkırmaktadır. Havuzun ortasına yerleştirilmiş sütun çevresinde insan figürlü üç alegori var. Üç peri heykeli… Vega, Darro ve Genil nehirlerini temsil ediyorlar. Dördüncü alegoriyi temsil eden heykel en üstte, üçüncü kademede bulunuyor. O da her zaman karlı ve çiçekli Sierra Nevada Dağını temsil etmekte. Orta kademede ise oldukça büyük bir fincan içinde kırmızı, iri taneli Nar meyveleri sunulmaktadır. Bu sunumdan ötürü de anıtsal çeşme Nar Kaynağı olarak bilinmektedir.
Darro Nehri kıyısındaki ünlü anıtsal Nar Kaynağı çeşmesini geride bırakarak Carrera de la Virgen olarak bilinen caddeye giriyor ve şehrin merkezine doğru ilerliyoruz. Girdiğimiz cadde şehrin en yeşil ve canlı yerlerinden biri. Barselona’nın en ünlü caddesi La Rambla’yı hatırlattı bana… Cadde, ortasına özenle mozaik döşenerek genişçe bir yaya ve bisiklet yoluna dönüştürülmüş. İki tarafında da çam ve akçaağaçlar yer alıyor. Ağaçların dışında da tek şeritlik araç trafiği sağlanmış. Trafiğin sağlandığı tek şeritli yolların her iki tarafında ünlü lokantalar, El Corte İngles gibi süpermarketler, marka mağazaların yanı sıra İspanya’nın en güzel Barok Kiliselerinden biri Angustias Bazilikası bulunmakta…
Plaza del Campillo’ya doğru ilerlerken sol tarafımızda, Hotel Vincci Albayzin’den sonra, Angustias Bazilikası bulunuyor. Rehberimiz tarafından bazilika konusunda özet bilgi veriliyor. Angustias Bazilikası’nın inşaatı 1617’de Juan Luis Ortega’nın gözetiminde başlamış. Çınarlar ve çitlerle çevrili kilisenin ön cephesinin üstünde iki kule bulunmaktadır. Angustias Bazilikası’nda havarilerin heykelleri, Pedro Duque Cornejo’nun eserleri ve Juan Leandro de la Fuente, Ambrosio Martinez ve Miguel Jeronimo gibi Granada Barok okulunun sanatçılarının resimleri olan raflar bulunmaktadır.
Bazilika konusundaki bilgiler aynı zamanda Granada-Gırnata Sultanlığının bitişini de ortaya koymakta… 2 Ocak 1492 yılında, Katolik Krallarının yani, Ferdinand ile İsabel’ in Granada’nın yönetimini ele geçirmesi büyük gösterilerle kutlanır. Kastilya ve Leon Kraliçesi I. Isabella ile Aragon Kralı II. Ferdinand tarafından 31 Mart 1492’de Elhamra Sarayı’nda Elhamra Kararnamesi imzalanır. İmzalanarak ilan edilen bu kararname İspanya’da yaşayan Yahudiler ‘in kovulması kararını, gerekçeleriyle birlikte ifade eden belgedir. Bu kararnameye göre Yahudi dinine mensup olan ya da kökenleri bu dine inanmış halka dayanan herkes İspanya’yı terk edecektir. Yanına altın, para ve ziynet eşyası gibi değerli varlık almayacaktır. Kararnamenin muhataplarına ülkeyi terk etmek için 31 Temmuz tarihine kadar süre tanınmış ve bu süre sonunda da ülkeyi terk etmeyenlerin idam edileceği belirtilmiştir.
Aynı uygulama 1502 yılında Mağribiler için yapılmıştır. Her iki uygulamada da Museviler ve Mağribîlere iki seçenek sunulmuştur. Ya Hristiyan olacaklar ya da sürgüne gönderileceklerdir. Bu, İspanya’nın tek bir din ve tek bir yönetim altında toplanmasını sağlamıştır. Sadece Aragon Müslümanları 1520 tarihine kadar varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Aragon Kralı II. Ferdinand ile Kastilya Kraliçesi İsabella’nın İspanya’yı Katolikleştirme planlarını anımsadıktan sonra Angustias Basilikikası’ndan ayrılıyoruz. Bir süre sonra da Plaza del Campillo’ya ulaşıyoruz. Meydanda yine üç kademeli bir çeşme var. Ancak suyu yok…Şaşırtıcı gibi görünse de ”Küresel Isınma” sonucunun bir görüntüsü olmalıdır diye düşünüyorum.
Tarihte çeşmeler suyun kutsallığından dolayı insanlar tarafından çok değerli sayılmışlardır. Bu nedenle çeşmelerin hem boyutu artmış hem de mimarisi zamanla daha gösterişli hale gelmiştir. Daha büyük bir yapı formu kazanan çeşmelerin işçiliğinde de daha fazla emek isteyen özel motifler zamanla kullanılmaya başlanmıştır. Bir görüntü, bir yaşantı veya bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde canlandırıp dile getirme sanatı olan Alegori ön plana çıkmıştır. Granada meydanlarında gördüğümüz bütün çeşmelerde bu uygulama vardı.
Meydana panoramatik bir bakış yaptıktan sonra yürümeye devam ediyoruz. Meydandan Calle Acera del Darro olarak bilinen ana caddeye çıkıyor ve Granada Victoria oteline kadar gidiyoruz. Granada’nın tarihi merkezinde yer alan bu 19. yüzyıl binası, katedrale 300 metre mesafededir. El Hamra Sarayı 15 dakika uzaklıktadır. Fotoğraflarını çekip, Kuzey-doğuya yönelen Katolik Krallar Caddesine giriyoruz. Bir süre sonra da Granada Turizm Bürosu önündeki Plaza del Carmen’e ulaşıyoruz. Meydanda mozaiklerden oluşan armalardan biri ile karşılaşıyoruz.
Fotoğraflar çekildikten sonra Plaza de Bip-Rambla’ya geçiyoruz. Bu meydanda da alegorilerle süslenmiş anıt çeşmelerden biri bulunuyor. Devam ediyoruz. Granada Katolik Kilisesi’nin yanından geçerek kiliseler bölgesine girmiş oluyoruz. Bir süre sonra da Granada Katedrali’ne ulaşıyoruz. Katedralin hemen yakınında Katolik Krallar İsabel ile kocası Fernando ve çocukları için yapılan Capilla Real var. Katedrali gezme olanağımız yok. Granada panorama olarak görüldükten sonra asıl görmek istediğimiz yere, Elhamra Saraylarına gidilecek.
Rehberimiz bize Katedral bölgesinde serbest zaman tanıyarak, birlikte yemek yiyebileceğimiz bir restoranı tarif ediyor. Sonra da bizden ayrılıyor. Biz restorana gitmek yerine, önce çevreyi biraz daha tanımak istiyoruz. Royal Chapel of Granada ile katedral arasından Gran via de Colon Caddesi’ne çıkıyoruz. Cadde bizi Plaza Isabel La Catolica’ya götürüyor. Bu meydanda Katolik Kastilya Kraliçesi ve önünde diz çökerek Amerika kıtasına gitmek için izin isteyen Colon’un anıt heykeli bulunuyor.
Kastilya Kraliçesi İsabella’dan gerekli izinleri alan Kristof Kolomb hazırlıklarını yaptı. İspanya’nın Katolik Kralları himayesinde Atlas Okyanusu’nu aşan dört sefer yaptı. Bu seferlerinde Hispanyola Adası’nda, Yeni Dünya’daki İspanyol Kolonizasyonu’nu başlatan kalıcı yerleşimler kurdu. Bu bağlamda Kolomb batı emperyalizmi ve Avrupa Krallıkları arasındaki rekabeti artırmak için sunduğu batıya doğru giderek Doğu Hint Adaları’na ulaşıp Asya’yla yapılan baharat ticareti için batıda yeni bir ticaret rotası oluşturma önerisine İspanya Tac’ından destek aldı. 1492’deki ilk seferinde Hindistan’ı hedeflemesine rağmen bugün Bahamalar’da bulunan San Salvador ismini verdiği Yeni Dünya’daki adaya ulaştı. Üç sefer boyunca İspanyol İmparatorluğu’na ait olduğunu iddia ettiği Büyük ve Küçük Antiller’in yanı sıra Venezuela ve Orta Amerika kıyılarını ziyaret etti.
Kolomb Amerikalara ulaşan ilk kâşif olmamasına rağmen onun seferleri Amerikalarla birkaç yüzyıl sürecek ilk kalıcı temasların, fetih ve kolonizasyon döneminin açılmasını sağladı. Bu nedenle, modern Batı dünyasının tarihsel gelişiminde büyük bir etkisi oldu. Böylelikle küresel İspanya İmparatorluğu’nun ilk tohumları da atılmış oldu. İspanyol İmparatorluğu, beş kıtada toprağı olan, dünyanın ilk küresel imparatorluğudur. İspanyol İmparatorluğu, İspanya veya İspanya hükümdarları tarafından fethedilen, miras kalan veya el konan arazileri kapsar. Bu arazilere Kuzey ve Güney Amerika’nın geniş kesimleri de dâhildir. 16. ve 17. yüzyıllardaki kıtalararası yapısına rağmen koloni imparatorluğu deyimi 1768 yılı itibarıyla kullanılmaya başlanmıştır. 19. yüzyılda ise devlet yapısı tamamen kolonisel bir yapıya dönüşmüştür.
Kastilya, Portekiz ile birlikte Avrupa kıtasındaki coğrafi keşiflerin ve okyanus ötesi ticaret yollarının öncüsüydü. Ticaret yolları, Atlantik Okyanusunda İspanya ile Amerika kıtasını, Pasifik Okyanusunda ise Filipinler üzerinden Asya ile Meksika’yı birleştirilmekteydi. İspanyol fatihler Amerika’da, Asya’da, Afrika’da ve Okyanusya’da çok değişik kültürel özelliklere sahip toprakları keşfetmiş ve ele geçirmiştir. İspanya ve daha öncesinde Kastilya Krallığı büyüyerek, bu bölgeleri kolonileştirmiş ve dünyada o zamana kadar görülmemiş büyüklükte bir ekonomiye sahip olmuştu.
Plaza İsabel La Catolica’da bulunan Katolik Kastilya Kraliçesi ve önünde diz çökmüş olan Kristof Kolomb anıtı bize yukarıdaki bilgileri anımsattı.
Kastilya Kraliçesi ve Kristof Kolomb anıt heykelinin fotoğraflarını çektikten sonra, Darro Nehri kıyısına geri dönmek üzere harekete geçiyoruz.Yolumuz üzerindeki Plaza del Campillo’nun karşısında bulunan bir restoranda karnımızı doyuruyoruz. Sonra da rehberimizle buluşmak üzere tur otobüsüne doğru harekete geçiyoruz.
Programda Al Hambra Sarayları var. Bu nedenle oldukça heyecanlıyız…