Uluslararası Maden Şirketleriyle yerli ortaklarının ülkemizin oksijen üretme kaynakları ormanlarımızı yok etmenin yanı sıra yüzlerce asit gölleri bırakıp gitmelerini Kazdağları ’nda gerçekleşen 195 000 ağaç katliamıyla öğrendik. Gündeme bomba gibi düştü.
195 000 ağaç katliamı sürecin ilk aşaması… Ağaçlandırılarak doğa yeniden canlandırılabilir mi? Sanmıyorum. Sürecin son aşamasına geçilir, altın cevherinden siyanür çözeltisiyle altın ayrıştırılırsa, atık olarak siyanür barajları ve havuzlarından sonra geri dönülemez bir doğa katliamı ve asit gölleriyle karşı karşıya kalırız.
Madenlere, özellikle altın arama ruhsatları veren yetkililerin yanı sıra, ilgili bakanlık yetkilileri ‘’altın aramada siyanür kullanılmamaktadır.’’ Beyanlarında bulunmaktadırlar. Ne var ki dünyada yapılan uygulamaların sonucu bu beyanı yalanlamaktadır.
Sürecin başlangıcında siyanür kullanılmadığı doğrudur, ancak sürecin sonunu es geçmektedirler. Kanadalı şirket daha etik davranarak, sürecin sonunda, toprak ve kayaçlardan Altın ve Gümüş’ün ayrıştırılması için siyanür kullanılacağı beyanında bulunmuştur. Kullanılacak olan siyanürün çevreye zarar vermemesi için her türlü önleminde alınacağı eklenmişti beyanatına.
10 Ağustos 2019 Cumartesi, İstanbul…
Ölümlü olan insanların düşlerinde, ölümsüz olduğuna inanılan kurmaca Tanrı ve Tanrılar her zaman yücedir. Yüce dağlarda ve sınırsız yüksekliklerde yaşamışlardır antik Yunan Tanrıları. 3 bin metreyi bulan yüksekliğiyle Yunanistan’ın en yüksek noktası olan Olympos Dağı, Yunan mitolojisinin, başta ZEUS olmak üzere, en haşmetli tanrılarının yuvası olmuştur. Varlıklarını da Homeros’un ünlü destanında bulmuşlardır.
Azra Erhat’ın deyimiyle İlyada ve Odysseia, Antik Çağdan bu yana Batı edebiyatını da derinden etkilemiş, modern dillere sayısız çevirileri yapılmış eski Yunan’ın en büyük destanıdır. Bu destanın asıl değeri, tanrılar ve kahramanlık serüvenleriyle ilgili yüceltici anlatımdan sıyrıldığı bazı bölümlerinde derin İnsanî duyguları da işleyen şiirsel dilinden gelmektedir.
Çanakkale’den bir kaptıkaçtıya binersiniz. Kentten çıkıp biraz yükseldiniz mi, boğaz rüzgârı püfür püfür eser. Bir yanınız deniz, bir yanınız çamlık, zeytinlik: alabildiğine maviler, yeşiller, sarılar, kümeler halinde kırmızı gelincikler. İçiniz bir hoş olur, çünkü bu toprak başka toprak, kahramanlık destanları anlatılır size karış karış. Yüzyılları birbirine katmış da, hep doğu ile batı arasında kavgaya, dövüşe sahne olmuş bu toprak.
Çanakkale Boğazı’na baktıkça bir kıtayı diğer bir kıtaya bağlayan su köprüsünün ne demek olduğunu anlarsınız. Hellespontos derlermiş ilkçağda ona, küçük Helle’nin boğulduğu deniz. Efsane en eski çağlarda bile kana boyamış bu su geçidini. Yığınlarca insanlar bir bu kıyıdan o kıyıya, bir o kıyıdan bu kıyıya geçmişler boğazı. Göçler, ordular, donanmalar… Hepsi de iki dünyanın kapısını açan bu kilidi ele geçirelim diye uğraşmışlar.
Çanakkale Boğazı’na baktıkça batı uygarlığının ilk büyük destanı İlyada ve Odisse neden burada doğdu diye şaşmazsınız artık. Bu destan aslında Troya destanıdır.
Mitolojik ismi “İda” olan Kazdağları Troya Kralı Priamos’un oğlu Paris’in uğursuzluk getireceğine inanarak terk ettiği dağlardır. Paris burada çoban olarak yetişir ve delikanlı olduğu zaman Afrodit, Hera ve Athena arasında kimin en güzel olduğu yarışında seçim için Zeus tarafından görevlendirilir. Üç Tanrıça kendisini seçmesi için Paris’e vaatlerde bulunur. Ancak Paris dünyanın en güzel kadınının aşkını vadeden Afrodit’i seçer. Sparta Kralı Menelaus’un karısı Truvalı Helen’e âşık olur ve birlikte kaçarlar. Böylelikle İlyada destanında geçen Truva Savaşı başlamış olur.
Homeros Paris’in çoban olarak yetiştiği dağların bağrından çağlayan pınarlara bakarak “Bin Pınarlı İda” demiş Kaz Dağları’na. Yunan mitolojisinden, Hristiyanlığa, Alevilikten, Sünniliğe kadar tarih boyunca her inanç Kazdağları‘nın kutsal bir yer olarak kabul etmişti.
Bilinen tarihi M.Ö. 2000 yıllarına dayanan Kaz dağlarının güney eteklerindeki Güre, Pınarbaşı ve Kazdağı Millî Parkı bölgenin iyi bilinen yerleridir. Homeros’un destanında görüldüğü gibi Güre Yunan mitolojisinde pek çok efsaneye ev sahipliği yapmıştır.
Kazdağı kültürel geçmişi Bronz Çağı’na kadar giden bir birikime sahiptir. Antik Çağ’da İda adıyla anılan dağ kütlesi Yunanistan’daki Olympos Dağından sonra Yunan kültürünün en kutsal ikinci dağıdır. Zeus’un Olympos’tan sonra en çok vakit geçirdiği yer olan İda, aynı zamanda Zeus ile Hera’nın kutsal evliliğine de ev sahipliği yapmıştır. Yunan kültüründen önce Anadolu kökenli ana tanrıça Kybele ilişkilendirilen Kazdağı’nda, Kybele’ye ait bir kutsal koruluk bulunmaktaydı. Anadolu’daki kökeni M.Ö 8. Bin yıla kadar uzanan Kybele kültü, Kazdağı ve çevresinde Frigler ile birlikte tapınılmaya başlanmıştır. Yunan mitolojisinde de varlığını devam ettiren kült, zamanla Yunan dini içerisinde erimiş ve tüm varlığını Kazdağı’na aktarmıştır. Roma Çağında tanrıçanın “Idaea Mater” ismiyle anılmasına dahi vesile olmuştur.
Kaz Dağı ya da İda, güzelliği ve görkemiyle bugün olduğu gibi Antik Çağ insanlarını da etkilemiş olmalıydı. İşte bu nedenledir ki, Antik Çağ mitoslarında tanrıların mekânı olarak adı sıkça geçer. Bu dağlar bazen tanrılara veya efsanevi kişiliklere ev sahipliği yapar, bazen de çok önemli olaylara. Antik Çağ insanı, tanrılarının Yunanistan’ın Olympos isimli en yüksek dağında yaşadıklarına, nektar içip Ambrosia yediklerine inanırdı. Batı Anadolu’da ise tanrılar için en uygun yer ancak İda Dağı olabilirdi.
Kaz Dağları, sadece Türkiye için değil, tüm dünya için çok önemli bir biyosfer rezerv alanıdır. Alpler ‘den sonra dünyanın en önemli 2. oksijen deposu olarak biliniyor. Biyosfer rezervleri biyolojik çeşitliliğin korunması, ekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin devamlılığı arasındaki çatışmaların sürdürülebilir bir şekilde çözülmesine dönük temel bir yaklaşım olarak kabul ediliyor UNESCO tarafından.
Kaz Dağları’nda 800’den fazla bitki çeşidi var olduğunu söyleyen uzmanlar, bunların 49’u Anadolu’ya, 31’de bu milli parka özel endemik türlerdir. Barındırdığı türlerin zenginliği ve benzersizliği bakımından aynı Amazonlar gibi dünya için kritik önem taşıyor.
Eskiden dağın %10’unu kapsayan milli parka sadece rehber eşliğinde girmeye izin veriliyordu ve bu ne kadar bilinçsiz olduğumuz düşünüldüğünde çok doğru bir uygulamaydı ama artık uygulamayı kaldırmışlar. Ateş yakmalar, çiçek toplamalar, patikadan çıkıp bitkileri ezmeler, çöp atmalar, dal koparmalar, güneş yağı ile dereye girmeler buraları geri dönüşü olmayan bir şekilde tahrip etmekte. Ayrıca, burada yetişen bitkiler farmakolojik özellikleri nedeniyle kaçakçılarca sökülüp götürüldüğünden denetim şart.
Kazdağı Milli Parkı, bitki ve hayvan varlığı olarak tanımlanan biyolojik çeşitlilik, endemik bitki türleri, orman ve su ekosistemleri, jeolojik ve jeomorfolojik yapı, mitolojik geçmiş ve çevresindeki geleneksel yaşam tarzı ile ulusal ve uluslararası düzeyde eşsiz öneme sahiptir. Bu özellikler Kazdağı Milli Parkının önemli kaynak değerlerini oluşturmaktadırlar. Böylelikle Kazdağı’nın doğal bir hazine niteliğindeki jeomorfolojik özelliklerinin korunması, bitki çeşitliliğini temsil eden flora ve hayvan çeşitliliğini temsil eden fauna varlığının devamının sağlanması, araştırılması ve gelecek kuşaklara aktarılması hedeflenmiştir.