‘’Doğanın katı gerçekleri çok ağır bastığında da, kurtuluş umudu kalmadığında da insan, yaratıcılığını genişletmiş, kendisine bir düş, bir mit, bir efsane dünyası kurmuştur.
Eğer insanın bir düş, bir efsane yaratma niteliği olmamış olsaydı belki de insanoğlu olmazdı.
Bu düşüncelerden yola çıkarak insanı öyle tanımlayabiliriz. İnsan mit yaratan bir mahlûktur. (…) Ve insanın arayıp da bulamadığı çok yerde bir düş, bir mit dünyası yaratıp ona sığınması vardır.’’
Demişti Yaşar Kemal ‘’Dağın Öte Yüzü-Orta Direk Üçlemesi’nde’’
Diğer taraftan;
‘’Mitleri oluşturan hikâyeler, insan toplumlarının temelleri ve dayanaklarıdır.’’
Demekte Homo Deus’un yazarı Hararı…
*****
Tarım Devriminden sonra, üretilen gıda fazlasının yeni ulaşım teknolojileri ile birleşmesi giderek daha fazla insanın önce köylere, sonra kasabalara ve şehirlere doluşmasına neden oldu.
Babil gibi büyük şehirler ve giderek krallıklar ve imparatorluklar ticari ağlarla birbirine bağlandı. Yüzbinlerce nüfusun olduğu şehirler ve başarılı imparatorluklar kurma fırsatı ortaya çıkınca, insanları bir arada tutacak ve esnek işbirliği yapmasını sağlayacak ortak mitlere, büyük tanrılara, anavatanlara ve anonim ortaklıklara ihtiyaç duyuldu.
Hikâyeler ve kurgularla ortaya çıkan tanrılar, uluslar ve şirketler, zamanla gerçekliğe hükmedecek kadar güç kazandı.
Antik Mısır uygarlığının timsah görünümündeki tanrısı Sobek’e inanıldığı ve güvenildiği için, Nil nehrini kontrol altına alacak kanallar sistemiyle, su toplama kapasitesi 50 milyar metre küp olan Feyyum Gölü inşaa edildi.
Sobek’e olan inanç ve güven olmasaydı Feyyum olmazdı.
Aynı şekilde, Çinlilerin inandıkları ve güvendikleri tanrı Çin Seddi’nin yapımını sağlarken Antik Yunan Uygarlığının tanrıları da Athena tapınaklarının yapımını sağlamıştı.