Ülkemizde ve dünyada din adına yapılan savaşları, intihar bombacılarını, cihad çağrısı yapanlarla ilgili bilgileri sosyal medya ve görsel medyada görüyoruz.
İlahiyat fakültelerinde profesörlük makamına erişmiş bazı kişilerin ipe sapa gelmez tartışmalarını ve önerilerini gördükten sonra sağlıklı bir tartışma ortamı olabilir mi diye Rönesans ve Hümanizm kavramlarını anlamaya ve anlatmaya karar verdim.
Modernite öncesinde insanlar göklerdeki ilahi güçler olan tanrılara katıksız inanıyorlardı.
Başta Papalar olmak üzere imparatorları, kralları, padişahları ve rahipleri de tanrının yeryüzündeki temsilcileri olarak görüyorlardı.
Kutsal kitaplardaki metinler de tanrı ile insanlar arasındaki bir sözleşme olarak görülüyor ve doğumdan itibaren öyle olduğu da kulağımıza üfleniyordu.
Bütün insanlar kutsal kitaplarla kendilerine tebliğ edilmiş sözleşme kurallarına uymak zorundaydılar.
Modernite öncesinde pek çok kültür, insanın kozmik planda çok küçük ve önemsiz bir rolü olduğuna inanıyordu.
İnsanlar evreni oluşturan ve her şeye hâkim tanrılara müdahale edemezlerdi.
Kozmik düzen ve kutsal kitaplar, insan yaşamını cennet ve cehennem kavramlarıyla anlamlı hale getirirken, gücünü de sınırlandırıyordu.
Modernite ve modern kültür büyük kozmik bir plana duyulan inancı reddedip, tanrıları gökten yere indirdi.
Gökleri ve evreni tanrılardan ve kutsal kitaplardan boşalttı.
Kutsal metinlerden kaynaklanan ruh, cennet, cehennem, melekler ve Azrail gibi kurgular da kayboldu.
Dünyayı anlamlı, keyifli, yaşanabilir hale getirmek gerekiyordu. Kozmik planda değersiz biri olan insanı ilahlaştırmak, tanrıların tahtına oturtmak gerekiyordu.
Tanrıları, devletleri kutsal olmaktan çıkarıp insanı kutsallık tahtına yerleştirmek gerekiyordu.
Zor bir işti ama akıllı olan Sapiens, bedel ödemeden, modern yaşamın tüm faydalarından yararlanabilme yolunu buldu.
Deyim yerindeyse ”Hümanizm” adını verdiği yeni bir ”din” yarattı…
Hümanizm ve Hümanist Devrimi daha iyi anlayabilmek için güncel sayılabilecek iki soruya yanıt vermemiz gerekiyor.
1) Kanadaki Montreal’den, 2600 km güneyinde bulunan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki New Orleans’a insan tacirleri tarafından kaçırılmadan, haydutlar tarafından tuzağa düşürülmeden ya da düşman kabileler tarafından öldürülmeden nasıl yolculuk yapabiliyoruz?
2) Savaş ve yoksulluktan kaçarak umuda yolculuğa çıkan mülteci ve sığınmacılar artık ekonomik nedenlerden değil canlarını kurtarmak için ölümü göze alarak ülkelerini terk ederek Avrupa’daki ülkelerden birine ulaşmaya çalışıyorlar. Neden Suudi Arabistan, Katar ya da Körfez ülkelerinden biri değil de Avrupa?
Sorulara verilebilecek en iyi yanıt, Modern Dünyanın tanrıları ve devletleri kutsallık tahtından indirip, insanı kutsallık tahtına yerleştirmiş olmasıdır.
Avrupa bunu başarmış, Amerika da kısmen başarılmıştır. Bu nedenle Avrupa tercih edilmektedir.
Oysa hala kozmik plana dayanan sözleşmelerin esiri olan ve şeriatla yönetilen ülkelerde kutsal kitaplardaki cennet hayali bu ülkeleri cehenneme çevirmiştir.
Taliban, Deaş ve Suudiler katı, tavizsiz bir Kuran anlayışı içerisinde hareket etmektedirler.
Özellikle Selefi ve Vahabi mezhebi buna öncülük etmektedir.
Selefiler kendilerini İslam’ın öncüleri, ilkleri ve selefleri olarak görür.
Selefiler Allah’ın Kuran’daki kelimelerinin olduğu şekilde okunup kabul edilmesi ve herhangi bir açıklamaya ihtiyaç olmadığı düşüncesindedir.
Çağa uygun yorumlara kesinlikle karşı çıkmaktadırlar.
Bu kurallara uymayanları ‘’mürted’’, dinden çıkmış kabul etmektedirler.
Mürted olan kimsenin canı, malı, karısı ve çocukları helaldir diyorlar.
Bu anlayıştır ki, inanların kafa kesmesini sağlamaktadır.
İslam dinine göre, yeryüzünde bulunan bütün insanlar Müslüman ve kâfir olmak üzere ikiye ayrılır.
Müslüman, Allah-ü Teâlâ’ya iman edip, her sözünde ve her işinde O’nun gönderdiği Peygamberine uyan kimsedir.
Hümanist devrim ise bütün bu anlamsızlıkları ortadan kaldıran, insanı kutsallık tahtına oturtan, cenneti bu dünyada yaratan ve dünyayı daha da anlamlı kılan yeni bir ‘’din’’ olarak ortaya çıktı.
Bu görüşleri tartışmaya açan ve en iyi açıklamaları yapan Hararı’nın ‘’Homo Deus’’ adlı kitabıdır.
Hümanist Devrim, özellikle Avrupa’yı bir cennete cevirmiş olmalı ki İran İslam Cumhuriyeti’ni kurduklarını söyleyenler de İran Şahı Rıza Pehlevi döneminde Avrupa’da yaşamışlardı.
Semavi dinler ahiretteki cenneti elde edebilmek için dünyayı cehenneme çevirdiklerinde, bu oluşuma katkı sağlayanlar da Deaş ve benzeri yapılanmalardan kurtulmak için soluğu Avrupa’da alıyor.