Günümüzde ‘’hassasiyet’’ ve ‘’hassasiyetlerimiz’’ sözcükleri çokça kullanılan kavramlar olarak karşımıza çıkıyor. Devletlerin hassasiyeti olur mu? Yoksa hassasiyetler yalnız insanlara özgü ve deneyimler sonrasında kazanılan bir meziyet midir?
Sorumuzun yanıtını daha iyi kavrayabilmek için Hararı’nın ‘’Home Deus’’ kitabından bir alıntı ile başlamak istiyorum.
‘’Çay içmeyi ele alalım. Güne gazetemi okurken yanına bir bardak bol şekerli çayla başlarım. Aslında çay şekerin bahanesidir. Bir gün şekerle gazete arasında çayın tadını pek de alamadığımı fark ederim. Koyduğum şekeri azaltır, gazeteyi bir kenara bırakır, gözlerimi kapar ve çaya odaklanırım. Kendine has kokusunu ve lezzetini duyumsarım. Kısa sürede kendimi yeşil ve siyah çay gibi farklı türleri denerken bulurum, enfes tatlarla hassa karışımları karşılaştırırım.
Birkaç ay içinde süpermarketlerde satılanları bırakıp çayımı aktarlardan almaya başlar, Çin’in Siçuan Eyaletindeki Ya’an dağlarının eteklerinde yetişen, panda dışkısıyla gübrelenmiş ‘’panda dışkısı Çayı’’ndan ayrı bir keyif duymaya başlarım. İşte böylece çay hassasiyetimi bardak bardak damıtır ve bir çay eksperi haline gelirim.
Çay içme ritüellerinin ilk günlerinde bana Ming Hanedanlığından kalma porselen bir fincanda panda dışkısı çayı sunmuş olsaydınız, kıymetini bilmez, bu özel çaya karton bardaktaki poşet çaydan farklı davranamazdım.
Hassasiyetiniz olmayan bir konuyu deneyimleyemezsiniz, tıpkı uzun bir deneyimleme sürecinden geçmeden hassasiyet geliştiremeyeceğiniz gibi.’’
Deneyimler ve hassasiyetler hiç bitmeyen bir döngü içinde birbiri ile gelişirler. Hassasiyet kitap okuyup, bu konuda ders alarak geliştirilebilecek bir meziyet değildir.
Bunları niye anlattık? Anlattık çünkü ‘’etik bilgi’’ nin kaynağı deneyimler sonrası gerçekleşen hassasiyetler olarak karşımıza çıkıyor. Hümanizmin en büyük başarısı ‘’etik bilgi’’ formülünü bulmuş ve uygulanabilir hale getirmiş olmasıdır. Şimdi bilginin formülü konusunu, geçmişten günümüze, bir kez daha gözden geçirelim.
Ortaçağ Avrupa’sında bilginin temel formülü ‘’kutsal metinler ve mantık’’ üzerine kurulmuştu. Filozoflar, din adamları, rahipler ve insanlar önemli bir soruyu yanıtlamak istediklerinde başvuracakları tek kaynak kutsal metinlerdi. İncil’deki metinler ve göndermeler yıllarca incelenir sonra da mantıklarının süzgecinden geçirilirdi. Ne var ki her insanın mantığı aynı olmadığından, sonuçlar birbiri ile çelişirdi. Bu yüzden dir ki dinler mezheplere ayrılmış ve bitip tükenmeyen din savaşları olmuştu.
Bilimsel Devrimin bilgi formülü Ampirik (deneysel) veriler ve bu verileri işleyen matematiksel sonuçlardı. Bir soruyu yanıtlamak isteyen filozoflar ya da insanlar, kutsal metinlere bakmak yerine, önce Ampirik verileri toplarlar. Sonra da matematiksel araçları kullanarak bu verileri çözümlerler. İstatistikler adını verdiğimiz uygulamalarla ”Mutluluk”, ”Yoksulluk sınırı”, ”Ülkenin büyüme rakamları”, ”Kredi notu” gibi yüzlerce sonuca ulaşabilir ve etkili sonuçlar alınabilir.
Bilimsel devrimin ortaya koyduğu ‘’bilginin formülü’’ astronomi, fizik, kimya, biyoloji, tıp ve daha birçok disiplinde beklenmedik atılımların yolunu açtı. Akıllı telefonlar, bilgisayarlar, internet, Nanoteknoloji, yapay zekâ ve diğerleri gibi atılımlar ekonomik büyümeyi sağlayan kaynakların artmasını sağladı. Ekonomik büyüme de bilgi ve bilime aktarılan kaynakların artmasını sağladı.
Ne var ki ‘’bilimsel bilgi’’ sonuçları, gelenekler, değerler ve anlamlı bir yaşamla ilgili sorulara yanıt veremiyordu. Hiçbir matematiksel sonuç bu tür sorulara yanıt veremezdi. Yanıtsız kalan bu tür soruların olduğu insan toplulukları da mutlu olamazlar, kendilerini boşlukta hissederler ve ayakta kalamazlardı.
Hümanizm şahane bir çözümle sahaya indi. Tanrıları göklerden indiren insanların kendilerine güveni arttıkça, ‘’etik bilgiye’’ ulaşmak için yeni bir formül oluşturdu. Uzun yıllarda edindiğimiz deneyimler sonrası ortaya çıkan hassasiyetlerin oluşturduğu etik bilgi… En basitinden, diğer insanların duygularına değer veren, yerlere çöp ve sigara izmariti atmayan, acıma ve yardım duygusu olan, evsiz barksızlarla ilgilenebilen hassasiyetler…
Uzun yıllarda edindiğimiz deneyimler sonrası ortaya çıkan hassasiyetlerin oluşturduğu ‘’etik Bilgi’nin’’ bileşenleri üzerinde duralım biraz.
‘’Etik Bilgi’’ nin ilk bileşeni olan deneyimler bilimsel verilerden ve deneylerden oluşmazlar. Öznel bir olgu olan deneyim üç temel bileşenden oluşur. Duyular, duygular ve düşünceler…
Bütün bunlar insanlara özgü öznel oluşumlardır. Bulunduğum ortamdaki ısı, sıcaklık, kapalı ve fırtınalı bir hava, gergin ya da keyifli bir durum ve benzerleri ‘’duyularımı’’ oluşturur. Duyularım sonrası ortaya çıkan sevgi, nefret, korku ve öfke gibiler ‘’duygularım’’ dır. Duygularım sonrası aklımdan geçen her şey de ‘’düşüncelerimi’’ oluşturacaktır.
Peki, etik bilgiyi oluşturan deneyimlerden sonra gerçekleşen ‘’hassasiyetler’’ nedir? Sorusunun yanıtını biraz daha anlaşılır hale getirmek için Hararı’nın ‘’Home Deus’’ kitabından alıntılarla devam edelim.
‘’Hassasiyet hem duyularıma, duygularıma ve düşüncelerime odaklanmak hem de bu duyum, duygu ve düşüncelerin beni etkilemesine izin vermektir. Yeni deneyimlere açık olmak ve görüşlerimin, düşüncelerimin ve hatta karakterimin bu deneyimler sonucunda değişebilmesine izin vermektir.’’
Bu tanımlama da gösteriyor ki ‘’hassasiyetler’’ duygu ve düşünceleri olan insanlar için geçerlidir. Bu nedenle devletlerin hassasiyetleri olamaz, politikaları olur. Kavramlar doğru bilinir ve yerli yerine oturtulursa, devlet kutsal olmaktan çıkar ve insanlar kutsallık tahtına çıkar. Böylelikle devlet insanlara hizmet eden, insanlar için düzeni kuran ve ekonomik büyümeyi sağlayan bir kurum haline gelir.