
19. ve 20. Yüzyıllarda, Hümanizm hızla toplumsal destek ve siyasi güç kazandıkça, birbirinden tamamen farklı iki yan ürün verdi. Sosyalist ve komünist hareketleri kanatları altına alan ‘’Sosyalist Hümanizm’’ ve en ünlü destekçisi Naziler olan ‘’Evrimsel Hümanizm’’… Bu yan ürünlerle beraber Hümanizm üç kola ayrıldı.
1)‘’Liberal Hümanizm’’ ya da sadece ‘’Liberalizm’’ olarak adlandırılan Hümanizmin Ortodoks Kolu,
2) En büyük destekçisi Naziler olan Hümanizmin Evrimsel Kolu ya da ‘’Evrimsel Hümanizm.
3) Sosyalist ve Komünist hareketleri kanatları altına alan Hümanizmin Sosyalist kolu,
1914-1989 yılları arasında üç hümanist mezhep kanlı bir Hümanist Din savaşına tutuştu. Başlangıçta Sosyalist Hümanizm ile Komünist Hümanizm liberalizme yenilgi üzerine yenilgi tattırdılar. 20. Yüzyılın ilk on yılında liberaller için her şey yolundaydı. Bireyler özgürlüklerini diledikleri gibi yaşayarak kendilerini ifade ettikleri müddetçe, dünyanın eşi benzeri görülmemiş bir barış ve refah döneminin keyfinin sürüleceğini düşünüyorlardı. Ne var ki 1914 yılının Noel’ine gelindiğinde liberaller bombaların gürültüsüyle dona kaldılar. Sonraki yıllarda da liberalizm hem sağ hem de sol kanadın çapraz ateşi altında kalacaktı. Sağ kanatta Evrimsel Hümanizmi savunan Naziler, sol kanatta ise Sosyalist Hümanizmi savunan Sovyetler Birliği vardı.
1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya topraklarına girmesiyle Evrimsel Hümanizmin en büyük destekçisi Hitler, kendince dünyayı yeniden dizayn etmek istedi. Neredeyse Avrupa’nın tamamını işgal etmişken,1941 yılının ikinci yarısında Rusya ve ABD savaşa dahil oldular. Nisan 1945’te Alman kuvvetleri ile Müttefikler arasındaki Berlin sokak muharebelerinin nihayete ulaşmak üzere olduğu sırada, 30 Nisan 1945 günü Hitler intihar etmesiyle, evrimsel hümanizm de tarih oldu. Ancak, Sosyalist Hümanizmin temsilcisi olan Sovyetler Birliği dünya çapında büyüyen bir bloğun lideri ve küresel iki güçten biri olarak sahneye çıktı. Öyle ki 1956 yılında Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Nikita Kruşçev göğsünü kabartarak ”isteseniz de istemeseniz de tarih bizim yanımızda. Sizi gömeceğiz.” Diye batıya seslenmiştir.
Ne var ki Sovyetler Birliği de 25 Aralık 1991 yılında ömrünü tamamladı. On yıllarca süren yenilgi ve başarısızlıkların ardından, biraz yıpranmış olsa da, liberalizm Soğuk Savaş’ın tartışmasız galibi olarak ”hümanist din savaşlarını” kazandı.
Liberal düşünce, bireye, hiçbir değeri, inancı ve ahlakı, ezeli ve ebedi doğru olarak dayatmaz. Kozmik inancı reddedip, tanrı ve temsilcilerini gökten yere indirmiş, insanı kutsallık tahtına oturtmuştur. Ezeli ve ebedi doğrular dayatmayan liberal düşünce, insan hayatında her şeyin maksimum düzeyde gönüllülük, tercih ve rıza esasına göre gerçekleşmesi gerektiğini savunur. Birey, nasıl bir insan olmak istediğine, hangi değer, düşünce ve inançları benimseyeceğine karar veren, benimsediği inanç ve değerleri istediği zaman değiştirebilen ve hayatında istediği değişiklik ve düzenlemeleri yapan kişidir. Birey, yaşam tarzı, ahlak, din ve değerler konusunda yapmış olduğu bir seçimi, sadece kendisi için yapmaktadır.
Özgür, onurlu ve biricik olma niteliklerine sahip olan birey, din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir. Din ve vicdan özgürlüğü, bireyin herhangi bir dini inancı kabul etmesini, yaşamasını, yaymasını, örgütlemesini, reddetmesini ve değiştirmesini kapsamaktadır. Liberal din özgürlüğü anlayışı, dinden özgürleşmeyi de içinde barındırmaktadır. Başka bir ifade ile, din özgürlüğü, dine özgürlük ile dinden özgürleşmeyi birlikte kapsamaktadır. Ancak dışarıdan bir müdahale ile insan hayatının dinden arındırılmaya çalışılması, hiçbir şekilde din özgürlüğüyle bağdaşmamaktadır.
Liberal düşünce İster Tanrı adına, ister devlet adına, ister milliyet adına bireyin hayatına zorla hükmeden ve bireyi dizayn etmeye kalkan bütün totaliter kültlere ve ideolojilere ‘hayır’ demektedir. Liberal düşüncenin, her türlü totalirizme karşı insanın özgünlüğünü, onurunu ve özgürlüğünü savunması, liberalizmi sahici bir hümanizm kılmaktadır.
Liberal ekonominin destekçileri herkesin olduğu gibi ticaretinde devlet tarafından yönetilmesi ve yönlendirilmesine karşı çıkar. Aksine kendi ekonomik kararlarını bireylerin almasının sonucunda giderek artacak refahla uyumlu daha eşit toplum meydana geleceğine inanır. Liberalizmde olduğu gibi Ekonomik Liberalizm’de bireyin kendisine duyulan güven esastır. Günümüz dünyasında ekonomide liberalizm farklı tekniklerle bir çok kez ele alınmıştır ve başarıya ulaştığını söylemek mümkündür. Kendi ekonomik kararlarını alan toplumlarda refah düzeyinin arttığı birçok araştırmalara göre tartışmasız bir gerçektir.
1946’da çok partili hayata geçilmesi ve 1950’de DP’nin iktidara gelmesi ile birlikte Türkiye iktisat politikalarında önemli gelişmeler olmuştur. Bu gelişmelerden en büyüğü liberal anlayış ve özel girişimin günümüz iktisat politikalarını dahi etkiyecek düzeyde o dönemde yerleşmiş olmasıdır. DP dönemindeki liberal anlayış daha sonra gelen bir çok hükümetin yönetim anlayışında etkili olmuştur. Nitekim günümüzde bir çok siyasi parti hala “Biz Demokrat Parti ve Demokrat Parti anlayışının devamıyız.” demektedirler.