İstanbul Sultanahmet Meydanı
Sultanahmet Meydanı, İstanbul’un en tarihi ve turistik bölgelerinden biridir. Meydanın çevresinde birçok önemli yapı bulunmaktadır:
-
Ayasofya: Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 537 yılında kilise olarak inşa edilmiştir. Osmanlı döneminde camiye dönüştürülmüş ve günümüzde müze olarak hizmet vermektedir.
-
Sultanahmet Camii (Mavi Cami): 1609-1616 yılları arasında Sultan I. Ahmed tarafından yaptırılmıştır. İç mekanındaki mavi çinilerden dolayı “Mavi Cami” olarak da bilinir.
-
Topkapı Sarayı: Osmanlı İmparatorluğu’nun idari merkezi ve padişahların ikametgahı olarak kullanılmıştır. Günümüzde müze olarak ziyaretçilere açıktır.
-
Yerebatan Sarnıcı: Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 6. yüzyılda inşa edilmiştir. Sarnıç, su depolama amacıyla kullanılmıştır ve günümüzde turistik bir mekandır.
-
Dikilitaş (Theodosius Dikilitaşı): Mısır’dan getirilen bu dikilitaş, Bizans İmparatoru Theodosius tarafından 4. yüzyılda hipodroma dikilmiştir.
-
Örme Dikilitaş: Bizans İmparatoru VII. Konstantinos tarafından 10. yüzyılda yaptırılmıştır.
-
Yılanlı Sütun: Yunanistan’daki Delphi’den getirilen bu sütun, Perslere karşı kazanılan zaferin anısına dikilmiştir.
Bu yapılar, Sultanahmet Meydanı’nın tarihi ve kültürel zenginliğini gözler önüne sermektedir.
İstanbul, dünya tarihinin en önemli merkezlerinden biridir. Tarihi ve turistik açıdan bakıldığında; İstanbul’un en önemli merkezlerinden biri de, Sultanahmet Meydanı’dır.Her yıl on binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği bu meydan ve çevresi tam bir tarih hazinesidir. Her şeyden önce Sultanahmet Meydanı, 14 yüz yıl boyunca, eski dünyanın yarısını yönetenlerin yerleşim birimi olan ”Tarihi Yarımada” da bulunmaktadır.
Meydanın çevresinde; Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi, Sultanahmet Camisi, Yerebatan Sarnıcı, Obelisk, Dikili Taş, Yılanlı Sütun gibi bir çok tarihi ve paha biçilmez eserlerin bulunduğu meydan, Bizans İmparatorluğu zamanında ”Hipodrom” olarak tasarlanmış ve kullanılmış. Atların, at binenlerin, araba ve at yarışlarının meydanı anlamına gelen ”hipodrom”, eski dünyanın, özellikle Roma ve Bizans İmparatorluğunun eğlence yerlerinden biri olarak karşımıza çıkar.
Romalı ve Bizanslılar için arena ve hipodromlar, siyasal yaşamın da önemli parçalarıdır. Günümüzdeki, 100 000 kişi kapasiteli stadyumların yerini, o dönemlerde arena ve hipodromlar almış. Halkı eğlendirmenin ve yönlendirmenin mükemmel araçlarından biri, günümüzde futbol olurken, o dönemlerde de, arenalarda gerçekleşen kanlı dövüşler ve hipodromlardaki araba ve at yarışları olmuş. Meşhur ”Ben-Hur” filminde bu konu antitez olarak işlenmiştir.
Aslı, Roma İmparatoru Septimus tarafından yaptırılan ve daha sonra, 306-337 yılları arasında genişletilen Hipodrom; İmparatorluğun değişik bölgelerinden getirtilen tarihi ve paha biçilemez eserlerle donatılmıştır. Hipodromun; eni 117 metre, boyu 480 metre olmak üzere, kapladığı alan, yaklaşık 60 000 m2 dir. Bu büyüklükteki bir hipodromun kapasitesinin 100 000 kişiye yaklaşabileceği söylenceler arasındadır.
O dönemde, 100 000 kişiyi bir alanda toplayıp, festivaller ve vahşi hayvanlarla yapılan döğüşleri seyrettirerek, halkın nabzını da tutma yeridir hipodromlar. İspanya’daki boğa güreşleri ve arenalar da, günümüze kadar gelebilmiş eski alışkanlıklardır.Roma İmparatorluğunun ayak bastığı bütün ülkelerde, bu büyüklüğe yakın arena ve meydanlar yapılmıştır. İspanya’nın başkenti Madrid’ deki Mayor Meydanı ile Barselo’nadaki Katalunya Meydanları örnekler arasındadır.
Bizans İmparatorluğunun önemli yapıları ve abideleri hipodrom çevresinde yapılmış.Büyük Saray diye bilinen İmparatorluk Sarayı ve hipodromdaki ”Kathiçma” denilen İmparatorluk locasının, şimdiki Sultanahmet Camisinin bulunduğu yerde yapılmış olduğu söylenir. Hipodromun yanında başlayan Büyük Saray, sahile kadar uzanırmış.
Günümüzde bu saraydan kalan kalıntılar, sadece, büyük bir salonun yer mozaikleridir. Mozaikler dışındakilere gelince; Örme Dikilitaş,Mısır’dan getirtilen Obeliks, Delfi’deki Apollon tapınağında getirilen Yılanlı Sütundur. Yılanlı sütunda birbirine sarılan üç yılanın kafaları da yok olmuş, yalnız gövdeleri kalmıştır.Meydanın orta yerinde, Alman İmparatoru Wilhelm’in ziyaret anısı olarak yaptırıp hediye ettiği Alman Çeşmesi bulunmaktadır.
Hipodrom ile kentin en önemli meydanı Agustein arasında bulunan Milerium Zafer takı, Roma’ya kadar uzanan yolun başlangıcı olarak kabul edilmiş ve ilk kilometre taşı buraya dikilmiş. Ayrıca; hamamlar, mabetler, dini, kültürel, idari ve sosyal merkezler de hipodrom çevresine yerleşmişler. Mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden bir eşi ve benzeri olmayan Ayasofya da hipodroma komşu olan yapılardandır. 532 yılında yapımına başlanıp, 537 yılında ibadete açılan Ayasofya; 916 yıl kilise, 481 yıl cami olarak kullanıldıktan sonra, 1935 yılında müzeye dönüştürülmüş.
At Meydanı
1453 Yılında İstanbul’u topraklarına katan Osmanlı İmparatorluğu, hipodromun özelliklerini bozmamıştır. 1204 yılında, Haçlıların işgaliyle zarar gören hipodrom, fetih sonrasında zaten harap durumdaymış. Osmanlı Padişahları, Bizans’tan kalan bu yapıyı, kendi geleneklerine uyarlayarak, tekrar önemsenmesini ve günümüze kadar gelmesini sağlamıştır. Fetihten sonra hipodrom, ”At Meydanı” adını almıştır. Osmanlı döneminde at ve at üzerinde gerçekleştirilen cirit oyunları önemli etkinliklerden biriydi. Bir bakıma, savaş oyunlarının birer provasıydı cirit oyunları. Sürekli akınlar düzenleyerek, yeni yerler ve ülkeler fetheden Osmanlı ve askerleri günlerce at sırtında kaldıklarından, cirit oyunları vazgeçilmez etkinlikler arasındaydı.
Günümüzde, özellikle Ramazan aylarında, Fatih Belediyesi ve Büyükşehir Belediyesinin himayesinde; başta Karagöz ve Hacivat eğlenceleri olmak üzere; Türk sanat Müziği, Türk Pop Müziği ve Türk Halk Müziğinin popüler sanatçılarının katılımlarıyla, sürpriz programlar düzenleniyor. Ayrıca, eski Türk evleri ve mahalleleri ile satıcılar da yerlerini alarak, bir festival havasında ramazan kutlanmaktadır.
Sultanahmet Camisi
Türk ve İslam dünyasının en ünlü anıtlarından birisi olan Sultanahmet Camisi; İstanbul!a gelen yerli ve yabancı turistlerin ziyaret programlarına aldıkları en önemli anıtlardan biridir.Sultan Ahmet merkezli bütün tur programlarında; Sultanahmet Camissi, Ayasofya ve Topkapı Müzeleri ile meydandaki örme dikili taş, Obelisk ve Yılanlı sütunun yanı sıra Yerebatan sarayı ve Binbirdirek sarnıcı da ziyaret edilen önemli yerlerdendir. Gerek Hristiyan dünyasında, gerekse Müslümanların dünyasında yer alan ve bu dinlerin hamiliğini üstlenen imparatorlar, padişahlar ve sultanlar; Tanrıya ulaşmanın ve inancının en iyi biçimde ifade edebilmenin yolu olarak, bir benzeri daha olmayan kiliseler, mabetler ve camiler yapma ve yaptırma yarışına girmişlerdir. Ayasofya yapılıncaya kadar, en ünlü ve en ulaşılmaz mabede, Hz. Süleyman’ın Kudüs’te yaptırmış olduğu ”Mescidi Aksa” idi.
Mescidi Aksa’yı aşmak isteyen Bizans İmparatoru Justinianus, bu hayalini, Ayasofya’yı yaptırarak gerçekleştirmiş. Kanuni Sultan Süleyman da, Ayasofya’yı aşacak bir cami yaptırmak ister, sarayın Baş mimarı Sinan’ı görevlendirir.1551-1558 yılları arasında yapılan bu cami ile Ayasofya da aşılır.Sultan I. Ahmet, Ayasofya ile Süleymaniye arasında; atalarına saygısızlık olmasın diye, Süleymaniye’yi aşmayacak ama Ayasofya’dan daha görkemli bir cami için, At Meydanını seçer. 1453 Yılında İstanbul’u topraklarına katan Osmanlı İmparatorluğu, hipodromun özelliklerini bozmamıştır. 1204 yılında, Haçlıların işgaliyle zarar gören hipodrom, fetih sonrasında zaten harap durumdaymış. Osmanlı Padişahları, Bizans’tan kalan bu yapıyı, kendi geleneklerine uyarlayarak, tekrar önemsenmesini ve günümüze kadar gelmesini sağlamıştır.
Fetihten sonra hipodrom, ”At Meydanı” adını almıştır. Osmanlı döneminde at ve at üzerinde gerçekleştirilen cirit oyunları önemli etkinliklerden biriydi. Bir bakıma, savaş oyunlarının birer provasıydı cirit oyunları. Sürekli akınlar düzenleyerek, yeni yerler ve ülkeler fetheden Osmanlı ve askerleri günlerce at sırtında kaldıklarından, cirit oyunları vazgeçilmez etkinlikler arasındaydı.
Aynı yüzyılda yaşayan Evliya Çelebi, temel atma törenini şöyle anlatıyor.Cümle üstad, mimar ve mühendisler toplanıp, Üsküdarlı Mahmut Efendinin ve üstadımız Evliya Efendinin duaları ile temelin kazılmasına başlandı. Evvela Sultan Ahmed Han, eteğine toprak doldurup, Ya Rab, Ahmed kulunun hizmetidir, kabul eyle, deyup, amelelerle birlikte temelden toprak taşıdı.
İnşaat 7 yılda tamamlandı.1616 yılı 2 Haziran Cuma günü başta padişah olmak üzere, devlet erkanı açılış yerine geldi. Açılış dualarla yapıldı. Sultan I. Ahmet, meydana gelen şahaserden memnun kalmıştı.Cami; kapladığı alan bakımından, Ayasofya ve Süleymaniye’yi geçmişti.Ana yapının kapladığı alanın eni 64 metre, boyu 74 metre olup, yüksekliği de 43 metre olmuştu. Üstelik, Mekke’deki 6 minareli mabedden sonra, 6 minaresi olan tek cami, I. Ahmet camisiydi. o dönem, İslam aleminden gelen bir takım itirazlar üzerine, Mekke’deki mabede yedinci bir minare yaptırarak, itirazların önünü aldığı söylenir.Geçtiğimiz yıllarda yaptırılan Adana’daki Sabancı camisiyle Mersin’deki Mugdat camisinin de 6 minaresi olup, 6 minareli cami sayısı 3 e çıkmıştır.
Sultanahmet Camisinin tasarımı, Osmanlı cami mimarisi ile Bizans kilise mimarisinin 200 yıllık sentezinin zirvesini oluşturur. Komşusu olan Ayasofya’dan bazı Bizans esintileri içermesinin yanı sıra geleneksel İslami mimari de ağır basar ve klasik dönemin son büyük camisi olarak görülür.Köşe kubbelerin üstündeki küçük kulelerin eklenmesi dışında, geniş ön avlunun cephesi Süleymaniye Camii’nin cephesiyle aynı tarzda yapılmıştır. Avlu neredeyse caminin kendisi kadar geniştir ve kesintisiz bir kemer altıyla çevrilmiştir. Her iki tarafında abdesthaneler vardır. Ortadaki büyük altıgen fıskiye avlunun boyutları göz önüne alındığında küçük kalır. Avluya doğru açılan dar anıtsal geçit kemer altından mimari olarak farklı durur. Yarı kubbesi kendinden daha küçük çıkıntılı bir kubbe ile taçlandırılmış ve ince sarkıt bir yapıya sahiptir.
Her katında alçak düzeyde olmak üzere, caminin içi İznik’te, 50 farklı lale deseninden üretilmiş 20 binden fazla çiniyle bezenmiştir. Alt seviyelerdeki çiniler gelenekselken, galerideki çinilerin desenleri çiçekler, meyveler ve servilerle gösterişli ve ihtişamlıdır.20binden fazla çini Iznik’te çini ustası Kasap Hacı ve Kapadokyalı Barış Efendi’nin yönetiminde üretilmiştir.Cami; mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği, yarım kubbeleriyle büyük kubbesinin içi de mavi ağırlıklı kalem işleriyle süslendiğinden, Avrupalılarca Mavi Cami (Blue Mosque) olarak bilinir.Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesiyle, ana cami konumuna gelmiştir.
İstanbul şehrinin en güzel manzarası, denizden ve Galata Kulesinden görülür. Bu şahane manzaralarda, tarihi yarımadadaki camiler yer alır. Dünyada bir eşi daha bulunmayan İstanbul Silueti ortaya çıkar. İstanbul silueti bir dünya mirası olarak görülmelidir. Unesco’nun Dünya Mirası listesinde yer almasının en önemli nedenlerinden biri İstanbul’un camilerinden oluşan siluetidir.
Yorumlar kapalı.