Topkapı Sarayı Divan Meydanı
Topkapı Sarayı; İstanbul topografyasını oluşturan Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında, Tarihi Yarımadanın ucundaki Sarayburnu’nda; Tapınakların, hazinelerin saklandığı yapıların ve çeşitli kurumların bulunduğu Bizans Akropolü üzerine yapılandırılmış.
Fiziki yapılandırılma, Sultan ve ailesiyle bütünleşen ‘’Mutlak İdare’’ kavramını da içine alacak şekilde gerçekleştirilmiştir. 19.yüzyıl ortalarında Osmanlı Hanedanı Boğaziçi saraylarına taşınıncaya kadar, 400 yıl süreyle Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim sarayı ve hanedanlık ikametgâhı olarak kullanılmıştır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra 3 Nisan 1924’de Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle müze haline getirilmiştir.
Alay Meydanı’ndan Divan Meydanı’na geçişi sağlayan Selamlık Kapısı kuleleriyle, 15. yüzyıl kale kapılarına benzemekte olup, müzenin de giriş kapısıdır.
Sultandan başka kimsenin at üzerinde giremediği, Divan Meydanı olarak anılan ön avlu, yapılarıyla birlikte devlet yönetiminin zirvesi olan bir mekândır.
Devlet yönetiminin gerçekleştiği, devletin temsil edildiği bir tören alanıdır aynı zamanda.
Tahta çıkış (cülus), bayramlaşma, elçi kabulü, yeniçeri maaşlarının (ulufenin) dağıtıldığı görkemli bir tören alanıdır.
Büyük bir ihtişam ve düzenle gerçekleşen bu törenlerle, devletin gücü ve zenginliği yabancı devlet elçilerine gösterilirdi.
Avludaki eksenlerden ya da ana yollardan en önemlisi, Babüsselam’ı, karşıda sultanı temsil eden Babüssaade’ye birleştiren Babüssaade eksenidir. Padişah yolu olarak bilinmektedir.
Babüsselam’ı Kubbealtı’na birleştiren eksen ise vezir yolu olarak anılmaktadır.
Meydana adını veren ve gövdesi Fatih döneminden kalan Adalet Kulesi; altındaki üç kubbeli ve revaklı Divan-ı Hümayun Dış Hazine’nin solunda bulunur.
Kalem ve defterhane bölümlerinden oluşan Divan-ı Hümayun, haftada dört gün sadrazam ve vezirlerle, devlet işlerin karara bağlandığı resmi mekândır.
İlk oda ya da Kubbealtı, divan toplantılarının yapıldığı müzakere salonudur.
Toplantıların bazılarına Divan Üyeleri, Sadrazam ve Kubbealtı Vezirleri, Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri katılırlar, devlet işlerini görüşüp sultana arz etmek üzere, karara bağlarlardı. Önemli toplantılara Şeyhül İslam da katılırdı.
Ayrıca yabancı elçiler kabul edilir, padişah kızlarının nikahları kıyılırdı. Bütün bu toplantılar, düzenli ve zengin bir protokol düzeni içinde gerçekleştirilir, devletin gücü ve itibarı göz önüne alınırdı.
Marmara Denizi’ne cepheli kanadında, onlarca metre uzanan revakların arkasında anıtsal mutfak yapıları yer alırdı.
Günümüzde saray arşivi ve kumaş deposu olarak kullanılan bu anıtsal yapılar; Yağhane, kiler, Aşçılar Mescidi ve bacaların oluşturduğu görkemli cephesiyle, saraya ayrı bir ihtişam kazandıran mutfaklardır.
Bu cephede; Çin ve Japon Porselenleri seksiyonu sergi salonu, Bakır ve Mutfak eşyaları sergi salonu, İstanbul Cam ve Porselenleri sergi salonu, Sami Özgiritli Koleksiyonu sergi salonu, Osmanlı Gümüşleri ve Avrupa Porselenleri sergi salonu, Saray Arşivi, Osmanlı Saray Kumaşları deposu, Aşçılar Mescidi ve Atölyeler yer almaktadır.
Topkapı Sarayı; İstanbul topografyasını oluşturan Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında, tarihsel İstanbul Yarımadasının ucundaki Sarayburnu’nda; Tapınakların, hazinelerin saklandığı yapıların ve çeşitli kurumların bulunduğu Bizans Akropolü üzerine yapılandırılmış. Fiziki yapılandırılma, Sultan ve ailesiyle bütünleşen ‘’Mutlak İdare’’ kavramını da içine alacak şekilde gerçekleştirilmiştir.
19. yüzyıl ortalarında Osmanlı Hanedanı Boğaziçi saraylarına taşınıncaya kadar, 400 yıl süreyle Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim sarayı ve hanedanlık ikametgâhı olarak kullanılmıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra 3 Nisan 1924’de Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle müze haline getirilmiştir. Geçmişte bahçe ve köşklerle yaklaşık 700 bin metrekarelik bir alana yayılmıştır.
Sarayın müze olan bölümü bugün 45.000 metrekare alanı kaplamakta olup, sürekli ve geçici sergi salonları ve 80.000 eseri ile dünyanın en zengin saray müzelerinin başında yer alır. Kale saray yapılanması her adımda kendini hissettirmektedir. Saltanat Kapısından (Bab-ı Hümayun) sonra yer alan Alay Meydanı dış hizmet binaları için ayrılmış. Selamlık Kapısından (Babüsselam) sonra ulaşılan Divan Meydanı, Adalet Meydanı olarak da biliniyor.
Yapılarıyla birlikte, sarayda devlet yönetiminin gerçekleştirildiği ve temsil edildiği bir idare alanıdır. Saraydaki üçüncü kapı olan (Babüs saade) Divan Meydanını, iç saray teşkilatının bulunduğu mekanları içeren Enderun Avlusuna bağlar. Enderun avlusu, sultanların saraydaki varlığını temsil eder. Bir adım daha atıldığında; Fatih Sultan Mehmed döneminde şekillenen koğuşlar ve padişaha ait yapıları içeren avlu ile padişaha ait köşklerin bulunduğu sofa-i Hümayun adı verilen mermer teras ve çiçek bahçesine ulaşılır.
Ayrı bir yapılanma gösteren Harem, Osmanlı sarayında hanedanın yaşadığı özel ve yasaklanmış yerdir. Harem, sultanların ailesi ile birlikte yaşadığı ve saray mimarisinin 16. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar çeşitli dönemlerin üslubunda örnekler içeren, mimarlık tarihi açısından son derece önemli bir komplekstir. Karmaşık bir yapıdır. Topkapı Sarayı yapılanmasının birinci bölümünü; Saltanat Kapısı ve Alay Meydanı ve içinde yer alanları ‘’İstanbul Topkapı Sarayı 1 ’’ adlı yazı dizimde anlatmıştım. Şimdi de Selamlık Kapısı ve Divan Meydanı ile ilgili olanları aktarmaya çalışacağım.
Babüsselam/Selamlık kapısı/Müze giriş kapısı
Topkapı Sarayı Müzesinin giriş kapısıdır. 15. yüzyılda sarayla birlikte yaptırılan Selamlık Kapısı, kuleleriyle, 15. yüzyıl kale kapılarına benzemektedir. Kapı üzerinde ‘’ Kelime-i Tevhid ‘’ yani ‘’ Allah’tan başka ilah yoktur. Hüküm, saltanat ve tüm yetkiler O’nundur.’’ Yazısı bulunmaktadır. Altında Sultan II. Mahmut tuğrası, yanlarda da 1758 yılı onarımını belgeleyen yazıtlar ve Sultan III. Mustafa’nın tuğraları vardır. Bir hayli fotoğrafını çektiğim bu iki kuleli kapı, Topkapı Sarayının ve Osmanlı İmparatorluğunun görkeminin simgesi olmuştur.
Kapının üzerindeki iki kule, Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılmıştır. Bu kulelerin içinde, yabancı elçilerin saraya girmelerine izin verilinceye kadar misafir edildikleri Kapıcı başı Ağasının odaları bulunmaktaydı. Yalnız padişahların atla geçebildiği bu kapının Divan Meydanına bakan cephesinde, rokoko tarzı süslemeleriyle dekore ettirilen geniş bir revak (sundurma ) bulunur. Kapı, ‘’ Bevvaban-ı Dergâh-ı âli ‘’ denilen görevlilerce korunurdu. Amirlerine de Kapıcı başı Ağası’’ denirdi.
Divan Meydanı/Adalet Meydanı/İkinci avlu
Sultandan başka kimsenin at üzerinde giremediği, Divan Meydanı olarak anılan ön avlu, yapılarıyla birlikte devlet yönetiminin zirvesi olan bir mekândır. Tahta çıkış (cülus), bayramlaşma, elçi kabulü, yeniçeri maaşlarının (ulufenin) dağıtıldığı görkemli bir tören alanıdır. Büyük bir ihtişam ve düzenle gerçekleşen bu törenlerle, devletin gücü ve zenginliği yabancı devlet elçilerine gösterilirdi.
O tarihlerde, bu avluda, hayvanların da gezebileceği bir bahçe düzenlemesi vardı. Avludaki eksenlerden ya da ana yollardan en önemlisi, Babüsselam’ı, karşıda sultanı temsil eden Babüssaade’ye birleştiren Babüssaade eksenidir. Padişah yolu olarak bilinmektedir. Babüsselam’ı Kubbealtı’na birleştiren eksen ise vezir yolu olarak anılmaktadır.Kapıyı geçince, Marmara Denizi tarafına, sağ tarafa yöneliyorum. Kapının sağındaki sergi salonunda, Saltanat Arabaları sergisi bulunmaktadır. Avlunun sağ tarafında, Marmara Denizi’ne cepheli kanadında, onlarca metre uzanan revakların arkasında anıtsal mutfak yapıları yer alırdı.
Günümüzde saray arşivi ve kumaş deposu olarak kullanılan bu anıtsal yapılar; Yağhane, kiler, Aşçılar Mescidi ve bacaların oluşturduğu görkemli cephesiyle, saraya ayrı bir ihtişam kazandıran mutfaklardır. Harem, sadrazam ve Enderun halkıyla birlikte, günde ortalama beş bin kişiye sürekli yemek verilirdi. Bu cephede; Çin ve Japon Porselenleri seksiyonu sergi salonu, Bakır ve Mutfak eşyaları sergi salonu, İstanbul Cam ve Porselenleri sergi salonu, Sami Özgiritli Koleksiyonu sergi salonu, Osmanlı Gümüşleri ve Avrupa Porselenleri sergi salonu, Saray Arşivi, Osmanlı Saray Kumaşları deposu, Aşçılar Mescidi ve Atölyeler yer almaktadır.
Günümüzde; Osmanlı Sarayında itibar görmüş, sürekli ithal edilmiş ya da hediye olarak gelmiş, Çin ve Japon seramik sanatının bu nadide ürünleri bu yapılarda sergilenmektedir. Mutfakların helvahane ve şerbethane bölümlerinde ise Türk mutfak eşyalarıyla Osmanlı Yıldız porselenleri ve cam eserleri sergilenmektedir. Mutfakların bulunduğu bölüme, avlu revaklarında bulunan üç kapıdan girilir. Bu kapılar; Kiler-i Amire(aşağı mutfak), Has mutfak ve Helvahane kapılarıdır. Saray mutfakları; 10 Kubbealtı Mutfak binası ki Has Mutfak, Enderun, Harem ve Birun(dış) mutfakları, Şerbethane, Helvahane, Yağhane, Kiler ve koğuş yapılarından oluşurdu
Mutfakların bitim noktasından, yine revakların altından, Divan Meydanını Enderun’a bağlayan Babüssaade (Saadet Kapısı) ye ulaşıyorum. Kapının ve kapıdan görülen Arz Odası’nın fotoğraflarını çektikten sonra, silah koleksiyonunun sergilendiği ‘’Dış Hazine’’ ye gidiyorum. Çok kubbeli ve masif duvarlı Dış Hazine, Saray müzeye dönüştürüldükten sonra; erken İslam döneminden 20. yüzyıl başlarına kadar olan döneme ait silahların sergilenmesine ayrılmış. Koleksiyonda İslam, Türk ve Orta Doğu’ya özgün silahlar da bulunmaktadır.
Sadrazam tarafından kullanılabilen ve Devletin resmi hazinesini depolamak için yapılan Dış Hazine’den ayrıca yeniçerilere üç ayda bir ulufe (maaş) dağıtılır ve bunun için de yabancı elçilerin bulunduğu görkemli törenler yapılırdı. Meydana adını veren ve gövdesi Fatih döneminden kalan Adalet Kulesi altındaki üç kubbeli ve revaklı Divan-ı Hümayun Dış Hazine’nin solunda bulunur. Kalem ve defterhane bölümlerinden oluşan Divan-ı Hümayun, haftada dört gün sadrazam ve vezirlerle, devlet işlerin karara bağlandığı resmi mekândır. Sultan Süleyman’ın emri ile Mimarbaşı Alaeddin tarafından yapılmıştır.
Yapının, kubbeli üç odasından ikisi, önündeki revaklara ve avluya açılır. İlk oda ya da mekân, divan toplantılarının yapıldığı Kubbealtı, müzakere salonudur. Toplantıların bazılarına Divan Üyeleri, Sadrazam ve Kubbealtı Vezirleri, Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri katılırlar, devlet işlerini görüşüp sultana arz etmek üzere, karara bağlarlardı. Önemli toplantılara Şeyhül İslam da katılırdı. Ayrıca yabancı elçiler kabul edilir, padişah kızlarının nikahları kıyılırdı. Bütün bu toplantılar, düzenli ve zengin bir protokol düzeni içinde gerçekleştirilir, devletin gücü ve itibarı göz önüne alınırdı.
Harem dairesine; Haliç yönündeki küçük ve önemsenmeyen ‘’Arabalar Kapısı’’ ile bağlanmaktadır. Arabalar Kapısı’ndan, meydanın Haliç tarafındaki revakların arkasında, önemli işlevsel bir yapı grubu da Baltacılar Koğuşu’dur. Baltacılar Ocağı’nın bireylerinin kaldığı koğuşlarda; yatakhaneler, çocuk odaları, hamam ve içindeki mescit ile bir bütün oluştururdu. Baltacılar Ocağı, 15. yüzyılda, seferlerde ordunun yolunu açmak için kurulmuş. Barış zamanlarında da teşrifatçılık yapmak, eşya taşımak, Harem ve Selamlık bölümlerinde temizlik yapmakla görevli kılınmışlardı.
Kaynaklar:
3) Müzedeki açıklama levhaları
4) tr.wikipedia.org/
Yorumlar kapalı.