Kaşifler Şehri Lizbon da Üç Gün
Atlantik Okyanusu kıyısında, Tejo Nehri’nin oluşturduğu haliç üzerine kurulmuş bulunan Lizbon, Portekiz’in başkenti ve en büyük şehri. Adını Macellan, Vasco de Gama gibi kâşifleriyle duyuran Lizbon’u sevdik.
Ünlü Yunan kahramanı Odyseus tarafından kurulduğu rivayet edilen Lizbon’da, 15 bin kişinin hayatını kaybettiği 1755 depreminin ardından, dönemin valisi Pompal Ölülerimizi Gömelim ve Şehri Yeniden Kuralım komutuyla yeniden yapılanan ve dokusu korunan şehir. Bu nedenle UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor.
36 yıllık diktatörlüğü sırasında ülkesini (3 F) ile; Futbol, Fatima ve Fado ile yönettiğini söyleyen Diktatör Salazar’ın Portekiz’inin başkenti. Halkı dizginlemenin birinci yöntemi zararsız meşguliyetlerden biri olan Futbol…Dünyanın en önemli Meryem Ana ibadethanelerinden biri olan Fatima İbadethanesi Lizbon’a 120 kilometre uzaklıktadır. Din her zaman halkı uyutmanın en etkili ilacı olmuştur… Ve Fado, Arabesk Müzik, fiesta…
Üzerine kurulduğu 7 tepesi ve Tejo Nehri ile İstanbul’u andırıyor. İstanbul gibi iki yakası olan dünyadaki nadir şehirlerden biridir. 500 000 nüfuslu bu şehirde 50 müze olduğunu öğrenmek oldukça ilginç geldi. Ülkeye hizmet etmiş olanların her yerde; caddelerde, meydanlarda ve parklarda heykelleri ve anıtsal yapıları var. Kâşifler anıtı en ünlülerden biri.
Lizbon mimarisi 1500’lerdeki Rönesans’tan, 1600’lerde Rönesans’a tepki olarak doğmuş bir sanat akımı olan Maniyerizm’den, 1700’lerde Barok, 1800’lerde Neo-Klasik, 1900’lerdeNouveau ve Modern Sanattan etkilenmiş nadide şehirlerden biridir.
Lizbon’a tramvaylar şehri dersek yanlış olmaz diye düşünenlerdenim. Ulaşım dünyaca ünlü sarı tramvayının yanı sıra her yerde her an tramvaylar, adım başı Metrolar , trenler, otobüsler, tarihi asansörü ve füniküler sistemlerle sağlanıyor. 6 Euro’ya satın alacağınız 24 saat geçerli bir biletle bütün ulaşım araçlarından yararlanabiliyorsunuz.
Lizbon’da trafik insan odaklı, adımınızı attığınız anda bütün araçlar durup size yol veriyor.
Siyah bazalt ve sarı traverten taşlarla döşenmiş kaldırımları, yaya yolları, sokakları, meydanları desenlerle bezenmiş. Mozaik tabloları andıran bu düzenlemeler Lizbon’a ayrı bir kimlik katmış.
Yollar, sokaklar, caddeler ve meydanlar tertemiz. Sigara izmariti ve diğer atıklar yok. Bu durum doğal olarak lokantalarına, kafelerine ve alışveriş merkezlerine de yansımış.
Demem o ki geçmişine, ülkeyi kuranlara ve insanlara saygılı bir şehir Lizbon…
9 Şubat 2018 Lizbon, Saat 16,00…
Neredeyse iki yıldır gitmek için birçok proje yaptığımız bir şehir olan Lizbon’dayız nihayet. Kaşifler diyarı Portekiz’in başkenti Lizbon tarihi yapılarıyla UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almış. Binaları mavi seramiklerle, kaldırımları ve meydanları ise taş ve seramik mozaiklerle süslü bu şehir İstanbul’un ruh ikizi olup, İstanbul’la birlikte her övgüyü hak ediyor. Beyaza yıkanmış binaları, kızıl çatıları, sarı renkli nostalji tramvaylarıyla herkesi büyüleyecek güzellikte bulduk Liznon’u…
İki yıldır Lizbon’a gelmek için birçok proje yapmıştık. Otellerinde yer ayırttık, uygun ücretli uçak bileti bulamadık. Uçak bileti bulduğumuz zamanda da ekonomik konaklama yeri bulamadık. Tam ümidimizi kesmiştik ki Cafetur ’un promosyonlu bir turu ile karşılaştık. 9-12 Şubat tarihleri arasında düzenlediği bu etkinlik dikkatimizi çekti. Üstelik 9 Şubat eşimin doğum günüydü.
Yerel saatle 15,00’de indiğimiz Lizbon Hava alanından otelimiz HF FENİX Lisboa’ya ulaşıp, kaydımızı yaptırmak ve odamıza yerleşmek saat 16,00’yı bulmamızı sağladı. Saat 16,30’da otelden Pombal Meydanına giriş yaptık. Meydan Portekiz tarihinin en önemli kişilerinden biri ve Lizbon’u yeniden yaratmış olan Marques de Pombal’ın ismini taşıyor.
Meydanı saat ibreleri yönünde dolanarak uygun fotoğraf çekim noktaları ayarlıyorum. Meydan merkezinde 1755 yılında 9 büyüklüğündeki depremden sonra yerle bir olan kentin yeniden yapılandırılmasından sorumlu olan Marquês de Pombal’ın onuruna yapılan muhteşem anıt bulunuyor. Bu anıtın kaidesi üstünde Marquês de Pombal ve solundaki yeleli aslan dikkatimi çekiyor. Elini, gücünün sembolü olarak, aslanın üzerine koymuş ve başyapıtı olan Antik Lizbon Şehri’ne bakmakta olan Pombal Markisi’nin yakın fotoğraflarını çekiyorum.
Pombal Meydanının kuzeyinde, şehir merkezinin en güzel yeşil alanlarından biri, Eduardo VII Parkı bulunuyor. 260 dönüm büyüklüğündeki bu park, 1903 yılında Portekiz’i ziyaret eden İngiltere Kralı 7. Eduardo ’nun hatıra parkı olarak düşünülmüş ve yapılmış. Fransa’daki saray bahçelerin benzediği söylenmektedir. Buradaki serada beş kıtadan getirilen bitki ve çiçekleri bulabilirsiniz. Göller, çeşmeler ve heykeller bu parkı süslemektedir. Başlangıçta çeşitli bitki türlerini barındırmak için düşünülen park alanı neredeyse bir müze havasına bürünmüş. Göller, şelale, dereler, heykeller ve yüzlerce farklı bitki örneği arasında birkaç keyifli saat geçirebileceğiniz en güzel yeşil alanlardan biri haline gelmiş. Hafta sonlarında Lizbonluların önemli piknik alanlarından biriymiş.
7. Eduardo Parkının ziyaretini bir sonraki güne bırakarak Liberdade olarak bilinen Özgürlük Bulvarına giriyoruz. Yürümeye başlar başlamaz İki tarafının kestane ve palmiye ağaçlarıyla süslü olduğunu görüyoruz. Paris’in en meşhur ve görkemli olan Champs Elysees Bulvarına benzetiyoruz Avenue da Liberdade’yi. Lizbon’un eski şehir mahalleleri olan Bairro Alto ve Alfama’nın arasından geçen bulvarın iki yanında bütün dünya markalarının mağazaları bulunuyor.
Yaklaşık 1500 metre uzunluğundaki bulvarın güney ucuna doğru fotoğraflar çekerek ilerliyoruz. 90 metre genişliğindeki Özgürlük Bulvarı aynı zamanda bir keyif bulvarı tadında… Lizbon’u yeniden inşa eden I. Pombal Markisi 250 yıl sonrasını, günümüzün trafik akışını da hayal edebilmiş o günlerde. Tasarımlarını öyle planlamış.
Yaklaşık 30 dakika sonra bulvarın güney ucundaki meydana, Restauradores Square olarak bilinen Restorasyon Meydanı’na ulaşıyoruz. Meydanın ortasında Monumento dos Restauradores olarak bilinen tarihi bir anıt bulunuyor. Bu anıtın üzerinde, Portekiz’in İspanya’ya karşı 1640 yılında bağımsızlığını kazandığı savaşta ölenlerin anılarını yaşatmak için, savaşın geçtiği yerler ve tarihleri yazılmış.
Saat 18.00, Rossio Meydanı…
Restorasyon Meydanı’nı keşfedip, fotoğrafladıktan sonra güney doğusundaki eski Lizbon’un en önemli ve en büyük meydanı Rossio ’ya geçiş yapıyoruz…Nasıl ki İstanbul’a gelenlerin mutlaka görmesi gereken meydanlardan biri Sultanahmet’tir. Lizbon’a gelenlerin de mutlaka görmesi gereken meydanlardan biri Rossio ’dur. İlk dikkatimizi çeken de meydanın zemini oldu. Oldukça çekici olan siyah ve beyaz renklerden oluşan dalgalı bir yapı oluşturmuşlar. Kendinizi gerçekten dalgalı bir ortamda hissediyorsunuz. Böyle bir uygulamayı İzmir’in Kordon Boyunda görmüştüm.
Eski Lizbon’un en önemli meydanlarından biri olan Rossio bir taraftan daracık sokaklarıyla Baixa ve aşağı şehire açılırken, bir taraftan da Özgürlük Bulvarıyla yeni şehire açılmaktadır. Yapım tarihi 1887 yılına kadar giden meydan dikdörtgen şeklinde olup, uzun kenarı kuzey-güney aksındadır. Kuzey ve güney kenarlarına yakın olacak şekilde konuşlandırılmış iki çeşme bulunmaktadır. Meydan 19. yüzyılda Portekiz mozaikleri ile kaplanmış ve Fransa’dan gelen çeşmeler meydana yerleştirilmiştir. Merkezinde ise Portekiz ve Brezilya Kralı Dom Pedro’ nun heykeli bulunuyor. Kuzeyinde 1846 yılında açılmış Devlet Tiyatrosu yer alırken, kuzeybatısında Rossio tren istasyonu yer almakta. Bu istasyondan Portekiz’in diğer birçok şehrine gitmek mümkünmüş.
Bir zamanlar hayvan pazarının kurulduğu Rossio Meydanında Engizisyon mahkemelerinin de kurulmuş olduğunu öğreniyoruz. 18. Yüzyılda bayram kutlamalarının yapıldığı meydan boğa güreşi arenası olarak da kullanılmış. Ne kadar da İstanbul’daki Sultanahmet Meydanı ve tarihçesini andırıyor. Sultanahmet Meydanında olduğu gibi Rossio ’da Lizbon’un kalbi olmuş.
Masaları dışarıya yayılmış restoran ve kafeleriyle Rossio çok renkli bir dünya sunmaktadır ziyaretçilerine. Dış cephesi Lafonten’den hikâyeler anlatan, Portekiz ve İspanya’ya özel bir seramik çalışmasıyla süslenmiş Tabaccarin Monaco’nun çok güzel bir kafe olduğunu görüyoruz. Meydandaki kafelerin en ünlüsü ise Aurea sokağına yürürken sağında kalan kafe Nikola’dır.
Rossio meydanında yüzünüzü deniz yönünde döndürdüğünüzde karşınızdaki yaya yolu Augusta Caddesi olup, sizi Ticaret meydanına götürür. Solunuzdaki tepeler ise birinin üzerinde kalenin de bulunduğu Alfama, sağınızda yükselen tepelik yerler de Barrio Alto’ dur… Rossio ile Ticaret Meydanı arasında kalan bölge de Baixa ’dır. Eski Lizbon alt ve üst şehir olarak ikiye bölünmüştü. Barrio Alto, kentin daha pahalı üst kısmını oluşturuyordu. Başlangıçta şehir surlarının dışında yer alan Alfama ise yoksul aile ve kişilerin yaşadığı bir bölgeydi. Zamanla Lizbon önemli bir limana dönüşürken Alfama denizcilerin ve liman işçilerinin yaşadığı zorlu ve yoksul bölge olarak alçak gönüllü bir konumda kalmıştı. Hala da öyle…
Lizbon’da toplu taşım ulaşımı çok iyi düzenlenmiş. Birçok seferin ilk kalkış yeri Rossio ‘nun sol paralelinde bulunan Figueira Meydanıdır. Belem bölgesi için Augusta ya da herhangi bir paralel caddesini takip ederek Comercio (Ticaret) Meydanı’na inmeniz gerekiyor. Tren, Metro ve otobüs durakları gibi ulaşmak istediğiniz her yer için Rossio bir merkezdir…
1922 yılında açılmış olup, Lizbon’a gelen bütün turistlerin kahve içtikleri bir yer olarak söylenen Pastelaria Suiça ’da mola verip biz de kahve içtik. Nefeslendikten sonra meydanın doğusunda, bize göre sol tarafında kalan Figueira Meydanına geçtik.
Figueira da tarihi bir meydan… Portekiz’de özellikle Lizbon’da 100 yıllıktan fazla kafeler, restoranlar, kitapçılar ve diğer yerler var. Eski dünyanın kâşifleri yaşamasını, harcamasını, kaliteyi biliyorlarmış. Modern zamanın turistleri için de her şeyi düşünmüşler. Sevimli görünüşleriyle tuk tuklar, rehber eşliğinde cincırlı şehir gezileri, özlemli tramvaylar, ilginç-renkli-eğlenceli kara ve deniz taşıtları… Seçenekler çok… Ne var ki hava kararmaya başladı, otele dönmeliyiz diyor eşim. Restorasyon Meydanı’na geri dönüyoruz.
Saat 19;45, Bairro Alto…
Meydanın batı bölümünden otelimize doğru yürümeye başladıktan bir süre sonra, 24 saat süreyle geçerli iki bilet alıp, gece hayatının muhteşem olduğunu duyduğumuz Bairro Alto’ya gitmeye karar veriyoruz. Veriyoruz çünkü hemen yanımızda Gloria fünikülerinin başlangıç noktası bulunuyordu, bizi yukarıya, Bairro Alto bölgesine taşıyacaktı.
Lizbon’u tramvaylar şehri diye tanımlasak hiç de yanlış olmaz. Yaptığımız panoramatik gezide, neredeyse şehrin bütün sokaklarından tramvaylar geçtiğini görmüştük. Bizdeki otobüslerin, dolmuşların yerini tramvaylar almış. 5-6 vagonlu devasa tramvaylar yerine İstanbul Beyoğlu ya da Kadıköy tramvayı gibi nostaljik ama aynı zamanda şehir halkınca da etkin olarak kullanılan ufak tramvaylar bunlar.
1885 de açılmış olan Gloria füniküleri yüksek mahalle anlamına gelen “Bairro Alto” ya gidiyormuş. Oldukça dik bir yokuşu olan daracık bir sokakta tırmanmaya başladık. 60 metre yükseleceğimiz 250 metrelik sokakta duvarlara çok güzel grafitiler yapılmış, onlara bakarken yolculuk bitiverdi. Pedro de Alcantara durağında indikten sonra birkaç merdivenle Pedro de Alcantara Caddesine giriyoruz. Böylece Bairro Alto semtine giriş yapmış olduk. Durağın bitişiğindeki parkta bulunan “Miradouro de Sao Pedro de Alcantara” olarak bilinen seyir terasına giriyoruz.
Santa Gloria fünikülerinin üst durağında bulunan bir seyir terası burası… Lizbon’un aşağı mahallelerini, Özgürlük Bulvarını, Rossio Meydanı, Alfama Bölgesi, Tejo Nehri ve Sao Jorge Kalesi’ni gözlemlemek için en uygun seyir terası Miradouro de Sao Pedro de Alcantara. Özellikle öğleden sonra ve akşamüstü buraya gelip batan güneşin kaleye vuruşunu ve birer birer ışıkları yanmaya başlayan aşağı mahalle evlerini izlemelisiniz. Demişti otel resepsiyonundaki görevli. Seyir terasından panoramatik fotoğraflar çektikten sonra Dom Pedro V Caddesi üzerinden Bairro Alto’nun kuzey bölgesine ilerliyor ve Principe Real Garden’a kadar gidiyoruz.
Bairro Alto, Lizbon’un gece hayatının merkeziymiş. Sayısız küçük bar, samimi trend mekanları ve restoranlar ile Fado’nun insanları hüzünlendirdiği ezgileri duyabilirsiniz. Hafta sonları boyunca fado sanatçıları sokaklara dökülür. Gece boyunca eğlenen insanlarla dolu dar Arnavut kaldırımlı sokaklarda karnaval atmosferi yaşanır. Bairro Alto’daki geceler eğlenceli vakit geçiren herkesle barışık olup, ayrımcılık yapmaz. Yabancılar, yerliler, gay, düz, genç ve yaşlı herkesle mutlu bir karışımı vardır. Demişti otelimizdeki resepsiyon görevlisi. Bairro Alto, Lizbon’un gece hayatının merkeziydi. Sayısız küçük bar, dönemin samimi ve trend mekânları, restoranlar ve fado mekanlarıyla göz dolduruyordu.
Kelime anlamı kader olan Fado Müziğinin çıkış noktası keşifler yapmak amacıyla şehirlerinden ayrılan Portekizli denizcilerin gidip de dönmeyenlere yakılan ağıtlar olmuş. Fado’nun insanları hüzünlendirdiği ve Portekiz’n keşifler dönemine götürdüğü ezgileri duyabiliyorduk sokaklarında.
Principe Real Garden’dan geri dönüşte A Padaria Portuguesa olarak bilinen fırına giriyoruz. Aslında bir yeme içme mekanı ama her şey fırından yeni çıkarılıyor. Portekizliler de aynı İspanyollar gibi tuzludan çok tatlıya düşkünler. Kahvenin yanında milföy hamurlu ve kremalı tatlıları çok seviyorlar. Özellikle de “Pastel de Nata” ya da “Pasteis de Belem” diye bilinen içi kremalı, dışı çıtır milföylü tatlıları çok meşhur. Belem Turtası olarak da bilinen dışı çıtır hamur, içi muhallebi, üstü bol tarçın ya da pudra şekeri dökülerek yenen sıcacık bu lezzeti Lizbon’da yapan birçok yer varmış. Eşim daha önce bu konuda bilgilenmişti. Pastel de Nata’yı mutlaka tatmak istiyordu. Mekan kalabalık olduğundan, ikimize de birer tane alarak dışarı çıktı. Chiado’ya doğru yürürken yedik. Gerçekten de çok nefisti.
Yürümekte olduğumuz Chiado ile Bairro Alto Lizbon’un birbirine komşu iki ilçesiymiş. Biri gece modası geçmiş ama şık, diğeri modaya uygun olduğu gibi geceleri renkli ve eğlenceliymiş. Chiado, tarihi anıtları, geleneksel mağazaları, ilginç kafe ve lokantalarıyla Lizbon’un gözde alışveriş ve tiyatrolar bölgesiymiş.
Cadde boyunca ilerleyip Church of Sao Roque adıyla bilinen kilisenin yanındaki meydanda biraz oyalandıktan sonra Praça Luis de Camoes olarak bilinen tarihi meydana kadar yürüdük. Geri dönüşümüzde de Pastelaria E Cafetaria Adonis olarak bilinen kafeden balık köftesi alarak yedik. Zaman da bir hayli ilerlediği gibi İstanbul Lizbon arasında yaptığımız yolculuğun da yorgunluğu vardı. Geri dönmeliydik. Restorasyon Meydanına inerek, Özgürlük Bulvarı boyunca yürüdük. Otelimize ulaştığımızda saatlerimiz gece yarısını gösteriyordu…