Prof. Dr. Hasan Pekmezci
Henüz bu dünyadan göçmeyen arkadaşlarımızı, okuldaşlarımızı ve dostlarımızı anımsamak ve anımsatmak bana yeniden doğmak gibi geliyor.
Hem İvriz İlköğretmen Okulu hem de İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik ve Resim Seminerlerinden arkadaşım olan Hasan Pekmezci’yi de anmsamak ve anımsatmak istedim.
Artefact TV CHANNEL’de ‘’Toplumsal Travmalar ve Sanat’’ adlı söyleşisini izleyince, anılarımın yanı sıra Doç. Deniz Onur Erman’ın Pekmezci için yazdıklarından bir bölümünü harika bularak paylaşmak istedim.
Hem İvriz Öğretmen Okulu hem de İstanbul Çapa Öğretmen Okulu’nda birlikte olduğum Hasan Pekmezci tanıdığım en sakin, en duygusal, en insancıl, karıncayı bile ezmekten kaçınan, Ulu Önder Atatürk’ün sanat ve sanatçı konusundaki düşüncelerini tam olarak yerine getirmekte kararlı adımlar atmış bir sanatçıdır.
Güzel sanatlar fakültesinde bir sanat öğrencisi için hangi bölümde olursa olsun atölyeler sadece bir derslik ya da bir eğitim alanı değildir. Atölye çok daha fazla anlam taşır. Tüm sanat öğrencileri bunu bilir. Sanat öğrencisinin evi gibi olur atölye. İçinde günlerini gecelerini, saatlerini, duygu yoğunluklarını, paylaşımlarını, aşklarını, öfkelerini bazen göz yaşlarını yaşadığı, ürettiği, tükettiği bir yuva olur.
Gencecik öğrenci o atölyede büyür, olgunlaşır. Yeri gelir evinden çok vakit geçirir o atölyede. Duvarlarının her karışını, gıcırdayan kapısını, bozuk penceresini, ışığı titreyen florasan lambasını kendi odasından bile daha iyi tanır. Öğrenci atölyede aidiyet duyabilmelidir. Ait hissederse üretimi artar, motivasyonu artar. Kendi köşesinde bir yaşam alanı kurar ve orada üretir.
Atölyenin tozu, kiri, damlatan musluğu bile özlenir uzak kalındığında. Çünkü orası ürettiğin, öğrendiğin, paylaştığın özel bir mekandır. Bazı hocalar için atölye, ders saatinde dersini verdiği, ama yaşamadığı bir eğitim alanıdır yalnızca, ama Hasan Pekmezci bulunduğu her yeri bir atölyeye dönüştüren, her atölyeyi de sıcacık bir yuvaya çeviren, öğrencisi için bitmez tükenmez bir kaynak, ender karşılaşılan hocalardandır.
Hasan Pekmezci Hoca’nın elleri hep boyalıdır, o hep atölyede ve hep ayaktadır. Yüzü güler, sesi sıcak ve yumuşaktır. Eleştirileri yapıcıdır. Öğrencisini ezmez, onu üst basamaklara taşır. Etrafı öğrencilerle çevrilidir. O atmosfere girdiğiniz anda çalışmadan duramazsınız. Atölye sizi içine çeker ve hemen ait hissedersiniz kendinizi. Sanki yıllardır oradaymışsınız gibi, herkesi tanıyormuşsunuz ve onlarda sizi tanıyorlarmış gibi. Her sorunuza cevap bulabilirsiniz.
Hasan Hoca’nın atölyesinde öğrenciler yalana, bahanelere, numaralara sığınmazlar, bilirler ki dürüstçe ve açıkça söyledikleri her söz dinlenir ve ciddiye alınır. Yemek yemez, oturmaz, dinlenmez. Çalışmayla beslenir. Onu dinlendiren şey üretmektir. Onu öyle görünce siz de yorulmaktan utanırsınız. Hasan Hoca, öğrenciden korkmaz, çekinmez. Öğrencisinin önünde çalışır. Bir sanat öğrencisi için hocasının çalışma ve üretme sürecine tanık olmak eğitimin en büyüğüdür.
Öğrenci üreten ve çalışan hocayı ciddiye alır, ona inanır ve güvenir. Unvanlar, egolar, titrler ve kibir yoktur onun atölyesinde. Üretmek, çalışmak ve paylaşmak vardır. Her malzemesini paylaşır, her bilgisini son damlasına kadar verir, siz yeter ki isteyin. “Bu da bana kalsın” demez. “Sen kimsin?” diye sormaz “Ne öğrenmek istiyorsun? Hadi başlayalım” der ve sen, o atölyenin büyüsüne kapılıp içeriye süzülürsün.
“Kim olursan ol gel, öğrenmek istiyorsan gel” mottosu ile yılların birikimini paylaşmaktan coşku duyar Hasan Pekmezci Hoca. Hasan Hoca’nın fakültedeki odasının kilidi yoktur. Kapısı herkese açıktır. Öğrenmek isteyene, araştırmak isteyene, sormak isteyene sonuna açıktır kapısı…
Telefon kullanmayan Hasan Pekmezci’yi ancak atölyesinde bulmak ya da TV söyleşilerinden izlemekle yetiniyoruz.
*****
Sanatçı, Ressam, Akademisyen, Güzel Sanatlar Profesörü, Araştırmacı Yazar. 1945, Konya Beyşehir Üzümlü doğumlu.
1962’de İvriz Öğretmen Okulu Orta kısmında, başta Mehmet Karaman olmak üzere, İsa Başlıoğlu ve Namık Sevinç Arkun gibi nitelikli resim öğretmenlerinin yönlendirmeleri ile resim sevgisi gelişti.
Bu alana olan yoğun ilgisi nedeniyle yılında sınavla İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Resim Semineri’ne gönderildi.
Katıldığı bu seminerde İlhami Demirci, Selahattin H. Taran, Hidayet Gülen, Enver Naci Gökşen gibi çok değerli eğitimci ve sanatçıların öğrencisi oldu. 1965 yılında Resim Semineri’ni birincilikle bitirdi.
1965 Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nü kazandı.
1968 Gazi Eğitim’in Adnan Turani, Turan Erol, Nevide Gökaydin, Hidayet Telli, Kayıhan Keskinok, Mürşide İçmeli, Muammer Bakır, Hamza Inanç, Nevzat Akoral, Mustafa Tömekçe gibi yetkin sanatçı-eğitimci kadrosundan çok seyler ögrenerek ve özellikle sanatın günübirlik eğlence işi olmadiğını, sanatın insan yaşamını saran sarmalayan en üst düzeyde insanî etkinlik olduğunu özümleyerek mezun oldu.
Ayrıca öğretmenliğin önemine ve gerçek anlamda kutsallığına inanarak mesleğine başladı. Çünkü okuduğu her okulda hayatında önemli izler bırakan, öğrencileri için pek çok özveriye katlanabilen çok nitelikli, donanımlı öğretmenlerin öğrencisi olma şansını bulmuştu.
1968 Arifiye Öğretmen Okulu’na atandı ve bu kurumda öğretmen ve yönetici olarak özveri ile 7 yıl çalıştı.
1969 İlk kez Devlet Resim Heykel sergisine seçildi.
1971 İlk kişisel sergisini Ankara Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde düzenledi.
1975/1978 Çankırı Merkez Orta Okulu resim öğretmenliği görevlerinde bulundu.
1978 Yetiştiği ve ideali olan Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’ne Öğretmenler Kurulu kararı ile, öğretmen olarak davet edildi. Bu kurumda Serigrafi atölyesini kurdu.
Hasan Pekmezci; eğitimin bir insanın hayatını nasıl kökünden değiştirebileceğini kendi deneyimlemiş biri olarak eğitime tüm kalbiyle inanan ve öğrencilerini ilk günden beri ona emanet edilen kutsal değerler olarak gören bir eğitimcidir.
Nitekim meslek hayatı boyunca da sayısız öğrenciye ışık tutmuş, verdiği her derste gerek uygulama, gerek kuramsal açıdan öğrencilerinin ufkunu genişletmiştir.
Diğer taraftan Pekmezci, Çağdaş Türk Sanatı’nın yetiştirmiş olduğu çok üretken bir sanatçıdır. Hayatının bir iz düşümü gibi olan resimlerindeki her leke, her renk, her figür gerçek, açık, dürüst ve yaşanmıştır. Onun eserlerinde sanatçının gerçeklerine zıt ve uyumsuz tek bir nokta bulunmaz.
Sanatçının etkilendiği her şey apaçık esere dönüşmüştür. Eserlerindeki samimiyet gerçekliğinden ve yaşanmışlığından gelmektedir. Tıpkı Plekhanov’un sözündeki gibi; ‘’İçeriği olmayan resim ruhsuz, bir ceset gibidir’’.