
Bizler, yani insanlar ‘’Biyolojik Bir Servet’in’’ mirasçılarıyız. Bize miras bırakılan muhteşem bir bedenimiz harika bir beynimiz var. Aslına bakarsanız, üç ayrı evrim basamağından devraldığımız ve birlikte hareket eden üç ayrı beynimiz var. Bir portakalın dilimlerini ayırdığımız gibi, sinir sistemi cerrahlarının da birbirinden ayırabildiği farklı üç beynimiz var.
Kimyasal ve anatomik açıdan birbirinden farklı oldukları gibi görevleri de birbirinden farklı olan bu üç beynimiz, içinde bulunduğumuz doğal ve sosyal ortama uyum sağlayabilmemiz için birbirleriyle sıkı bir iletişim içindedirler. Harika bir üçlü oluşturmaktadırlar.
Bilim adamlarınca, insanoğlunun evrimleşmeye başlaması 2 milyon yıl öncesine gider. Modern diyebileceğimiz yerleşik düzene geçiş ise, Avrupa’da, İsa’dan önce 3 000 yılına kadar uzanır. Bu demek oluyor ki insanoğlu, en az bir milyon beş yüz bin yıl süreyle, meyve toplayıcı ve avcı statüsünde yaşamış. Meyve toplayıcı ve avcı statüsündeki insan, günlük yaşamında, saatlerce yürümek, koşmak, tırmanmak ve avlanmak zorunda kalmış. Üstelik topladıklarını saklayacağı soğutucular olmadığı için, ertesi gün tekrar meyve toplamaya ve avlanmaya çıkmak zorunda kalmış.
Hareketli bir yaşam süren atalarımız ağaçtan düşerek bir tarafını kırabilir. Avlanırken de av durumuna düşüp, yaralanabilir. Fiziksel beynimiz, önlem olarak bağışıklık sistemi devreye sokar ve güçlendirir. Biyolojik yapımızı korumaya alır. Dayanıklılığımız artar ve kolay hasta olmayız. Bedenlerimiz ve fiziksel beynimiz, sabah yürüyüşlerini ”Bahar geldi gül açıldı, ruhuma neşe saçıldı. Yaşamak güzel, şimdi gelişme zamanıdır.” biçiminde algılar.
Modern kent yaşamında bulunan alış veriş merkezleri, hazır yiyecekler; meyveler, etler, sucuk ve salamlar, mısır gevrekleri, televizyonlar hareketsizliği özendirmektedir. Oysa doğada hareketsizlik koşulları bambaşkadır. Kıtlık, kuraklık, dondurucu soğuklar ve metrelerce kar varsa, ortalıkta meyve ve av olmaz. Bedenimizde var olan enerjiyi verimli kullanma zamanıdır. Bir köşeye çekilip, hareketsiz kalma zamanıdır. Bedenimizdeki, zorunlu ve yaşamsal olanlar dışındaki bütün devreleri kapatma zamanıdır. Hayatta kalabilmek için kapatılan devre ve organların çürüme ve bozulma zamanıdır.
Hareketsizlik, bedenimizdeki zorunlu ve yaşamsal olanlar dışındaki organlarımızın çürümeye bırakılması demektir…