Symi-Sömbeki Adası izlenimleri 2
Datça’dan feribotla 20 dakikada ulaşılabilen ve Datça’nın kardeş şehri olan Symi ya da Sömbeki Adası gezimizin ikinci bölümü devam ediyor.
Ada, Roma İmparatorluğu ve daha sonra Bizans İmparatorluğu’nun bir parçası olmuş. 1373 senesinde St. John Şövalyeleri tarafından ele geçirilen Simi Adası, 1522′de Rodos’un fethedilmesiyle Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetine girmiş. Rodos sancağına bağlı bir kaza olmuştur.
1522’den 1912 yılına kadar Türk hâkimiyeti altında kalan ve Osmanlı Devleti tarafından 4 asır yönetilmiş olan Simi diğer Oniki Adalar ile birlikte 1912’de İtalyanlara bırakılmış. 1948 yılında da savaş tazminatı olarak Yunanistan’a verilmiş.
Symi’ de Yamaçlarda sıralanmış bulunan evlerin çoğu çok eski olmasına rağmen, Adanın geleneksel tarzına son derece uygun restore edilmiş.
Genellikle iki katlı ve gökkuşağının yedi rengi ile boyalı Symi evlerinin en karakteristik özellikleri tarzları…
Orijinal karakteristiklerini muhafaza edebilmişler. Yapılarda bulunan kemer tavanlı odalar, bir zamanlar korsanlarla savaş etmeye uygun dar pencereler ve eski baca ve şömineler eskilerin karakteristiklerini aynen korumuşlar.
Çoğu yapıda, içine hava ve ışık girmesini sağlayacak açıklığı dahi olmayan bu pencereler yalnızca dekoratif amaçla kullanılmış. Öküzgözü adı verilen bu yuvarlak pencereler Symi evlerinin adeta nazar boncuklarıdır diyor rehberler.
Ada, Osmanlı egemenliği altında kaldığı dönemde ‘Sömbeki’ ismiyle anılırmış. Bu isim adanın Sümbek adı verilen balıkçı teknelerinden geliyor.
Bu teknelerin sayısı artık çok azalmış olsa da yüzyıllar boyunca Simi halkının en büyük geçim kaynağı olmuş.
Tekne olur da balıkçılık olmaz mı?
Simi’yi ziyaret eden konuklar için olmazsa olmazlardan biri de deniz ürünlerinden tatmak…
Nitekim biraz ilerleyince deniz ürünlerinin tadıldığı en ünlü restoran ‘’Manos’’ limana karşı yerini almış oluyor.
Ünlendikçe kaçınılmaz olarak Fiyatlar yükselmiş.
Yüksek sezonda boş yer bulmak imkânsız olmalı dense de, biz önünden geçerken bir hayli boş masa vardı. Fiyatların oldukça yüksek olması boş masaların nedeni olmalı…
Sömbeki halkının en eski mesleği sünger avcılığı. On yıllarca adanın ekonomisine katkıda bulunmuş. Yunanistan’da Sünger avcılığı antik döneme kadar gitmektedir. Özellikle Roma vatandaşları tarafından yaygın olarak banyolarda kullanılan vazgeçilmez bir malzemeydi.
Symi mimarisi, ilkçağa damgasını vuran klasik öğelerin, Ege coşkusallığı ile yeniden yorumlandığı Neoklasik bir anlayışla var edilmiş. Evlerin tapınak görünümlü üst örtüleri, sütun ya da plasterler ile hareketlendirilmiş cepheleri, ilkçağ mimarisinden izler taşıyan kapı ve pencere lentoları Symi mimarisinin dışa yansıyan klasik yüzü. Symi evlerinin bir ilginç özelliği de çatı altında kullanılan daire biçimli “öküzgözü“ adı verilen tepe pencereleridir.
Eşim rehberi dinlerken ben oldukça büyük bir eğime sahip olan arka sokaklarında dolaşmak istiyorum hızlıca. Yamaçlardaki arka sokaklarda dolaşmaktan ayrı bir keyif aldım. Her köşe başında kartpostallık başka bir manzara, başka bir sürpriz sizi bekliyor.
Sıcaktan bunalmama rağmen daracık basamaklardan şehrin eski merkezine doğru tırmandım. Gördüğüm manzara bu yorgunluğuma değdi.
Symi evlerinin pek çoğu İkinci Dünya Savaşı’nda zarar görmüş ve göçlerle birlikte sahipsiz kalmış. 2000’li yılların başında yeniden onarılmaya ve aslına uygun biçimde hayata döndürülmeye çalışılmış.
Adaya yerleşen İngiliz kökenli Avrupalı aileler Symi mimarisinin yeniden can bulması ve popülerleşmesinde büyük rol oynamışlar. Günümüzde evlerin boyanacağı renk, onarımda kullanılacak malzeme gibi her türlü uygulama koruma kurulunun vereceği özel bir izinle gerçekleşiyor.
Sözün kısası Symi Adası’na turkuaz denizi ve lezzetli mutfağından çok görenlere yaşattığı eşsiz mimari şöleni görmelisiniz diyorum. Ben bu eşsiz görüntüleri izleyip, fotoğrafladıktan sonra eşimin yanına dönüyorum. Bu arada oldukça uzun ve ayrıntılı bilgi veren rehberin de bir işaretiyle körfezin önce batı, sonra da kuzey bölümüne geçiyoruz.
Rehberi izleyerek sünger satışlarının yapıldığı sokaklara dalıyoruz. İlk arka sokaklardan birinde, rehber bir sünger dükkânının önünde grubun toplanmasını istiyor. Turizmciler Symi’yi keşfetmeden önce ada halkı geçimini denizden çıkardıkları ve üzerine koyduklarıyla sağlıyordu. Bunlardan birincisi sünger avcığı idi… Grup, değişik renklerde ve boylarda süngerlerin bulunduğu dükkân önünde toplanıyor.
Sattığı süngerleri geçim kaynağı yapan bir dükkân sahibi sünger ve sünger ürünleri konusunda uygulamalı bir açıklama yapıyor.
Öncelikle kalın bir CD boyutlarındaki bir süngeri su dolu kovaya daldırıyor. Sonra da grubun dikkatini kendisine vermesini istedikten sonra, kovadan süngeri çıkarıyor.
Yaklaşık bir litre suyu emdiğini sandığım sünger gruptakilerin şaşkın bakışları altında kovadan çıkarılıyor. Bu görsel şölenden sonra Symi’ deki sünger avcılığı anlatılıyor.
Sünger avcılığı yüzyıllardır yapıla gelmektedir. Eski devirlerde çıplak dalgıçlar 20 metre derinliğe inerek kesici aletlerle süngerleri alt taraflarından keserlerdi. Su basıncından dolayı çoğu göğüs hastalıklarına tutulurdu. Sonraları denizin dibini sürtme ağlarla tarayan balıkçı tekneleriyle bol miktarda sünger toplanmaya başlandı. Fakat bu usul genç süngerleri de kopardığından zararlı oluyordu.
Günümüzde sünger avcılığı dalgıç elbiseleriyle yapılmaktadır. Bu usulde avcılar süngerleri inceleyerek kaliteli olanlarını toplarlar. Toplanan süngerler temizleme ve kurutma işlemlerinden sonra piyasaya sürülür. Süngerler, Latince, Porifera; su diplerinde, kayalar, hayvan kabukları veya zemin üzerine yapışarak yaşayan basit yapılı, omurgasız hayvanların bir şubesidir. Parlak sarı, turuncu, kırmızımtırak, siyah ve menekşe renkli olabilirler. Belli bir şekilleri yoktur.
Süngerler vazo, kadeh, torba, boru, çalı gibi muntazam olmayan kümeler meydana getirirler. Hakiki doku ve organları yoktur. Duyu, sinir ve hareketi sağlayan hücreleri bulunmadığından yapıştıkları zeminlerde sabit yaşarlar.
Hayvanlardan çok bitki hissini verirler. Boyları birkaç milimetreden, 3 metreye kadar değişir.
Büyük çoğunluğu sıcak denizlerde yaşar. Çok azı tatlı sularda bulunur. Bir sünger zemine yapışan kapalı bir kısımla vücut boşluğuna açılan oskulum denen bir açıklıktan ibarettir. Yanlarda da suyun girip çıkmasını sağlayan delikler/porlar vardır.
Bu delikli yapıdan dolayı süngerlere porifera denir. Küçük ağız vazifesini gören yan deliklerden giren su, vücut boşluğunu dolaştıktan sonra, oskulumdan tekrar dışarı atılır. Sünger ve sünger avcılığı konusundaki bilgilendirmeden sonra rehber grubu serbest bırakıyor. Biz de körfezin kuzey yakasında, doğuya, saat kulesine doğru yürüyoruz.
Ada, Osmanlı egemenliği altında kaldığı dönemde ‘Sömbeki’ ismiyle anılırmış. Bu isim adanın Sümbek adı verilen balıkçı teknelerinden geliyor.
Bu teknelerin sayısı artık çok azalmış olsa da yüzyıllar boyunca Simi halkının en büyük geçim kaynağı olmuş.
Tekne olur da balıkçılık olmaz mı? Simi’yi ziyaret eden konuklar için olmazsa olmazlardan biri de deniz ürünlerinden tatmak… Nitekim biraz ilerleyince deniz ürünlerinin tadıldığı en ünlü restoran ‘’Manos’’ limana karşı yerini almış oluyor.
Manos, Simi’nin adını Türkiye’de duyuran bir mekân olarak biliniyor. Türkiye’den de çok ünlü gidiyor Simi’deki Manos’a. Restorana adını veren Manos sıcak, samimi, heyecanlı ve tabii ki işinin ehli bir adam olarak biliniyor.
Ünlendikçe kaçınılmaz olarak kendisini ve restoranını eleştirenler artmış. Fiyatlar yükselmiş. Yüksek sezonda boş yer bulmak imkânsız olmalı dense de, biz önünden geçerken bir hayli boş masa vardı. Fiyatların oldukça yüksek olması boş masaların nedeni olmalı…
Manos’ un fiyat politikasını bildiğimizden, önünde eşimin fotoğrafını çekmekle yetindik. İyi ki öyle yapmışız. Saat kulesini geçtikten sonra Symi’nin diğer koylarından biri önünde bulunan restoranda bir kişi için istediğimiz deniz ürünleri tabağı, salata ve sofra şarabına 40 Euro ödedik. Yemeğimizi yedikten sonra, limanın güney kıyısına, feribottan indiğimiz yere geri döndük.
Feribot yerinde yoktu ve saat 15,00 civarındaydı. Simi belediye otobüslerinin kalktığı yerde güneşten korunacağımız banklarda otururken feribotu konuştuk. Saat 14,00 ben feribotun gittiğini görmüştüm. Ancak, gerek otelde bize aktarılan eksik bilgi, gerekse Yeşil Marmaris Turizm’in rezervasyonunda geri dönüş saatimiz 16,15 idi. Feribotun olmayışına bir anlam verememiştik. Çevremizde bulunan dükkân sahiplerinden birine feribotu sorduğumuzda, gitmiş olduğunu ve geri gelmeyeceğini söyledi.
Arkasından da limanın karşı kıyısında bulunan diğer feribotun saat 16,15’de kalkacağını vurguladı. Kalkış saatine de çok az zaman kalmıştı. Adeta koşarcasına ve adrenalimiz yükselmiş olarak feribotun girişine ulaştık ama bir önceki feribotun dönüş biletlerini kabul etmediler. 27 Euro ödeyerek yeni biletler aldık da kendimizi feribota atabildik. Ne olmuştu da bu durum ortaya çıkmıştı.
Otelde rezervasyonumuzu yapan görevliden sonradan öğrendiğimize göre, Simi’ye götüren feribot, Simi’de 3 saat kaldıktan sonra geri dönüyormuş. Verilen rezervasyon biletinde bu bilgiler yoktu. Üstelik yanlış ya da eksik bilgilendirilmişiz. Neredeyse Simi’de gecelemek zorunda kalacaktık. Ekstra otel masrafı çıkacağı gibi ertesi gün rezervasyonumuz olan Lindos’a da gidemeyecektik.
Siz, siz olun otelden rezervasyon yaptırmayın. İnternet kanalıyla Yeşil Marmaris feribotlarına rezervasyon yaptırın. Elektronik biletlerinizde her şey çok açık yazılmaktadır.
Her neyse, oldukça bilgilendirici ve oldukça heyecanlı bir Simi gezisi gerçekleştirdik. Lindos Gezisi anılarında buluşmak üzere…