27 Nisan 1951 Cuma, Edirne…
Balkanlardan gelen muhacirlerde, aile reisi babasının adını soyadı olarak kullanmaktaydı. Oysa Türkiye’de Soyadı Kanunu uyarınca baba adı soyadı otomatik olarak alınamıyordu.
Dün geldiğimiz Edirne Göçmen Misafirhanesinde konuk edildik.
Kimlik bilgilerimiz yeniden düzenleniyor. Başta soyadlarımız olmak üzere, meslek ve yerleştirileceğimiz yerler yer alıyordu yeni kimliklerimizde.
Bulgaristan’dan kurtulmanın şerefine, Halil dedem ailesine ‘’Kurtuldu’’ soyadını aldı. Babam, Bulgar mezaliminden kurtulmak için yaptığımız göçü bir akın olarak değerlendirmiş olacak ki ailemize ‘’Akıncı’’ soyadını aldı.
Edirne’ye girdiğimizde ”Ahmet Mustafa Durgud” ailesiydik.
Bundan böyle Ahmet Akıncı Ailesi olarak Türkiye’de yer alacaktık. ”Ahmet Mustafa Durgud” Ailesi yok olmuş, ‘’Ahmet Akıncı’’ Ailesi olarak ortaya çıkmıştık. Bütün ailelere verilen muhacir kağıdıyla da resmileşmişti.
Yeniden doğmuştuk aslında. Yeniden doğmuştuk ama soyağacımız yok olmuştu yeni kimliklerimizle. Yeni kimliklerimizdeki soyağacımız babamıza kadar gidiyordu. Baba ve ana tarafının soyağacı yok edilmişti yeni düzenleme ile…
27 Nisan 1951 Cuma günü, Tarım Bakanlığı Edirne Toprak ve İskân Müdürlüğü tarafından, 27 Nisan 1952 tarihine kadar geçerli olmak ve doğum kâğıdı yerine geçmek üzere, bütün Karagözlülere muhacir kâğıdı verilmişti.
Yine aynı kurum ve aynı tarihli Tabiiyet Beyannamesi’nde iskân şeklimizin serbest göçmen olduğu, adres olarak da Maraş İlinin gösterildiği görülüyordu.
*****
İki gece konakladığımız Edirne Göçmen evi 360 kişilik kapasitesine karşın, yaklaşık 800 kişiyi oldukça kötü koşullar altında barındırdı. Başka seçeneği de yoktu. Yoktu çünkü sürekli muhacir geliyordu Bulgaristan’dan.
Muhacirhane doktorları, yolculuk boyunca öksürmekte olan anamda, o günlerin deyimiyle, ‘’ince hastalık’’ başlangıcı bulmuşlardı.
Sağlıksız ve dondurucu soğuklarda, balık istifi yolculuk sırasında, mikrop taşıyan bir başkasından kapmış olmalıydı anam hastalığı.
İnce hastalık olarak da bilinen ‘’verem’’ Ana’ma enfeksiyon kaynağı başka bir hastanın öksürmesi sonrasında, havada asılı kalan verem mikrobunun geçmesiyle geçmişti. Sağlıklı birinin havada asılı kalan mikrobu soluması hastalanması için yeterliymiş. Öyle söylemişler revirdeki doktorlar babama.
Hastanede ilk iki ayda ağızdan alınan 4 tür ilaç ve hastane sonrasındaki 4 ayda da iki tür ilaç ile toplam altı ay süren tedavi uygulanması gerekiyormuş.
Tedavi aksatılmadan düzenli ilaç kullanıldığında, hasta taşıyıcı olmaktan çıktığı gibi, hastalık tamamen iyileşirmiş. Bu nedenle anamın en az iki ay süreyle hastanede kalması gerekiyormuş.
Bu durumda babam da Edirne’den ayrılamayacak, ana yanında refakatçi olarak kalacaktı. Biz üç kardeş Halil dedemlerle Maraş’a gidecektik. Bu ayrılık 2 yaşındaki kardeşimiz Şaban için çok zor olacaktı…
Sahi; Maraş nerede, nasıl bir yerdi acaba?