28 Ocak 1962 Pazar, Zeytinburnu…
İstanbul Çapa Öğretmen Okulunda ilk yarıyıl tatilimin bir haftası göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Keman ve piyano çalışmalarımın yanı sıra diğer derslerimi de gözden geçirdim.
Cuma günü Maçka İstanbul Teknik Üniversitesi Öğrenci İşlerinde çalışan Mustafa dayımı ziyarete gitmeye karar verdim. Boynuzlu otobüslerden biriyle önce Eminönü sonra da Dolmabahçe Sarayı karşısındaki Maçka Parkı içinden geçerek Maçka Teknik Üniversitesi’ne ulaştım.
Güleryüzle karşılayan dayım ‘’hoş geldin Mehmet, çok mutlu oldum.’’ Deyip beni yanaklarımdan öptükten sonra ‘’Lütfen biraz otur. Birkaç öğrencinin sorunlarını çözmem gerekiyor. Sonra yemeğe gideriz.’’
Öğrencilerin sorunlarını çözdükten sonra yemekhaneye götürüyor beni. Yemeğimizi yerken okulla ilgili bilgi veriyor dayım.
İstanbul Teknik Üniversitesi Osmanlı döneminde batılı anlamda mühendislik eğitimi vermek için 1773’te Mühendishane-i Bahr-i Hümayun (İmparatorluk Deniz Mühendishanesi) adıyla kurulmuş. Osmanlı’nın batı referanslı ilk eğitim kurumlarından biri olup Dünya’nın en eski teknik üniversitelerinden biridir. Gemi inşaatı ve deniz haritalarının yapılması konusunda uzman personel yetiştirmek üzere kurulmuş.
Yemekten sonra izin isteyip ayrılırken ‘’yarın eve beklerim Mehmet’’ Dedi.
Okulda öğe yemeğini yedikten sonra bindiğim otobüslerden biriyle saat 15,00 civarında Zeytinburnu’na geldim. Dayım öğleye kadar çalışıyordu. Eve gelmiş olmalıydı. Acele etmeden, Mersin’deki gecekondulardan biri olan Göçmen Barakalarına benzettiğim Zeytinburnu sokaklarında dolaştım biraz. Daha önceki anılarımda da değindiğim gibi Zeytinburnu İstanbul’un en büyük gecekondu semtlerinden biriydi.
Zeytinburnu bölgesinin kendine özgü en önemli özelliği içerisinde önemli ölçüde Balkan kökenli Türk göçmenleri barındırmasıydı. Balkan göçmenlerinin en önemli özelliklerinden biri gecekondularını avlu içine yapmış olmalarıydı. Bir süre sonra da avlu içinde yemiş ağaçları ve değişik isim ve renkteki çiçeklerin yer alırdı.
Göç ve çarpık kentleşmeyle ortaya çıkan gecekondular İstanbul’u çok değiştirdi. Demişti tarih öğretmenimiz Niyazi Akşit İstanbul ile ilgili bazı anılarını anlatırken. Çapa Öğretmen Okulu binasında olduğu gibi, Mimari yapısıyla her zaman göz dolduran bu anakent, zamanla gecekondulaşmayı kabullenmişti. Gecekondulaşmadan önceki durumu ortaya koymak için “eski İstanbul” gibi bir tanımlama ortaya çıkmıştı. Gecekondu bölgesi olarak bilinen pek çok yer zamanla anakentin ilçelerinden biri olmuştu. Çeliktepe, Esenler ve Zeytinburnu bunlardan bazılarıydı.
Mersin Göçmen barakalarında dışlanma ve ezikliği yenebilmek için imece usulü devreye girmişti. İşe gidenler ya da iş arayanlar çocuklarını rahatlıkla komşularına emanet edebiliyorlardı. Evinde çorba pişiren bir aile komşusuna da bir tas ikram edebiliyordu. Aynı uygulamanın Zeytinburnu gecekondularında da sürdüğünü gördüm bu ikinci ziyaretimde.
Zeytinburnu gecekondularının ara sokaklarında dolaşırken Çukurova’daki mevsimlik işçilik dönemiyle Mersin’deki ilkokul dönemi gözlerimin önünden geçti. Zeytinburnu Mersin göçmen barakalarına göre daha konforlu gelmişti bana.
Eve ulaştığımda dayım işten dönmüştü. Yüzünde yayılan bir gülümseme ile ‘’hoş geldin Mehmet, halan çay demlemiş. Yanına da akıtma yapmış. Seversin diye düşündüm.’’ Halamla eniştemin ellerini öptüm. Henüz 12 yaşında olan kuzenim Fatma’yı da yanaklarından öptükten sonra yer sofrasına oturduk.
Dayımların Zeytinburnu semtindeki gecekondusu yaklaşık 30 metrekarelik bir avlu içinde bir hol ve içiçe iki odadan oluşuyordu. Giriş holünden sonraki oda hem oturma hem yemek hem de yatak odası olabiliyordu. Şömine bu odada bulunduğundan eniştemle halam bu odada yatıyorlardı. İçerideki odada daha çok Mustafa dayım için ayrılmış gibiydi. Çalışmalarını bu odada sürdürüyordu. Kardeşi Fatma ile bu odada yatıyorlardı.
Çay eşliğinde akıtmaları yedikten sonra dayımın çalışma odasına geçtik. Gözden geçirmesi gereken birkaç işlemden sonra ‘’anlat bakalım yeğenim. Okuluna alışabildin mi, keman çalışmaların nasıl gidiyor, bir sıkıntın ya da ihtiyacın var mı?’’ sorularına olumlu yanıt verdikten sonra ‘’haydi çıkıp biraz dolaşalım’’ dedi.
Zeytinburnu gecekondularının ara sokaklarında dolaştık bir süre. Dolmuşların işlediği anayollar nispeten çamurdan uzaktı. Ara yollarda hala çamur ve su göletleri olmasına rağmen bazı yerler kurumuştu. Küçük su göletleri üzerinden atlayarak kuru yerlere ulaşmaya çalışırken bir taraftan da Çukurova’daki mevsimlik işçilik dönemi üzerinde konuştuk. Ardından Mersin’deki ilkokul dönemini, Göçmen barakaları arasında ayakkabıların yapışıp kaldığı çamuru anlattım.
Eve döndük. İşten gelirken günlük bazı gazeteleri getirmişti. 27 Mayıs 1960 darbesinde görevlerinden uzaklaştırılan 147’lerin Üniversitelere dönmelerine izin verilmişti. İstanbul Maçka Teknik Üniversitesi’ne de geri dönenler olmuştu. Geri dönenler üzerinde konuştuk bir süre.
Akşam yemeğinden sonra radyoda bir süre haberleri dinledik. Saat 22,30 civarında ‘’yatalım yeğenim. Fatma bu gece anamla babamın yanında yatacak, sen benimlesin.’’ Dedi. Dayımın odasında bir gece konaklamak zorunda kalınca sıkıntı verdiğim duygusuna kapıldım. Yarın okula dönmeliyim.
Gece yerimi yadırgadıysam da uyudum. Biyolojik saatim beni 06,30’da uyandırdı. Gözlerimi tavana diktim, zamanda geriye yolculuk yaptım. 1951 yılı mart ayına gittim. Babam gönüllü ve serbest göçmen kaydıyla Türkiye göçü için pasaport almıştı. Neredeyse aradan 10 yıl geçmişti. İlkokulu 5 değişik şehirde okuyarak bitirmiş, İvriz Öğretmen Okulu’nda üç yıl okumuş ve İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri öğrencisi olmuştum. 10 yıllık süreye ne kadar çok şey sığdırmıştık.
Yaklaşık iki saat geçmişe yolculuk yapmıştım ki dayım kalktı. Halamla eniştem de kalkmışlardı. Bizi görünce kuzenim Fatma da gözlerini ovuşturarak kalktı.
Sabah kahvaltısında enişteme bir dilim beyaz ekmekten fazla yememesi uyarısı yapıldı sıkça. Geçen gelişimde pek dikkatimi çekmemişti. Neden böyle bir uyarı yapıldığını sordum. Dayım iki dilim beyaz ekmek iki çorba kaşığı toz şekerinden daha tehlikeli. Kan şekerini aniden arttıran etkenlerden biri fazla yenilen beyaz ekmeklerdir. Babamda şeker hastalığı başlangıcı var. Yememesi gerekiyor. Dedi.
Sabah kahvaltısından sonra bir süre radyodan yurttan sesleri dinledik. Kendileriyle zaman geçirmekten çok mutlu olduğumu söyledikten sonra okula dönmeliyim. Dedim. ‘’Hadi öyleyse, motosikletle Londra asfaltında bir tur atalım. İstersen seni okuluna da bırakabilirim.’’ Deyince halamla eniştemin ellerinden, kuzenimin yanaklarından öperek Zeytinburnu’ndan ayrıldım.