27 Mayıs 1960 Cuma, İvriz…
İvriz Öğretmen Okulu’nda 1959-1960 Eğitim ve Öğretim yılını tamamladık.
Genelde, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları ve etkinliklerinden sonra yazılı ve sözlü sınavlar bitmiş olur. Sonraki bir hafta on günde de kurtarma yazılı ve sözlüleri yapılır. Bu yıl da öyle oldu.
Amaç, kimseyi bütünlemeye bırakmamaktır. Hele sınıfta bırakmak düşünülemez bile.
Öğrencinin çok özel koşullarından ötürü istenen bilgi ve beceriler verilememişse sınıf tekrarının yapılması kararlaştırılır Öğretmenler Kurulu tartışmalarından sonra.
Okul Müdürü Kamil Açan’ın her yeni eğitim ve öğretim yılında özenle vurguladığı gibi temel amaç, öğretmekten çok eğitmektir öğrencileri.
Öğrencilere, öncelikle kendisine saygı duyması öğretilir verilen eğitimle.
Kendisine saygılı olanlar çevresine de saygılı davranırlar. İnsan olmayı, çevresindekilere insanca davranmayı, duyarlı olmayı, doğayı ve içindekilerin hepsini sevmeyi ve korumayı öğretebilmektir birincil amaç.
Ardından kurallar ve disiplinin önemi benimsetilir bütün öğrenci, öğretmen ve çalışanlara.
İyi bir eğitim, disiplin ve kurallar sonrasında öğrenmek kolaylaşır.
Gerek mevsimlik işçi gerekse simit ve tatlı sattığım yaz tatillerinde kurallar ve disiplin konusunda kendimi eğitmiş, eğitmek zorunda kalmıştım.
Öyle ki kurallar, disiplin ve verimli çalışmanın en önemli meyvelerinden biri ”kendi şansını kendin yaratmak” olgusuydu.
Bulgaristan’dan geldikten sonra şansa yer olmadığını daha 7 yaşından itibaren öğrenen birisi olmuştum.
Ceyhan pamuk tarlalarında mevsimlik işçi olarak çalışan üniversiteli kantar görevlisi Muzaffer Abi’nin dediği gibi,
”…hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmak şans denilen olgudur.”
Şans denilen olguyu yakalamak için her an, her dem, her konuda hazırlıklı olman gerekiyordu.
Üniversiteli olmak istiyorsan kitapların dünyasına gireceksin. Demişti arkasından. Muzaffer Abinin sözünü tutmuş, ilkokulu bitirmek için konaklamak zorunda kaldığımız 5 değişik il ve ilçede ilk uğrak yerlerimden biri kütüphaneler olmuştu.
İvriz, kitaplar dünyası için arayıp ta bulunamayacak bir yerdi. Kitaplar dünyasının Cenneti idi sanki.
Çevirileri yapılmış Bütün Dünya Klasikleri kütüphanemizde vardı. Her okuduğum kitaptan sonra dünya ve doğaya açılan yeni kapılar edinmiştim.
Bu edinimlerdir ki, hem ilkokul döneminde hem de İvriz’de okuduğum iki yıl boyunca bütün derslerimden tam not ve takdirnameler almıştım. Bir bakıma babamın beklentileri de yerine gelmişti.
27 Mayıs 1960 Cuma günü öğleden sonra karnelerimiz dağıtıldı. Resmen yaz tatiline girdik.
İvriz’de iki muhteşem yılım geçmişti.
Bakıyorum da, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir süre gibi geliyor bana. Okul döneminin muhteşem olduğunu düşünüyorum.
İyi olmayan yaz tatilleriydi.
Misli’ de tatilimi geçirdiğim geçen yaz, burçak yolmuştuk anam ve kardeşimle. Bazen ücretli bazen de imece usulüyle çalışmıştık. Genelde iş olmazdı köyde. Bol bol okumuş ve kardeşim Mustafa’nın sınav hazırlıklarıyla ilgilenmiştim.
Mersin’de günübirlik iş peşinde olan babam, kardeşim Mustafa Konya Maarif Koleji parasız yatılı öğrencisi olduktan bir hafta sonra anamı Misli’den almış, Mersin Göçmen Barakalarına götürmüştü.
Ailemin yanına gitmek için bavul hazırlıklarımı yaparken, 1955-57 yıllarında, Göçmen Barakalarında konaklayarak ilkokul 2. ve 3. sınıfa giderken sattığım simitler aklıma geldi.
Bir ara ayakkabı boyacılığı yapmak istediysek de yılın 300 günü güneşli geçen Mersin’de ayakkabı boyacılığında iş yoktu. Yaz tatillerinde halka tatlısı yapıp satmıştık simitlerimizin satışı bittikten sonra.
Bu yaz tatilinde Mersin’de ne yapacağım konusunda kararsızım. 16 yaşına girmiştim.
İlkokul döneminde olduğu gibi yine simit ya da halka tatlısı yapıp, satabilir miydim?
Ayakkabı boyacılığı yapabilir miydim?
Bilemiyordum…
Her şey Mersin’e ulaştıktan sonra belli olacaktı.
Her oluksuz bir durumu olumlu bir sonuca dönüştürmesini öğrenmiş biri olarak bavulumu hazırlamayı sürdürdüm…