16 Ocak 1959 Cuma, İvriz…
Kendinizden uzağa, uzaklarınıza gitmek istediğinizde, denk gelir de yükseklerden uçan bir kuş ya da kuşlar sürüsünü görürseniz, sürüye karışmak ister sonra da sevdiklerimizin olduğu yere, dersiniz.
Ananız, babanız, kardeşleriniz, varsa sevgiliniz, bazen de doğduğunuz yerdir sevdikleriniz.
Böyle bir havadaydım boşalmış sınıfta. Öyleydim çünkü yarıyıl tatili başlamıştı…
Sevdiklerimin yanına gitmek istemiştim…
İvriz Öğretmen Okulu’nda, 1958-59 Eğitim ve Öğretim yılının birinci yarıyılı başarıyla sonuçlanmıştı.
Karnelerimiz dağıtıldığında bütün derslerden on üzerinden on almıştım. İvriz’deki ilk yılım bu karne ile taçlanmıştı.
Çok mutluydum…
O anda Misli Köyündeki Hatice Teyzeyi, Osman’ımın bayramlık pantolon parası olan 10 lirayı ikiletmeden kardeşimle vermesini düşünmüştüm.
Bize verdiği 10 lira Niğde’deki sınavlara katılmamızı sağlamıştı. Kazanmış ve İvrizli olmuştum.
Bunları düşününce gözlerim buğulandı, sevdiklerim içinde yer alan Hatice Teyzeyi minnet ve şükranla andım.
Tatile çıkan arkadaşlarımın neredeyse okulu boşaltmış olmalarının duygulanmamda payı olmuştu. Oysa benim Ereğli’den kalkacak olan trenime daha 6 saat vardı.
Ulukışla üzerinden, aktarma yaptıktan sonra, Kayseri yönünde Hüyük İstasyonuna, sonra da Misli Köyüne gidecektim. Anamla birlikte kardeşim Mustafa köyde, babam Mersin’de iş peşindeydi.
Böyle duygulu bir anda elime mandolinimi alarak, beni biraz daha duygulandıracak olan ‘’Uçun kuşlar uçun İzmir’e doğru. Anadan babadan yardan bir haber yok mu?’’ mısralarını mırıldanmaya başladım.
Müzik öğretmenimiz Kemal Çuhalılar’ın tavizsiz uyguladığı program sonucunda hem mandolin çalmasını öğrenmiş, hem de bazı türküleri çalıp, söylemeye başlamıştık.
Çalmaya ara verdiğimde ise bir başka sevdiğim yer, doğduğum yer olan Bulgaristan’daki Karagözler Köyü ve Sakar Balkan aklıma geldi.
Mandolinimi tekrar akort ederek Rıza Tevfik Bölükbaş’ının bir dörtlüğünü biraz değiştirerek mırıldanmaya başladım.
Uçun kuşlar uçun doğduğum yere;
Şimdi Sakar Balkanda mor sümbül vardır.
Ormanlarının koynunda bir serin dere,
Dikenler içinde sarı gül vardır.
Bu mısraları hakkıyla söyleyememiştim ama olsun du…
Niyet önemliydi ve ben mutlu olmuştum…
Derken okulu dolaşmakta olan nöbetçi öğretmenimiz Hüseyin Seçmen girdi mandolin çalmakta olduğum sınıfa.
-Hayrola Mehmet, sen niye gitmedin? Okulda mı kalacaksın?
-Hayır, Öğretmenim, trenimin kalkmasına zaman vardı. Mandolin çalma yetkinliğimi geliştirmeye çalışıyorum fırsattan istifade.
-İyi yolculuklar Mehmet
Deyip, sınıfları ve yatakhaneleri denetlemeye gitti kalanlar var mı diye..
İvriz Öğretmen Okulu’nda yarıyıl tatillerine gidemeyenlerin okulda kalma olanakları vardı. Nasılsa işleyişin büyük bir bölümünü öğrenciler üstleniyordu.
Okulda kalan bu öğrenciler bir bakıma okul idaresinin işleyişine de katkıda bulunmuş oluyorlardı tatile gitmeyen öğretmenlerle birlikte.
Nöbetçi öğretmenimiz Hüseyin Seçmen’in ayrılmasından sonra mandolini Müzikhanedeki yerine koyup, tahta bavulumu hazırladım.
Neler koymuştum tahta bavuluma?
İvriz’de sürekli çalışan terziler ve atölyeleri vardı. Elbiselik kumaşlar okul yönetimi tarafından ihale ile alınır, terzilerimiz de bir prova sonrasında takım elbiselerimizi dikerlerdi
Gömleklerimiz için de aynı yöntem uygulanırdı. Ayakkabılarımız ünlü ‘’Beykoz Kundurası’’ idi.
1810 yılında tabakhane olarak kurulan Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası İstanbul’un en eski fabrikalarından biriydi. Kunduralarımız Beykoz’dan temin edilirdi.
Hem taş gibi sağlam hem de oldukça ekonomikti. Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası Osmanlı ve Türk ordusuna ayakkabı deri ürünlerinin tedarikini sağlamaktaydı.
Osmanlı İmparatoru II. Mahmut döneminden Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve birçok tarihi olaya şahitlik yapan fabrika 1933 yılında Sümerbank’a devredilmişti.
O zamandan bu yana hafızalarımızda asla eskimeyen sağlam Sümerbank ayakkabıları olarak yer edinen deri kunduralarının üretimini gerçekleştirmişti.
Tahta bavuluma takım elbisemi, gömleklerimi, kravatım ve okul kütüphanesinden aldığım birkaç kitabı da koydum.
Yaklaşık 12 km uzaklıktaki Ereğli’ye kadar yürümem gerekecekti. Aklıma ‘’Dağ başını duman almış, yürüyelim arkadaşlar.’’ Mısraları geldi. Mırıldanarak Ereğli’nin yolunu tuttum…