
Mezopotamya’nın antik şehirlerinden, Uzak Doğudaki Qin ve Roma İmparatorluklarına kadar kurulmuş olan bütün iletişim ağları ”Hayali Düzenler” idi.
En büyük ortak hayali mit ise ticaretin gerçekleşmesini sağlayacak olan ”PARA” idi.
Şehirler arası ve İmparatorluklar arası ticaretin, sosyal ve ekonomik ilişkilerin, imparatorlukların kendi sınırları içindeki düzenin ve ortak işbirliğinin normları ortak mitlere olan inanca dayalıydı.
Şehirler ve İmparatorluklar arasındaki ortak mit ise hayali bir alış veriş aracı olan para olurken, imparatorluklar içindeki ortak mitler ise hayali tanrılar, tanrıların yeryüzündeki temsilcileri ve tanrı adına yapılmış kanunlar.
Semai dinlerde kanunları barındıran Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran-ı Kerim gibi…
Şimdi tarihteki en çok bilinen ve semai olmayan mitlerden ikisini ele alalım. Bunlardan ilki M.Ö. 1776 yılında yazılmış olan Hammurabi Kanunları, diğeriyse M.S. 1776 yılında ilan edilmiş olan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’dir.
Hammurabi kanunları, Babil toplumunun düzeninin ve esnek işbirliği kriterlerinin tanrılar tarafından belirlenmiş evrensel ve ebedi adalet ilkeleri temelinde olacağını ileri sürmektedir.
Hammurabi’nin ölümünden yaklaşık 3 500 yıl sonra, Kuzey Amerika’daki İngiliz kolonilerinde yaşayanlar, İngiliz kralının kendilerine adil davranmadığını düşünüyorlardı.
5 Eylül 1774 yılında aralarında George Washington ve Benjamin Franklin’in de bulunduğu bir Amerikan kongresi yapıldı. Birçok yazar ve birçok eyalet temsilcisi de bu kongreye katıldı.
Kongrede, kolonilerin kendilerine ait karar verme yetkilerinin ve yasadışı olarak konulan vergilerin sadece kendilerince hazırladıkları yasalarla mümkün olacağını belirttiler.
13 Amerikan kolonisinin temsilcileri 4 Temmuz 1776’daPhiladelphia’da bir araya gelerek, temsil ettikleri halkın artık İngiliz Krallığı’nın tebaası olmadıklarını ilan ettiler.
Hammurabi Kanunlarında olduğu gibi bağımsızlık Bildirgesi de evrensel ve ebedi adalet ilkelerini ilahi bir güce dayandırıyordu.
Ancak, Amerikan tanrısı Babil’in tanrılarından farklıydı.
Bildirgenin giriş bölümünün bir yerinde,
”…, tüm insanların eşit yaratıldığını, insanlara yaratıcı tarafından bahşedilmiş bazı haklar verildiğini ve bunlar arasında yaşam, özgürlük ve mutluluğun peşinden gitme hakkı olduğunu ilan eder.”
Deniliyordu. Oysa Biyoloji bilimine göre insanlar yaratılmamış, evrilmişlerdi.
Diğer taraftan eşitlik fikri de yaradılış inancıyla içiçe geçmişti.
Evrim eşitlik üzerine değil, farklılık üzerine kurulmuştu. İnsanların genetik kodları farklıydı.
Bunun en güzel kanıtı parmak izleridir.
Bağımsızlık Bildirgesi’nde ”tüm insanların eşit yaratıldığı” iddia edilmesine rağmen, ilan ettikleri hayali düzende de hiyerarşi vardı.
İlan edilen eşitliğin Amerikalı beyazlar için geçerli olduğunu görüyoruz.
Köleler ve siyahiler yüzlerce yıl toplumun pisliği olarak görüldü.
Dini ve bilimsel mitler bu ayrımları haklı göstermek için çalıştılar. İlahiyatçılara göre, Afrikalıların Nuh’un oğullarından bir olan Ham soyundan geldiklerini ve babaları Nuh’un Ham soyunu köle olarak lanetlediklerini ileri sürmüşlerdi.
Bilimsel olduklarını ileri süren bazı Amerikalı biyologlar ise siyahilerin beyazlardan daha aptal ve ahlaklarının daha az geliştiğini öne sürdüler.
Doktorlar siyahilerin pislik içinde yaşadığını ve hastalık yaydığını, bir başka deyişle kirlilik kaynağı olduğunu ileri sürdüler.
İstisnasız bütün toplumlarda hayali hiyerarşiler vardır ve olacaktır.
Elbette bütün hiyerarşiler ahlaken aynı değildir ve olmamalıdır.
Toplumlarda üstünler ve köleler, beyazlar ve siyahiler, inanalar ve inanmayanlar, bizden olanlar ve olmayanlar gibi ayrımların önüne geçilmelidir.
Hitlerin hayali düzeni dünyayı cehenneme çevirdi.
Milyonlarca insanın ölmesine, sakat ve evsiz kalmasına neden oldu.
Etkileri hala devam etmektedir.
Ülkemizde de kendi hayali düzenleri peşinde koşarak mitler yaratılmaya çalışılıyor.
Bilmek ve bazı hayali düzenlerin son derece yıkıcı sonuçlar doğuracağını çevremize hatırlatmak durumundayız.