18 Ağustos 1958 Pazartesi, Misli…

Nasıl olduysa kendimi Bulgaristan’daki köyümüz Karagözler ’de bulmuş ve Kerim dayımla Sakar Balkana çıkmaya karar vermiştik. Gerlova alçağını görmek istemiştik.

-Hadi çıkalım dayı dedim..

-Olur yeğenim.

Deyince dayım, sakar balkan eteklerinden tırmanmaya başladık. Yarım saat sonra Sakar Balkan yamaçlarında mola verdik. Verdik çünkü kan ter içinde kalmıştık tırmanmaktan…

Tekrar tırmanmaya başladığımızda ayağım kaydı, tam yuvarlanıyordum ki elimden tutan Yusuf dayım çekti yukarı. Önümüzdeki kamyon tam gaz tırmanıyordu bir tarafı dağ silsilesi diğer tarafı uçurum daracık ve virajlı bir yoldu.

-Kamyon nereye gidiyor dayı?

-Maraş-Göksun Felaket yolundayız yeğenim. Az önce kamyonun motoru stop etti, kamyon geriye kaymaya başladı. Az daha uçuruma yuvarlanacaktı hep birlikte. Sen de atladın kamyondan aşağı. Az daha düşüyordun uçuruma. Hadi hızlanalım ve kamyona yetişelim.

Dayımla kamyona yetişmek için yürümeye başladık. Hızlı ve büyük adımlarla ilerleyen dayım gözden kaybolmuştu ki anamın sesine benzeyen bir ses,

-Mehmet, Mehmeeet…

Diye çağırıyordu beni. Oysa anam, ince hastalık teşhisi konulduğundan, Edirne Muhacir Misafirhanesi Hastanesinde kalmıştı babamla.

Gavur Dağları eteklerinde tek başına kalmış olmanın korku ve telaşıyla, Yusuf Dayımı bulmaya çalışırken aynı sesi bir kez daha ve çok yakından duydum.

Anamın sesi bu kadar uzaklara nasıl gelebiliyordu. Kulak kabarttım, bekledim. Anamın sesi bu kez daha da yakından geliyordu.

Geri döndüm, anamı aradım. Aradım ama tırmanırken çok terlemiştim. Göremiyordum.

Durdum, kollarımı aşağı yukarı kaldırarak terimi soğutmak istedim. Kollarımı havaya kaldırdığımda nereden çıktığını anlayamadığım bir örtü savruluverdi üzerimden. Ellerimle gözlerimi silip araladığımda anam başucumda duruyordu. Bu kez iyice afallamış, inanmaz gözlerle anama bakıyordum.

-Hadi kalk. Suyumuz bitmiş,  kuyudan bir kova su çek de gel. Osman’ın anası Hatice Teyze geldi, bir bardak su istedi…

İnanmaz gözlerle baktım ve doğruldum…

Bir an için nerede olduğumu anımsamaya çalıştım. Sahi neredeydim ben, neredeydik biz? Karagözler de mi? Osmaniye de mi? Yeşilova da mı? Mersin Göçmen barakalarında mı? Niğde Bor kazasında mı, yoksa Misli de mi?

Çevreme baktığımda Niğde Misli de olduğumun ayırdına vardım. Meğer karabasan rüyalar görüyormuşum. Geçmiş yıllarda başımdan geçen oldukça kötü ve beni derinden yaralayan olayların bir görüntüsü olarak ortaya çıkıyordu zaman zaman.

Kuyudan su çekmek için çıktığımda iyice kendime geldim. Sürekli yer değiştirmenin yanı sıra bilim kurgu kitaplarında okuduklarımla kendimi özdeşleştirince böyle oluyordu. Hayal dünyam oldukça zengindi.

*****

İlkokul bitmişti, yaz tatilindeyiz. Tatil ama ne tatil… 

1958 yılı Ağustos ayının üçüncü haftasındayız Hava sıcak mı sıcak, çevremiz kum ve kum, evlerimizin altı ise ucu bucağı olmayan mağaralar.

Sıcaklardan çok bunaldığımızda evin altındaki mağaraya giriyorum bazen. Mağaralarda ortalama sıcaklık 18-22 derce arasında…

Yaklaşık iki ay önce ilkokul diplomalarımızı aldık. İvriz İlköğretmen Okulu sınavları için hazırlık yapıyoruz kardeşimle.

Hatice Teyze gelmeden önce sıkı bir çalışma yapmıştım. Tarih çalışırken gözlerim kapanmış ve ince bir yorganın altında uyuyakalmışım.

Bu sıcak, bunaltıcı ve can sıkıcı günde tek değişiklik okul arkadaşım Osman’ın anası Hatice teyzenin bize uğraması oldu.

Kuyudan çektiğim suyu getirdikten sonra Hatice teyzenin elini öpüp Osman’ı sordum. Ben gelirken uyuyordu. Dedi. İzin isteyip yan odada kitap okumaya başladım.

Hatice teyze bir taraftan koyunlarından kırktığı yapağıyı eğirirken, diğer taraftan da yaklaşan akrabalarından birinin düğünü üzerine anamla sohbet ediyordu.

10 lirasının olduğunu, köye uğramasını beklediği seyyar satıcıdan pantolonluk kumaş alarak Osman’a, yaklaşan bir akraba düğününde giysin diye, bir pantolon dikeceğini söylüyordu.

Hatice teyzenin annemle yaptığı bu sohbet her nasılsa aklımda kalmıştı. İyi ki kalmıştı…

Aklımda kalan bu konuşmanın hayatımı olumlu yönde nasıl değiştireceğini bilemezdim…

Share Button