7 Temmuz 1952 Pazartesi, Misli Köyü…

5 Temmuz Cumartesi günü, Yeşilova’nın 7 km güneybatısında bulunan Yarbaş Tren Garından bindiğimiz trenle, yaklaşık iki günde, 320 km yol alarak Hüyük Tren Garına ulaştık. Hüyük’ten temin edilen öküz ve at arabalarıyla da, yaklaşık 6 km kuzey batısındaki Misli ‘ye geldik.

Amanos Dağlarının batı yamaçlarındaki Düziçi ovasındaki Yeşilova Köyü’nden sonra, üzerimizde terkedilmiş duygusu bırakan, kum ve altındaki mağaralardan oluşan Misli Köyü beni hayal kırıklığına uğrattı.

Köye girdiğimizde, Elbistan köylerinde karşılaştığımız mezra tipi bir yerleşim beni şaşkına çevirdi. Elbistan köylerinden farkı, ortalarından geçen dereler yerine burada kum ve mağaralar vardı.

Bir süre sonra da Rumlardan kalma olduğunu öğrendiğim devasa bir yapı, Rum Kilisesi gözüme çarptı. Tek bir dikili ağaç yoktu köyde, haliyle akarsu da yoktu.

Akarsuyun olmadığı, kumlarla kaplı bu köyde çiftçilik yapabilir miydik? Sorusu kafamı kurcalamıştı, kurcalamaya da devam edecekti. Çiftçilik yapabilmek önemliydi. Okuma yazması olmayan aile reislerinin çiftçilikten başka bir becerileri yoktu çünkü.

Ben bunları düşünürken, Aile reisleri, kendilerince uygun yerleri geçici konaklama yeri olarak seçti. Babam bir mağara girişinin olduğu yeri seçmişti.

Eşyalarımızı indirip, yerleştirdikten sonra, kavurucu güneşten korunmak için, öncelikli olarak bir tente yaptı babam. Anam ve diğer ailelerin anaları da karnımızı doyurma sorununu çözmeleri gerekiyordu.

Un çuvalları ve tandırlar ortaya çıktı. Ateş yakmak için de, bizi görmeye gelen köylülerden yardım istedik. Bir süre sonra da yakacak olarak hayvan dışkısı ve saman karışımından yapılmış olan tezeklerden geldi.

Sonraki yıllarda unutulmazlarım arasına girecek Osman ve annesi Hatice Teyze ile yanıştık bu arada. Güler yüzlü, her halinden insancıl, yardım sever bir izlenim bırakan Hatice Teyze bir taraftan anama yardım ediyor bir taraftan da köy ve köydekilerle ilgili bilgiler aktarıyordu. Ben de anlattıklarının hiçbirini kaçırmamak için, can kulağıyla dinliyordum.

Köyün sakinlerinin büyük bir bölümünü 1924 yılı Nüfus Mübadelesinde Selanik’ten gelen Türkler oluşturuyordu. Akarsunun olmadığı, sulu tarımın yapılamadığı köyde yeterli üretim ve gelir yoktu.

Bu nedenle köydeki gençler yaz aylarınad mevsimlik işçi olarak, başta Çukurova olmak üzere, diğer illere gidiyorlardı. Zaten, 1924 Mübadelesi ile gelenlerin bir bölümü de Yunanistan’a geri dönmüştü.

Yaşamlarını yerüstünden çok yeraltında geçiren Ortodoks Rum ve Türklerden kalmıştı Misli. Geçmişteki Rumlar ile Ortodoks Hristiyanların varlığının en belirgin kanıtı Misli Rum Kilisesiydi.

Ben heyecanla Hatice Teyzeyi dinlerken oğlu Osman da beni çekiştirip duruyordu yakından tanımak ve oyun arkadaşı olarak görmek için.

Her ne kadar 7 yaşında büyümek zorunda kaldıysam da, oyun çocuklarıydık yine de. Üstelik altımızda keşfedilecek yepyeni bir dünya, mağaralar vardı. Yeni tanıştığımı Osman ile mağaraları keşfetmeye çıktım. Sevmiştim Osman arkadaşımı. İlkokul ve sonrasında hep hatırlayacağım bir arkadaşım olmuştu.

Yıllar sonra, yaptığım araştırmalar ve birkaç kez gezdiğim Kapadokya’nın giriş kapısının Niğde olduğunu öğrenecektim.

Hava iyice kararmaya başladığında çıktık mağaralardan. Anamla babam gecelemek için hazırlık yapıyorlardı.

Osman ile anası Hatice Teyze anama ”birşeye ihtiyacınız olursa Osman’a söylemeniz yeter, elimizden geleni yaparız.” dedikten sonra gittiler.

Yorgun olan bedenlerimizi dinlendirmek ve enerji toplamak için, ileride harman yeri yapmayı düşündüğümüz, yere yataklarımızı serip yattık. Anında uyumuşum.

Gece boyunca rüyalarımda, bazen Ceyhan pamuk tarlalarında pamuk toplarken, bazen Karagözler Köyümüzün karşısındaki Sakar Balkan’a tırmanırken, bazen de kendimi Gavur Dağları’nın virajlarını dönmeye çalışan kamyon kasasında buldum…

Share Button