25 Ağustos 1951 Cumartesi, Ceyhan Çukurova…

Günlerin alabildiğine uzun olduğu bir gündü…

Sabahın erken saatlerinde Elbistan Hasanköy’den almıştı bizi Elçi’nin kamyonu. Sırasıyla diğer köylerdeki Karagözlüler de alındıktan sonra dağın öteki yüzüne yolculuk başlamıştı. Nurhak dağlarındaki felaket yolunu aşmış, rahatlamış ve Maraş İli’ ni de geçmiştik.

Bundan sonrası esenlikti…

Adana-Şanlıurfa otoyolu üzerinden, yaklaşık 320 km yol almamız gerekiyordu Ceyhan pamuk tarlalarına ulaşabilmek için…

Tuvalet molası dışında herhangi bir yerde durmayan kamyonumuz, 10 saatlik bir yolculuktan sonra, saat 17,00 civarında ulaştı Ceyhan Pamuk tarlalarına.

Uçsuz bucaksız arazide, kaybolacağı ufka doğru ilerlemekte olan güneşin aydınlattığı tarlalara baktığımda, ‘’bembeyaz bir gelinlik’’ giymiş genç bir kız gibi göründü bana.

Bulgaristan’daki hüzünlü bir köy düğünde gördüğüm gelini anımsadım birden. Onun da bembeyaz bir gelinliği vardı. Bembeyaz gelinliğiyle hafif rüzgarda salınarak yürüyordu gelin evine doğru.

Birden içimi coşkulu bir mutluluk kapladı…

Bulgaristan’ın Karagözler Köyü’nden, 24 Nisan 1951’de başlayan göç hikayemizde ilk kez kendimi mutlu hissediyordum.

*****

Pamuk bitkisiyle ilk kez karşılaşıyordu Bulgaristan Muhacirleri. Bu ürünü tanımıyorduk. Güneşin kaybolacağı uçsuz bucaksız bembeyaz tarlalar bizleri şaşkına çevirmişti. Olağanüstü bir görünümdü…

Bembeyaz gelinliği andıran tarlaları huşu içinde seyrederken bir dere kenarında duran kamyonumuzn sarsıntısı ile kendimize geldik.

Kamyonun sürücü bölümünden inen Elçi, bizlere bakarak, gür sesiyle,

-İnin, eşyalarınızı da indirin. Bir süre bu tarlada pamuk toplayacaksınız.

Dedi. Kamyondan indik, yaşlılar ve çocuklardan sonra eşyalarımız da indirildi. Herkesin inip, kamyon kasasının boşaldığına emin olduktan sonra Elçi,

-Her aile kendisine çadır kurabileceği uygun bir yer bularak yerleşmeye çalışsın. Ben tarla sahibini bulmak üzere Ceyhan’a gideceğim.

Dedikten sonra kamyona binerek gözden kayboldu. Aile babaları da, horantalarının yardımıyla, eşyalarını çadır kurabilecekleri bir yerlere taşıdılar. Babam ,

-Mehmet, Mustafa ile çevreyi bir kolaçan edin. Bakalım etrafta ocak yapabileceğimiz taşlar bulabilecek miyiz? Herkesin karnı açtır. Geçici bir ocak yapılması gerekiyor.

Üzerine tandır koyacağımız ocaklar için uygun taşlar ve yakacak bir şeyler gerekiyordu. Mustafa dayımla Yusuf dayım da bize eşlik edince, anında çevreden uygun taşlar ve yakmak üzere çalı çırpı da bulundu…

Ocaklar yakıldı ve üzerlerine tandırlar yerleştirildi.

Bizim gibi konar göçerlerin yanında her zaman bir çuval un bulunurdu. Su bulduğumuz anda, tandırınız da varsa ekmek yapabilirdiniz.

Önemli olan ekmek ya da bazlama yapabilmekti, yemek olup olmaması pek önemli değildi.

*****

Bizler ocakla uğraşırken, Anamla teyzem de bazlama hamurlarını hazırlamışlardı zaten…

Daire şeklinde ve yaklaşık 1 cm kalınlığında bazlamalar oluşturulmalıydı. Anam göz kararı bu ölçüyü tuttururdu. Yine tutturdu…

Dumanlar arasında pişen ilk bazlamaları ağzımız sulanarak bekledik.

Pişen bazlamaların üzerine, Elbistan Hasanköy’den ayrılırken bazı komşularımız tarafından yolluk olarak verilen, tereyağından sürdü Cemile Teyzem. Üzerine biraz da tuz ekerek önce kardeşim Mustafa’ya, sonra bana ve dayılarımdan en küçük olan Mustafa’ya verdi.

Hayatımda yediğim en güzel bazlamaymış gibi geldi bana. Bazlama ile de olsa karınlarımız doymuş, yaşama sevincimiz artmıştı.

Daha ne olsundu…

*****

Ceyhan, Adana’nın yaklaşık 50 km doğusunda ve Ceyhan Nehri’nin kıyısında kurulmuş, büyükçe bir ilçesiydi. Konum olarak Çukurova’nın tam ortasında yer alan Ceyhan, yörenin pamuk ambarıydı Elçi tarafından anlatılanlara göre.

Ovadaki başlıca tarım, çeltik ve pamuktu. Pamuk üretimi suya da ihtiyaç duyduğundan tarlalar akarsuyun bol olduğu dere kenarlarında olurdu. Bazı tarlalarda, pamuk üretiminden önce çeltik üretimi de yapılmış olduğundan, çevremizde sivrisineklerin kümelenerek bulutlar oluşturduğu bataklıklar da vardı.

Bataklıklar, sivrisineklerin yanı sıra sazlıkların da bolca bulunduğu vahalardı.

Sazlıklardan elde edilen uygun kalınlık ve boydaki kamışlar ısı ve ses yalıtımı da sağladıklarından, kulübe tipinde ev ve çadır yapımında uygun malzemelerdi. Öyle söylemişti Elçi. Hem sağlam hem de esneklikleri nedeniyle çadır kurmaya elverişli araçlardı.

Yeterince kamış kesildi. Geçici yaşam çadırları yapılmasına başlandı. Böylece aileler barınma sorunlarını kendilerine ait olan savan, hasır örtü ya da bezden yapılmış çadırlarda çözdüler.

Gece yarısına doğru hem Akıncı Ailesi hem de Kurtuldu Ailesinin geçici çadırları hazırlanmıştı…

Hasırlar üzerine serilen yataklara yatar yatmaz kendimizden geçmiştik. Rüyamda Gavur dağlarında stop eden kamyonu itmeye çalışıyordum büyüklerimle birlikte…                                                       

Share Button