11 Eylül 1961 Pazartesi, Eminönü…
İstanbul ‘a gelen insanların ilk uğrak yerlerinden biriydi Eminönü ve Sirkeci. Sirkeci Garı çevresi Anadolu’dan ‘’taşı toprağı altın’’ diye İstanbul’a gelenlerin sığındıkları ucuz otellerle doluydu.
Eminönü Meydanına girdiğimde ilk dikkatimi çeken yapı, devasa boyutlarıyla ve merdivenlerindeki güvercinleriyle, Yeni Cami oldu. Yeni Camii Haliç kıyısında alçak bir yerde kurulduğu için, oldukça yüksek bir su basmanın üstüne inşa edilmişti. Haliç dalgalarından korunması gerekiyordu.
Camiye merdivenlerle çıkılmakta ve cümle kapılarından içeriye girilmekteydi. Ben de çıktım merdivenlerden. Geriye dönüp baktığımda Haliç, Eminönü’nü Karaköy’e bağlayan Galata Köprüsü, Karaköy ve karşı yakada ben buradayım diyen Galata Kulesi vardı.
Eminönü Meydanı güvercinleriyle, işportacılarıyla iç göç filmlerinin ve kan davalarından İstanbul’a kaçan taşralıların öykülerini işleyen filmlerin ana mekânıydı bir zamanlar. Önceki yıllarda İstanbul’da çevrilen filmlerde görmüştüm bu manzaraları.
Gördüklerimi hayranlıkla seyrettim bir süre. Her geçen dakika şaşkınlığım ve hayranlığım artıyordu bu kadim şehre.
Bir ara kendime geldim, Çapa Öğretmen Okulu’na gitmeliydim. Cami önündeki orta yaşlı bir beyden, Eminönü-Topkapı güzergâhında çalışan troleybüslerin Sirkeci Garı karşısından kalktığını öğrendim.
İstanbullulara her iki yakada uzun yıllar hizmet veren elektrikli tramvayların 1950’li yılların sonunda kentin ihtiyacını karşılayamaz hale gelmesi üzerine; otobüslere oranla daha ekonomik olması ve elektrik enerjisiyle çalışması dolayısıyla çevreci özelliği de göz önüne alınarak troleybüs sisteminin kurulmasına karar verilmişti.
Elektrik motorlarının güç beslenmesi çift havai elektrik hattından sağlanan troleybüsler için ilk hat Topkapı-Eminönü arasında döşenmişti.
Boynuzlu otobüs olarak da bilinen troleybüse arkadan binilir, sol tarafta oturmakta olan biletçiden alınan biletle ön tarafa geçilirdi. İnişler önden olurdu.
Şehir içi ulaşımında; sessizliği ve hava kirliliği konusundaki cimriliği ile çevre dostu olarak ünlenen, aynı zamanda ekonomik olan bu araçların, sürücüleri de yetenekli, sabırlı ve olabildiğince beyefendilerdi. Trafik karmaşasında havai hattan ayrılan boynuzları sabırla yerlerine yerleştirir ve yolculuk devam ederdi.
Eminönü-Çapa arasında ilk kez gerçekleştirdiğim yolculukta, yarım saat sonra, tam da okulun önündeki Çapa durağında indim.
Troleybüsten inip şaşkınlığım geçtikten bir süre sonra kafamı kaldırdığımda, anıtsal bir yapı olan İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu binası göz alıcı mavi çinileriyle kendini gösterdi.
Önceki yıllarda Çapa Öğretmen Okulu’na gelmiş olan abilerimizden edindiğimiz bilgilerden, bu anıtsal binanın çatısı altında Yüksek Öğretmen Okulu’nun yanı sıra misafir olarak Eğitim Enstitüsü de bulunmaktaydı.
Bu anıtsal yapıda üç yıl öğrenim görmek ayrıcalıktır diyerek bahçesine girdim…