17 Eylül 1960 Cumartesi, Karabucak…
Yaklaşık üç buçuk ay çalıştığımız Karabucak Okaliptüs Ormanındaki mevsimlik işçi dönemimizi dün sonlandırdık. Üç buçuk aylık bu dönemde hem para kazandım hem de Antik Kilikya’nın başkenti Tarsus’u tanımaya çalıştım.
Tarsus’la ilk bağlantımı 16 Temmuz Cumartesi günü Tarsus açık hava sinemasında izlediğim Ben Hur filmi kurmuştu. Sonraki günlerde fırsat buldukça açık hava sinemalarında ilginç bulduğumuz filmleri izlemeyi sürdürdük arkadaşımız Salih’le.
Antik çağda Çukurova ile Mersin’den Alanya’ya kadar uzanan kıyıları ve yaslandıkları Toros Dağlarının güney yamaçlarını içine alan Kilikya bölgesi ve başkenti Tarsus ilgi alanım olmuştu. Roma İmparatoru Sezar’ın M.Ö 44 yılında ölmesinin ardından onun yerini alan üç kişiden biri Marcus Antonius ’un Tarsus’a gelmesiyle, Tarsus’un gelişmesinin önü açılmıştı.
İvriz’de Hüseyin Seçmen’in Tarih derslerini seviyorduk. Antik Kilikya hakkındaki bilgimizi de arttırma heyecanı yaratmıştı. Nitekim derslerinden sonra kütüphaneye giderek Mısır Firavunlarıyla Roma yöneticileri arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışmıştım.
Mısır’ın yönetimi ile Roma arasındaki ilişkilerin çözümlenmesi için Marcus Antonius tarafından Cleopatra Tarsus’a davet edilmişti. İskenderiye’den kalkan Firavunluk gemileriyle Akdeniz’i geçen Cleopatra ve maiyeti bir liman kenti olan Tarsus’a büyük bir törenle girmişti.
Karabucak bataklığının bulunduğu Regma Gölü, küçük tonajlı gemilerin rahatlıkla geçebileceği bir kanalla Akdeniz’e bağlı olduğundan Tarsus bir liman kentiydi. Cleopatra’nın bu ziyaretiyle Tarsus, Dünyanın kalbinin attığı en önemli merkez durumuna gelmişti. Cleopatra Tarsus’a deniz kapısı olarak bilinen Regma gölünü kullandığından, Deniz Kapısı Cleopatra kapısı olarak anılır olmuştu.
Tarihi anıtlardan Cleopatra Kapısı’nın yanı sıra Aziz Paulus Kilisesi ve Kuyusu ’nu da öğrenme fırsatını yakalamıştım. Vaftizci Yahya olarak da bilinen Aziz Paulus Tarsus doğumlu olup, Hz. İsa’nın ilk havarilerinden ve İncil’in yazarlarından biri olduğunu öğrenmiştim.
Diğer taraftan, Yedi Uyurlar ve Ashab-ı Kehf turizm açısından öne çıkan mekânlardan bir başkasıydı. Tarsus ilçesinin kuzey-batısında,14 km. uzaklıkta yer alan Ashab-ı Kehf mağarası, Hristiyan ve Müslümanlarca kutsal bir ziyaret yeri olarak kabul edilmekteydi.
Antik Tarsus’u bir ölçüde tanımanın dışında eski Regma Gölünü Akdeniz’e bağlayan Berdan Nehri kıyısındaki yerleşimleri de tanımaya çalıştım. Yaklaşık 7 km güneyinde Özel-Bahşiş Köyü ile 11 km güneyinde Kulak Köyü bulunmaktaydı. Kulak Köyünden yaklaşık 600 metre güneydeki Berdan Nehri’nin kollarından biri üzerinden geçilerek Tarsus Plajına ulaşılmaktaydı.
Özel-Bahşiş sakinlerinin büyük bölümünü Balkan Göçmenleri oluşturmaktaydı. Avlular içine aldıkları evleri en azından renkli toprak boya ile boyanmışlardı. Bahçelerini ağaçlandırmışlardı. Evleri, az da olsa, insanca yaşama uygundu. Öyleydi çünkü Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu arkadaşlarımın bazılarının aileleri buraya yerleşmişlerdi. Evlerine davet edilmişliğim vardı.
Oysa yerli halkın oluşturduğu Kulak Köyü Osmanlının kulluk döneminde olduğu gibi hala her şeyi devletten beklemekteydiler. Genellikle evleri bakımsız ve çevreleri de kupkuruydu. Yeşillikten yoksundular. Balık vermişler ama balık tutmasını öğretmemişler, onlar da öğrenmek istememişlerdi.
Karabucak Okaliptüs Ormanı’nda çalışan mevsimlik işçiler içinde kardeşimle benden başka öğrenimine devam eden yoktu. İlkokuldan sonra eğitim ve öğretim bırakılmış ya da bırakılmak zorunda kalmıştı. Parasız yatılı okullar olan Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen Okulları olmasaydı kardeşimle ben de okulları bırakmak zorunda kalabilirdik belki de…
Okullu olmamıza rağmen kardeşimle ben diğerleri gibi, bekli de onlardan daha iyi, üzerimize düşeni yapmıştık çalıştığımız süre içinde. İvriz İlköğretmen Okulu birçok becerinin yanı sıra disiplin konusunda da bizleri yetiştirmişti. Mevsimlik işçiler arasında göz doldurmuş ve saygınlık kazanmıştık. Gerek orman mühendisleri Yaşar ve Muzaffer Bey katında gerekse ulaşımdan sorumlu Âdem usta ve şoför Mahmut katında itibarımız olmuştu.