
Ankara…8 Şubat 2017 Çarşamba.
Bu gün Ressam Abdurrahman Kaplan’ın Dikmen Mürsel Uluç Mahallesi’ndeki Resim Evi’ne gitmek üzere harekete geçtim. Hem İvriz İlköğretmen Okulu hem de İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu’ndan arkadaşım ve kardeşim olan Abdurrahman Kaplan’ın sıra dışı resimlerini önce facebook paylaşımlarında gördüm. Sonra da Ankara Kalesi önlerinde, Atpazarı Sanat Sokaktaki Emin Antik Sanat Merkezinde düzenlenen ”Ustalardan Seçkiler-Resim Sergisi”nde izleme fırsatı buldum. Bu sergide bolca fotoğraf çekmiş, Abdurahman kaplan ile sergi üzerine konuşma fırsatı da bulmuştum.
Kızılay Güvenpark’tan bindiğim İlker dolmuşlarıyla yaklaşık yarım saatte Abdurrahman Kaplan’ın Resim Evi’ne ulaştım. Ziyaretçileri vardı. Beni de oldukça candan ve sıcak karşıladı. Resim Evi’nin her tarafı çalışmalarının sonucu olan ürünlerle doluydu. Ürünlerinin yanı sıra özenle hazırlanmış, baskıları olağanüstü olan kataloglar da vardı.
Arkadaşım konuklarıyla ilgilenirken kataloglardan birini, ”Abdurrahman Kaplan Retrospektif” adlı olanını aldım ve rastgele sayfalarını çevirdim. Ünsal Piroğlu’nun değerlendirmesi hoşuma giden yazılardan biri oldu. Ünsal Piroğlu; Fransız düşünür, sosyal teorist, tarihçi, edebiyat eleştirmeni, antropolog, psikolog ve sosyolog olan Michel Foucault’dan bir alıntı ile yazısına başlamıştı.
”Görünen şey hiçbir zaman söylenen şeyin içine sığmaz”
Abdurrahman, o gizemli mekanını gezdirirken Foucault’un yukarıdaki sözünü yeniden daha yoğun algıladım. Zira sanat eseri zaten her zaman göründüğünden fazla bir şeydir. Özellikle sürekli plastik bir devinim içinde olan bu resimlerin tam olarak yakalanabilmesi, kavranması ve anlatımı kuşkusuz daha güç.
Resim Evi’nin her köşesinde sanki onun resminden bir detay, söyleminden sıcak bir cümle yansıyor. Abdurrahman’ın ”Resim evi” adını verdiği yeni mekanının kanaviçe gibi işlenmiş labirentlerinde dolaşırken birden dalmışım…
Diye devam eden yazıyı okurken Abdurrahman’ın konukları gitmiş, bana zaman ayırmaya başlamıştı. Bir taraftan Çalışmalarını anlatırken bir taraftan da kataloglarından veriyordu bana. Katalogları ödevim olarak algıladım. Sanıyorum hepsini okumam, düşünmem gerekiyor. Olgunlaştırdıktan sonra da ”Abdurrahman Kaplan Retrospektifi”ni yazabileceğim.